top of page
Ömer Kanıpak

Sen mutluluğu print edebilir misin Abidin?


Design Unlimited'in 4. sayısı maker hareketi temasıyla çıktı. Maker hareketinin dünyada yayılmasıyla konu üzerine düşünen ve üreten isimleri bir araya toplayan bu sayının teması üzerine Ömer Kanıpak yazdı

Fotoğraf: Albert Fenn, 1950

İngiltere 1800’lerin sonu...Havada kömür kokusu, sürekli çalışan makinalar ve tezgahlar dünyayı yeni, cazip ve en önemlisi ucuz nesneler ile doldurmaya başlamış durumda. Dönemin önemli düşünürlerinden John Ruskin durumdan rahatsız. Ona göre endüstriyel üretim, zanaatkarın saygınlığını ve üretimin doğasındaki sanatçı ruhu yok ediyordu. Makine işçiyi insanlıktan çıkartıyor, makineleşme ise insanları doğadan uzaklaştırıyordu. Bu felsefi temeli somut bir tasarım teorisine dönüştüren William Morris 19. yy sonunda dünyaya yeni bir tasarım ve sanat akımı kazandırdı: Arts and Crafts hareketi. Ruskin ve Morris, zanaatkarın el emeğini ve sanatsal birikimini teorik bir çerçeveye oturtarak küresel tasarım için bir yol haritası belirlemiş oldular. Niyetleri insanlığın doğadan uzaklaşmasını önlemek, bireysel tatmin ve ruhsal zenginlikle toplumsal refahı korumaktı.

Hikâyenin bundan sonraki bölümlerini ezbere biliyoruz. Endüstrileşme hız kazanır, kömür yerini petrole ve elektriğe bırakır. Üretim ve nüfus katlanarak artar. Otomobiller, uçaklar, transatlantikler, üretilenleri ve üreyenleri dünyanın her yerine taşır. Art Nouveau, Art Deco, Fütürizm, Modern Movement, Postmodernizm ardı ardına gelir. Dünyanın kaynakları küresel kentlere aktıkça toplumsal dengeler sarsılır. Televizyon sayesinde medya politik bir güce dönüşür. Monarşiler çöker, ulusalcılık ve faşizm yükselir. Cevap olarak sosyalizm ve komünizm gelişir ama söner. İki dünya savaşı arası soğuk savaş… Uzay yarışı... Duvarların yükselişi ve yıkılışı…Yeni duvarlar, yeni sınırlar…

Ve İnternet… Sınırların derinleştiği, duvarların yükseldiği bir zamanda küresel ve sonsuz bir iletişim ağı. Katlanarak büyüyen küresel bilgi birikimi, enformasyonun hızlı dolaşımı, paylaşımın kolaylaşması ile insanlık yeni bir çağa girer. Demiryollarının, buhar makinelerinin yerini fiber kablolar ve çipler almıştır. Artık milyonlarca insanın elleri ile kullandığı tek alet klavye ve fareleri. Kapı kolları ve elektrik düğmeleri bile ortadan kalkmak üzere. Eriyen kaslar, şişen göbekler için spor salonları her yerde yeni bir dinin mabetleri gibi rağbet görüyor. Bu süre içinde herhalde hız kesmeyen tek şey endüstriyel üretim ve kapitalizm. Dünya gerekli gereksiz milyarlarca nesne ve bina ile dolduruldu. Artık isim verilebilecek tasarım akımları bile yok. Fabrikalarda işçiler yerlerini robotlara bırakmakta. Üretim ve tüketim arttıkça, toplumsal huzur ve bireysel tatmin azalmakta. Fabrikada üretilmiş bir şeye sahip olmak eskisi kadar doyurucu değil, çünkü herkeste aynısı var zaten. Pazarlama kavramları bile değişti. Kişiye özel… Butik… Organik… Herkes için üretilmişe sahip olmak yerine bireysel üretim ve deneyim ekonomisi pazarlanıyor artık.

Süreçlere, servislere, düşünme biçimlerine, farkındalık boyutlarına entegre edilen tasarımın kapsamı bugün toplumsal dinamikler gibi daha akışkan. Zygmunt Bauman likit modernite tanımında ifade ettiği gibi bu akışkanlık; çağdaş toplumun ilişkiler, kimlikler ve ekonomisindeki sürekli hareketlilik ve değişimi üzerine kurulu. Bu likitlik ‘kişisel ifadeleştirme’ olarak toplumun her kesimine, üretimin her alanına yansıdı.

