top of page

Unutmak üzere doğanlar


Serra Behar, doğduğumuz andan itibaren her şeyi bildiğimiz ve bildiğimiz her şeyi unutmak üzerine yaşadığımız, yaşarken hatırladığımız döngülere karşılık gelen durumları somutlaştırıyor. Sanatçı Serra Behar ile, 23 Mayıs’ta Adahan İstanbul’da açılan Hatırlamak sergisi öncesi Galata’daki atölyesinde sohbet ettik. Sergi 20 Haziran’a dek devam ediyor.

Serra Behar, Portre

Atölyende birbirinden farklı tezgahlar ve çalışma ortamları var. Çalışma sürecinden bahsedebilir misin?

Çok disiplinli çalışıyorum, hiçbir işimi bir yerde başlayıp aynı yerde bitirmiyorum. Bazen çamurla başlayıp sonra metal atölyesine girip, oradan çıkıp marangoza girip, oradan sonra elektrik ve aydınlatma atölyesinde devam ediyorum. Çalışmalarım tüm bu sürecin birbirine eklemlenmesi aslında. Ben de her anlamda eklektik buluyorum kendimi çünkü sahne ve dekor bölümünden mezun olup, heykeltıraş Saim Bugay’ın öğrencisi olduktan sonra; kendini ifade etme şekillerin çeşitleniyor.

Bundan sonrasında mı kinetik heykellerle çalışmaya başladın?

Aynen öyle. Sonrasında kinetik heykeli biraz daha ileriye taşıdım. O da yetmedi çünkü enteresan bir şekilde, malzemenin her türlüsü beni heyecanlandırmaya başladı. Kinetik animatroniğe ve haraketli enstalasyonlara doğru yola çıktı.

Serra Behar, Organ

İşlerinde malzemeye odaklı bir durum görülüyor ve sen de bir maker gibi davranıyorsun. Çalışmaların kişisel ifade ürününden çok kurgulanmış hikayeler gibi.

Bu bir yolculuk. Zeminin seni o yolculuğa çıkarması bazen yolculukta senin o malzemeyle karşılaşman… Tüm bunların içerisinde sen de kendi yolculuğunun kahramanı olarak dans ediyorsun. Bütün hikayeden aldığın zevk o. Yani demek istediğim şu ki, hayatımda bunun dışında bir şeylerin olması doyurmuyor beni.

Bu içgüdü mü yoksa zamanla geliştirdiğin bir duygu mu?

Aslında başka türlü olamama hali. Daha önceden de bana şöyle sorular sordular: Sanata ne zaman ilgi duydunuz? Bu; benim için “ilk nefes almaya ne zaman ilgi duydunuz?” diye sormakla aynı. Yani olma halim yok, küçükken odama kapanıp kendi kendime çizerdim ve çizdiğim şeyle konuşurdum.

Serra Behar, Ecza Kutusu

İşlerine bakınca deneysel tasarımdan da bahsetmek istiyorum.

İngiltere'de çok değerli bir hocamın; her hareketin, her duruşun nasıl bir karaktere dönüştüğü ile ilgili olağanüstü tiyatroları vardır. Benim kavramsalla olan bağımı doğru kurmamı sağladı. Neyi niye yaptığımı bilebileceğimi, neyi irdelemem gerektiğini anlattı. Bir şey yapıyorum ve duruyor, bana “Sen şu kitabı hiç okudun mu?” diye soruyor. Ben çok nadir kitap okuyabiliyorum. Disleksi ile gelişen konsantrasyon problemi beni bu konuda çok zorluyor maalesef. Tarihteki ünlü felsefecilerin bile artık çizgi romanla anlatılan hayat hikayeleri var. Küçüklüğümden beri çizgi romanlar dünyasında yaşamışım. Bugüne kadar okuduğum kitaplardan hiçbir şey hatırlamıyorum. Hiçbir şey kalmıyor.

