OMM - Odunpazarı Modern Müze, 5. yılını, çağdaş eserleri ve fantastik tasarımları bir araya getiren ve 8 Eylül’de ziyarete açılacak olan Ehlikeyif sergisi ile kutluyor. Resim, heykel, yerleştirme ve mobilya tasarımı disiplinlerinde geleneksel sınırları ustalıkla aşan bir yaratıcılıkla üretim yapan uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getirirken form ve işlev arasındaki ilişkiyi de yeniden tanımlayan sergiye dair küratörü İdil Tabanca ile konuştuk
Röportaj: Sami Kısaoğlu
İdil Tabanca
Sanatın yaşam kültürünün önemli bir parçası olduğu bir ailede büyüdünüz. Çocukluğunuzda babanız Erol Tabanca’nın koleksiyonuna eklediği sanat eserleri size nasıl hissettirirdi ve ilerleyen yıllarda sanat gustonuza nasıl bir yön verdi? Çocukluğunuz da sanat eserleri ile iletişiminiz ve ilişkiniz nasıl oldu? Gittiğiniz müzelerin, sanat kurumlarının sizdeki izleri ve yansımaları üzerine konuşarak başlayabilir miyiz?
Ben aslında sanatla iç içe büyüdüm, diyemem. 80’lerde Türkiye’de doğan çoğu insan gibi benimde bu tip kültürel aktivitelere erişimim çok azdı. Türkiye’de ilk sanat müzesi, İstanbul Modern 2004’de açıldığında ben 20 yaşındaydım. Sanatla ilişkim üniversite dönemlerinde yurt dışındayken başladı. Küçüklüğümde diyemesem de ergenlik yaşlarında babamın beni birkaç galeriye götürdüğünü hatırlıyorum. Gittiğim ilk sergi babamın bir arkadaşının evindeydi hatta. Beyoğlu’nda tatlı bir apartmanı galeriye çevirmişlerdi bir sergi için. Sanatçı kimdi hatırlamıyorum ne yazık ki. Ama babam ciddi anlamda eser toplamaya başladığında ben üniversiteden mezun olmuştum. Türkiye’de müzecilik ve koleksiyonerlik kültürleri çok yeni oturuyor. Birçok çağdaş ülkede en az 60-70 senedir modern müzeler bulunsa da bizde 20 sene bu kültürün tarihi. Bu sebeple Türkiye’de insanları sanatla buluşturan her kurum çok değerli.
Üniversite döneminizde Kaliforniya Üniversitesi’nde film ve dijital medya okudunuz. Bu dönemde sanatçılar, yönetmenler ve görsel sanatlar alanında çalışan insanlarla yakın ilişkileriniz oldu. Biraz bu dönemi anlatır mısınız? ABD’de geçirdiğiniz zaman dilimi sanat ile olan ilişkinizi ve gelecek vizyonunuzu nasıl etkiledi?
Ben film ve dijital medya okudum. Sinema da çok önemli bir görsel sanat dalı elbette. Renk, kompozisyon, ışık, anlatı, metafor gibi sanata bakışı etkileyen birçok faktörü ilk orada öğrendim. Kaldığım yatakhanede diğer sanat dallarında okuyan öğrenciler de vardı. Onlardan da ilham aldığım, birlikte proje yarattığım, filozofik düşünce ve diyalog girdaplarında birlikte kaybolduğum, etkileşimleri sayesinde vizyonumun genişlediği birçok insan oldu. Çoğu da hâlâ hayatımda. Sanat tohumlarının aslında ilk atıldığı yerdi benim için üniversite. Öncesinde bu konular için fazla toy ve yabancıydım.
Misha Kahn, Yok Olmadan Önce, 2021, Plastik ve araba boyası, 80×315×114 cm, İdil Tabanca Koleksiyonu, Sanatçı ve Friedman Benda’nın izniyle, Fotoğraf: Sean Davidson
New York’da yaşadığınız dönemde oldukça başarılı bir yayın çıkardınız: BULLETT. Derginin içeriğinden ve yayıncılık sürecinizden bahsedebilir misiniz?