Bugünkü dijital ve hızlı üretim biçimlerinin bir karşılığı olan “bespoke”, Richard Sennett’in bireyi merkeze aldığı craft kavramının günümüze evrilmesi olarak yorumlanabilir. Dijital fabrikasyondaki hafiflik, hız ve erişilebilirlik ile gelen bireyselleşme, nihai ürün için olduğu gibi; tasarım süreçleri için de geçerli. İmzası niteliğinde yapı/ürün peşinde koşan tasarımcı bir kenara, maker kendi know-how’ın paylaşma, aktarma ve başkalarınca geliştirilmesi üzerine denklem kuruyor. Fikir haklarının “all rights reserved” tanımından “some rights reserved”e aktarıldığı bu açık format; kişiyi başkasının geliştirdiği bir temel üzerine kendi fikirlerini inşa edip, yine de kişiselleştirme imkânı sağlıyor.

Tasarım ve üretim alanında yeni bir dönemin ayak sesleri geliyor. Yeni dönemin John Ruskin’i bu sefer Amerika’dan çıktı denilebilir: 2005’te Make dergisini çıkartmaya başlayan Dale Dougherty Maker Movement’ın babası olarak kabul ediliyor. Hareket, Richard Sennett’in Karakter Aşınması kitabında tariflediği durumlara bir tepki olarak çıkıyor denilebilir. Büyük bir mekanizmanın çok ufak bir parçası olan bireyler, o mekanizmanın ürettiğinden kopuk bir çalışma düzeni içinde yıpranıp erimekte. Sennett’in örneğinde fırıncılar ekmeği pişirmeyi bilse de bozulan elektrikli fırınlarını nasıl tamir edeceğini bilemiyor artık. Autocad ekranı önünde ömrünü geçiren mimarlar bir korkuluğun merdivene nasıl monte edilebileceğinden habersiz. Parçalanmış üretim süreci içinde kimse ürettiği resmin bütününü göremiyor. Çalışmanın sonuçları başkaları tarafından birleştirildikçe bireysel tatmin de parçalanıyor ve yok oluyor. Her ne kadar çok telaffuz edilse de kurumsal iş dünyasında beklenen yaratıcılık değil itaat, yenilik değil rutin olanın hatasız ve hızlı üretilmesi.

Dougherty’nin 2005 yılında Make dergisi ve ardından bir Maker Faire fuarları ile başlattığı hareket tatminsizlik içinde kıvranan genç beyinler için bir can simidi gibi görülüyor. Rekabet yerine paylaşım, para yerine beceri, ezberlenmiş bilgi yerine deneyimi savunan Maker hareketi kısa sürede dünyada taraftar toplamaya başlıyor. Öyle ki bu sürede kendi manifestosu bile yazılmış durumda, özetle: Yap, paylaş, ver, öğren, oyna, katıl, destekle ve değiştir. Totaliter üretim süreçlerine ve medya ile beslenen yıldız tasarımcılara tepki olarak demokratik tasarım ve üretimi destekleyen Maker hareketi Chris Anderson’a göre yeni bir endüstriyel devrim. Üç boyutlu yazıcılar, açık kaynak bilgisayarlar ve sayısız internet kaynağı ile bu devrim, küresel üretici kurumların tahtını sarsmaya başladı bile. Maker hareketine dahil olabilmek için salt bilgisayar yazılımları ve teknoloji tecrübesi gerekmiyor. Bugün bahçesinde sebze yetiştiren ya da yemek tarifleri için Youtube kanalı açanlar bile bu hareketin üyesi sayılıyor. Hareketin ekonomik boyutu kimi zaman büyük üreticileri korkutmakta. Örneğin Türkiye’de evde bira üretiminin artması ile bira üreticisi firmaların evde bira üretimine ek vergi talep etmesi bu kaygının bir nedeni. İşin karanlık tarafı da var elbette. Üç boyutlu yazıcısında silah print eden de bir Maker sayılıyor.

Öte yandan hala milyarca insan pilini bile değiştiremediği aynı marka telefonu kullanarak selfie çekmekle meşgul. Karbüratörün ne olduğunu bilen neslin torunları otonom otomobilleri bekliyor sabırsızlıkla. Küçük girişimciler büyük kurumlarca satın alınarak ortadan kaldırılıyor. Dünya git gide devletlerce değil, bütçeleri pek çok ülkeden büyük şirketlerce yönetilmekte. Bu tarafından bakıldığında bir umut olarak pazarlanan Maker hareketi yaratıcı zihinleri boşuna mı oyalıyor yoksa? Şöyle de sormak mümkün: Manifestosu olsa da stratejisi ve sorumlusu olmayan, yönü ve hedefi spontane gelişen bir hareket devrim yaratabilecek mi?

Comments


bottom of page