Bu sana nasıl dönüyor? Bir yerde biriktiriyorsundur.

Bilmiyorum, neleri tutuyor neleri filtreliyorum, hiçbir fikrim yok. Benden bağımsız işleyen bir sistem var. Ben kanallık yapıyorum, kabloluk yapıyorum. Bazen aktığı, çıktığı şeyden korktuğum oluyor.

Serra Behar, Me and Me Mirror

Peki nasıl yansıyor bu hafızasızlık işlerine?

Hatırlamak ve hafıza ile ilgili çok ciddi bir sorunum var. Aslında hepimiz dünyaya bilerek geliyoruz. İlk rahme düştüğünde her şeyi biliyorsun. Embriyoya her şeyi unut derlermiş, bildiğin her şeyi unut. Doğmadan önce melekler, embriyoya gidiyorlar ve anne rahminde sana “şşş” diyorlarmış. Buraya aslında ölmeye başlayarak geliyoruz. Prosesi unutmak üzere geliyoruz. Samsara’nın her aşamasında, her seferinde ruhun tekamülün tamamen bir sınava tabir, ihtiyacı olan ruhların neden bir arada olduğu, olmadığı, ne şekilde olması gerektiği, parçalanmanın hikayesi… Hepimiz aslında dağılmış bilgi zerrecikleriyiz, enerjiyiz. Biz bu durumu fazlasıyla materyalize ettiğimiz için, illa her şeyi bir kalıba sokmalıyız ya, o bilinmezlikten ödümüz patlıyor ve korkuyoruz.

Serra Behar, Kendini Kandırmak

İlk kişisel serginde neler var? Hatırlamak üzerine neler göreceğiz?

Hatırlamak üzerine benden başka hiçbir şeyden bahsedemem. Benden bağımsız olan bir şeyi anlatmak zaten samimiyetsizlik olur. Sergideki kurgu; ilk olarak embriyo ile ait olma hikayesiyle başladı. Aslında rahme ait değilsin, bir ruhsun ve sonrasında kendini bulma çabası başlıyor. Bu sergide de hayatımda yaşadığım her olayın bir iz düşümü var. Başında da sonunda “Bunun sebebi buymuş, bu yüzdenmiş” diyorsun. Hepimizin hayatında bu böyle, ben kendimdeki kodları görüyorum. Dolayısıyla oradaki hikayede bademcik ameliyatımdan tutun da, İngiltere’ye gittiğimde kendimle ilk kez tanışma yolculuğum, beni ben yaptığını zannettiğim etiketlerden, yaşımdan, ailemden, arkadaşlarımdan ayrı olarak ilk en yalnız, en samimi ve kendime “Merhaba Serra,” dediğim dönem. Herkesin de bana “Merhaba Serra” dediği dönem. Umurlarında değil sen kimlerdensin, neredensin, kadın mı seviyorsun, erkek mi seviyorsun, yaşlı mısın, genç misin? Seksen yaşında kankayla, 18 yaşındaki kanka aynı grupta çıkıyoruz ve müzik yapıyoruz. Tanımadığım bir müzik aletini veriyorlar elime, şarkı söylüyoruz. Hakikaten benim orda gördüğüm paradise idi. Üzerine bir şiir yazmışım ve ondan sonra Paradise Bird çıktı.

Serra Behar, Paradise Bird

Aslında hikaye değil de bayağı bir kurgu var bu işlerin arkasında, masalsı bir kurgu var.

Süreç ihtiyaç duyuyor ve seni götürüyor. Yani dükkana git diyor, deriyi sorarken cnc makinalarını yerleştirmeyi öğreniyorsun. Hareketin nasıl olağanüstü bir şey olduğuyla tanışıyorsun. Yeni teknoloji yani sen kukladan gelmişsin çünkü. Yenisiyle tanışıyorsun, heyecanlanıyorsun, şaşırıyorsun.

Serra Behar, First Supper

bottom of page