25 yaşında New York’da bir grup yaratıcı insanla birlikte çıkarmaya başladım. Dergi; sanat, sinema, kültür, müzik ve moda alanlarında yoğunlaşan ve o dönemde New York’a kült damgasını vurmuş bir projeydi. Cindy Crawford’dan Marina Ambramovic’e, Jeff Bridges’den Christina Ricci’ye Pharrell Williams’dan Ewan McGregor’a birçok kişiye yer verdik kapağımızda. Sanat tohumları üniversitede atılsa da benim vizyonu mu asıl şekillendiren BULLETT’daki deneyimlerim oldu. Sanat sinema ve moda dünyasından hayranlık duyduğum birçok insanla aynı masada oturmak, söyleşi yapmak onlarla fikir alışverişinde bulunmak perspektifimi genişletti ve farklı sanat sektörlerinde çevre edinmemi sağladı. OMM’unda online Journal dediğimiz kısmı yani sektör söyleşileri, sanatçı profilleri, podcast serisi gibi içerikleri dergicilik deneyimlerimden güç alıyor.
Eskişehir şüphesiz ciddi anlamda bir öğrenci kenti olması ile hem çok dışa dönük hem de yeniliklere diğer Anadolu kentlerine göre çok daha başarı bir şekilde uyum sağlayan bir kent. Özellikle sanatın farklı dallarında bunu görebiliyoruz. 7 Eylül 2019’da açılışını gerçekleştirdiğiniz müzenizin bu sonbahar 5. yılını kutluyorsunuz. Geride kalan süreçte Eskişehir sakinlerinin müzeniz ile iletişimine dair neler söylemek isterseniz? Ve ilk yola çıktığınız günden bu güne baktığınızda Odunpazarı Modern’e dair hayallerinizin neresindesiniz? Gelecek için neler hayal ediyorsunuz?
OMM’un kurulduğu zamandan bugüne müzede ziyaretçiyle buluşan yüzlerce eser, bambaşka perspektifler sunan farklı sergiler, özellikle gençlerin ve çocukların yaşamında çok etkili bir role sahip olduğunu düşündüğüm eğitim programları Anadolu’da çağdaş sanatın etkileşim gücünü birçok insana tattırdı. Bu süre zarfında 30.000 kadar kişiye eğitim programlarımız aracılığıyla erişim sağlarken, 800,000’i aşan sayıda ziyaretçiyi de OMM’da ağırlama fırsatı bulduk. Bizi geçtiğimiz 5 sene içinde almış olduğumuz; Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü (2019), 18th Museums + Heritage Awards (Müze ve Kültürel Miras Ödülleri) Uluslararası Proje Ödülü (2020), Avrupa Müze Forumu (EMF) Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülleri (EMYA) Özel Takdir Ödülü (2021) gibi ödüller gururlandırdı. Bunların yanı sıra önemli sanat yayınlarından ArtNews’un hazırladığı 100 Yılın En İyi 25 Müze Binası (2022) listesinde yer almak heyecan ve mutluluk verici gelişmelerden biri oldu.
Şehrin yeniliklere açık ve kültürel olarak zengin yapısı, müzemizin de etkili bir şekilde büyümesine ve toplumla güçlü bir bağ kurmasına olanak tanıdı. İlk yola çıktığımızda, Odunpazarı Modern Müze’yi sadece bir sanat müzesi olarak değil, aynı zamanda dinamik bir kültürel platform, sanat odaklı bir buluşma noktası olarak hayal etmiştik ve bunu başardığımızı düşünüyorum.
Gelecek için de umut ve vizyon dolu planlarımız var; sanatı daha fazla insanla buluşturmak ve kültürel zenginliği paylaşmaya devam etmek. OMM, ülkemizde yeni bir çekim noktası yaratmak üzere stratejik olarak Eskişehir’de kuruldu ve hali hazırda turistik açıdan çok hareketli olan kente ilgiyi inanılmaz boyutta artırdığını görüyoruz. OMM ve çevresindeki diğer sanat alanları sayesinde Eskişehir de İspanya’daki Bilbao, İsviçre’deki Malmö ve Amerika’daki Marfa gibi Türkiye’de bir kültür ve sanat merkezi olma yolunda.
Mamali Shafahi, Sandalye, 2021, Epoksi ve reçine, 210×160×170 cm, Fotoğraf: Seppe Elewaut-Michaël Smits
Sürdürülebilirlik sizin hem bireysel olarak hem de kurum olarak oldukça önem verdiğiniz bir konu. Müzenin sergi, eğitim ve film programlarından kafe’nin menüsü ve OMM Mağazadaki ürünlere kadar bu bakış açısının yansımalarını görmek mümkün. Hem kurumsal hem de bireysel bağlamda sürdürülebilirlik konusuna dair yaklaşımınız ve uygulamalarınız üzerine konuşabilir miyiz?
OMM INN, Green Globe Sertifikası alarak sürdürülebilirlik alanında önemli bir adım attı. Bu sertifikayı korumak için belirli sürdürülebilirlik kriterlerini uygulamaya özen gösteriyoruz ve Green Globe puanımızı daha da yükseltmeyi hedefliyoruz. Ayrıca, OMM INN’de tek kullanımlık plastiklere kesinlikle yer vermiyoruz ve bu uygulamamızla SUP-Free sertifikası alma sürecine girdik. Bu sertifika, otelimizin tüm operasyonlarında tek kullanımlık plastiği tamamen ortadan kaldırdığını belgeleyen bir göstergedir. Hayvan ürünleri kesinlikle kullanmıyoruz. OMM bakkalda sömürüsüz ve doğal ürünlerden oluşan bir seçkimiz var.
Bireysel olarak da politikam aynı. Bilinçli bir tüketici olarak dünyayı değiştirebileceğimize inanıyorum. Hayvan hakları ve hayvan sömürüsü konularında bireysel çalışmalarım var. 4 sene önce açtığım barınak sayesinde birçok canı iyileştirip yuvalandırdık. Doğa ve hayvan sömürüsü konusunda Türkiye’deki bilinç seviyesini arttırmak için çalışmalar yapıyorum. Hayvansal ve suni ürünlerini hiçbir alanda rutinime almıyorum, gerek kozmetik gerek mutfak alanında yapacağımız değişikliklerin birey olarak atabileceğimiz en önemli adım olduğunu düşünüyorum. Küçük, lokal ve ilkeleri benimki ile uyuşan üreticilerden temin ediyorum gıdalarımı. El yapımı, hayvanlar üzerinde test edilmemiş, sömürü yoluyla evime girmemiş ürünler kullanarak bu konuya kafa yoran ve geleceğimizi önemseyen girişimcilerin şirketlerini destekliyorum.
Sürdürülebilirlik konusuna paralel olarak konuşabileceğimiz bir diğer konu başlığı ise şüphesiz ileri dönüşüm. Bu konu son yıllarda ülkemizde farklı sanat kurumlarının da gündeminde. Siz de ileri dönüşüm yapan sanatçılarla çok fazla atölye yapıyorsunuz ve aslında bu durum yetişmekte olan kuşak için önemli bir aydınlanma anı geleceğe dair. Rica etsek müze olarak öğrenme programları ve çocuklara yönelik çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Sürdürülebilirlik, müzemizin temel odak noktalarından biri ve bu konuda birçok projeyi hayata geçirmiş bulunuyoruz. 2020 yılında açtığımız Günün Sonunda isimli sergi, bu konudaki en önemli girişimlerimizden biri oldu. Dünyanın kaynaklarının kâr ve konfor adına gezegenin döngüsü göz ardı edilerek kullanılmasının insanlık için oluşturduğu tehdit konusunda bir diyalog başlatmayı amaçlıyordu bu sergi.
Sürdürülebilirlik temalı özel programlarımızda ise hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap ediyoruz. Pratik uygulamalar ve farkındalık yaratma etkinlikleri düzenleyerek, insanları dünya kaynaklarını yeniden değerlendirmeye teşvik ediyoruz. Öncelikle tüm eğitim programlarımızda kullandığımız materyallerin ileri dönüştürülmesine ya da geri dönüştürülebilir olmasına önem veriyoruz. Özellikle çocukların bu atölyelerde çevre dostu malzemelerle yaratıcılıklarını kullanmayı öğrenmesini önemsiyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda, İş Yatırım iş birliği ile sürdürülebilirlik temasına odaklanan film günleri ve atölyeler gerçekleştirdik. Bu tür etkinliklerin, insanların gezegenin geleceği hakkında çok boyutlu düşünmelerini sağlayarak harekete geçmelerine zemin hazırladığını düşünüyorum. Önümüzdeki dönem içinde yine sürdürülebilir film günleri, atölyeler eğitim programlarımız çerçevesinde yer vereceğimiz ana konularımız arasında yer alıyor.
Soldan sağa: Max Lamb, Campione Sandalye (prototip), 2016, İşlenmiş tonalit granit taşı, 81 × 53 × 47 cm, İdil Tabanca Koleksiyonu, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Gaetano Pesce, Pratt Sandalye #7 (Yeşil), 2020, Poliüretan reçine, Smooth-On pigment, 94×48×51 cm, İdil Tabanca Koleksiyonu, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Batten and Kamp, Çelik ve Taş Yemek Sandalyesi, 2021, Elde şekil verilmiş sıcak haddeli çelik ve Taishan granit, 95×48×61 cm, FFotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Üniversite döneminizde Kaliforniya Üniversitesi’nde film okumanız nedeniyle soruyorum. Sinema ile bir seyirci olarak aranız nasıl? Dünya festivallerini ve yedinci sanatın güncel örneklerini takip eder misiniz? Günümüz sinemasından sevdiğiniz yönetmenleri öğrenebilir miyiz? Müzenizde sinema programları düzenliyor musunuz? Özellikle Anadolu Üniversitesi köklü bir sinema geleneği olan bir okul. Eskişehir’deki diğer kurumlar ile iletişimiz nasıl bu bağlamda?
Sinema ilk aşkım. Aramız hâlâ iyi. Okuldan mezun olduktan sonra BULLETT dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenmeden önce birçok farklı yerli ve yabancı dizi ve film projelerinde sanat yönetmenliği ve senaryo danışmanlığı yaptım. Çok yorucu ve emek isteyen bir sektör. Bu sektöre gönül vermiş herkese büyük saygı duyuyorum Sevdiğim yönetmen çok ama birkaçını saymak gerekirse Pedro Almadovar, Ruben Östlund, Sofia Coppola, Paul Thomas Anderson, Lars Von Trier gibi geniş bir yelpazede işler çıkaran isimler diyebiliriz. OMM’da sinema günleri yapıyoruz, bazen açık havada balkonumuzda bazen müzenin içinde, keyifli ve eğitici film gösterimleri programlarımızın arasında.
Son olarak Ehlikeyif sergisi üzerine konuşabilir miyiz? Sanırım bu üzerinde uzun zamandır çalıştığınız bir proje. Biraz bu serginin oluşma süreci ve arkasındaki küratöryal süreçten bahsedebilir misiniz?
Ehlikeyif, resim, heykel, yerleştirme ve mobilya tasarımı disiplinlerinde geleneksel sınırları ustalıkla aşan uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getirme hedefiyle yola çıktı ve küratörlüğünü üstlendiğim bu proje dört yıl süren titiz bir planlama sürecinin sonucunda şekillendi.
Ehlikeyif ile Türkiye’de eksik olduğunu düşündüğüm tasarım birikimini ziyaretçilere sunmayı amaçlıyorum. Tasarım konusunda düşündüren ve üreten sanatçılarımızın sayısı maalesef az. Global ölçekte önemli bir alan olmasına rağmen, bu kulvarda sergi ve yayın sayısı lokalde oldukça sınırlı ve destek göremiyor.
Mobilya tasarımına odaklandım çünkü obje tasarımının önemli bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Ev eşyaları, domestik nesneler, farklı kültürlere ve tarihten farklı medeniyet ve yaşayış biçimlerine ışık tutuyor. Bu nesnelerle, toplumların geleneklerini, ahlaki değerlerini ve teknolojik gelişimlerini anlamlandırabiliyoruz, hayatı nasıl yorumladıklarını keşfediyoruz.
Sergide yer alan sanatçılar ve tasarımcılar, günümüz çağdaş tasarım dünyasına yön veren isimlerden oluşuyor. Genç sanatçılardan oluşan bu karma sergi, birkaç üstadın da katkılarıyla zenginleşiyor. Sergide, iç mekânlarda geçirdiğimiz zamanlarda doğaya duyduğumuz özlemi gidermek için tasarlanmış eserler, doğal unsurları günlük hayatımıza yeniden entegre etmeyi hedefliyor.
Ziyaretçilerin sergiyle etkileşimlerinin kişisel dünyalarına olumlu yönde etkilerini hissetmek benim için çok değerli. Her ziyaretçinin kendi yaşam tarzı, düşünce biçimi ve dünya görüşü, sergiye bakış açılarını ve ondan nasıl beslenebildiklerini etkiliyor. Sanatın en güzel yönlerinden biri, insanlara ayna tutabilmesidir. Bu sergi ile beni en mutlu edecek şey, sergiyi gezen sanatçılara ve özellikle gençlere ilham olabilmek, tasarımcıları üretmeleri konusunda cesaretlendirebilmek olur.
Comments