Ekmel Ertan’ın küratörlüğünde yıl boyunca Goethe Enstitüsü’nde yer alacak olan ve sanatçıları bugüne dair meraklarını nesneleştirmeye davet eden üç bağlantılı sergiden ikincisi Eda Soylu’nun Bellek Nesneleri 21 Şubat 2021 tarihinde sona eriyor. Sanatçının farklı bağlamlarda ve zamanlarda sergilenmiş bir dizi işini bir araya getirerek yeni bir kurgu ile ortak hafızamıza işleyen sergi üzerine Ertan ve Soylu ile konuştuk
Yazı: Ceylan Önalp
Eda Soylu & Ekmel Ertan
“Meraklı Nesneler sergisi, Rönesans düşüncesiyle birlikte 16. yüzyılda ortaya çıkan Nadire Kabinelerine (Wunderkammer) gönderme yapar. Nadire Kabineleri, ‘şeylerin’ bilgisini sınıflandırma çabası olarak, doğal veya insan yapımı olağanüstü nesneleri bir araya getiren özel koleksiyonlardı.” Ekmel Ertan’ın küratörlüğünü yaptığı sergi serisinin ikincisi olan Bellek Nesneleri’nin basın bülteni bu cümle ile açılıyor. Sergi serisi her ne kadar günümüz teknolojilerinin gölgesinde, şeyleri yeniden anlama ve anlamlandırmaya olan ihtiyacımızın katlanarak artmasından yola çıksa da, sergiyi gezerken elimde olmadan mimari bellek ve toplumsal kent hafızasıyla ilgili düşünceler denizine daldım.
Bilmeyenler için kısa bir özet ile söyleşiye başlayabiliriz. Sergi serisinin yer aldığı Goethe Institut İstanbul’un bulunduğu bina 1895 yılında yapılmış. Orijinal adı, Appartement Vernoudaki. Bina yapıldığı dönemin mimari özelliklerini taşıyan bir tasarıma sahip olsa da, bir süredir kafamda başka bir detay dönüp duruyor – tarihi yapılarda mekânsal belleğin inşası ve korunması. Zira, tarihi yapılar inşa edildikleri zamanda başlayan belleksel gelişimlerini kullanıldıkları sürece devam ettirirler. Mekân ve bellek ilişkisi kentsel, yapısal ve mekânsal göstergeler üzerinden kurulur. Bir yerin anımsattıkları, zamanın taşıdıklarının da yardımıyla, sözlü ve mekâna odaklı hikâyelerin kurgusunu tetikler. Ayrıca, mekânsal ve zamansal bellek kullanımla da eş oranlı işleyiş biçimleri sergiler. Ortak hafızanın kullanarak korunması, belleğe ilişkin göstergelerin açığa çıkarılması ve geçmiş ile gelecek arasındaki bilgi ağının sürdürülmesi için farklı olanaklar sağlar. Örneğin, kullanılmayan tarihi bir yapıda, mekâna ait belleğe ilişkin göstergeler zaman içinde yok olabilir. Tabii, zamanla birlikte mekânın da görece hali ortaya çıkar. Tıpkı, günümüzde farklı amaçlar için tek kullanımlık açılan sosyal medya hesaplarının veya blog sayfalarının internetin karanlık girdabında birer atık haline gelmesi gibi. Tam bu noktada, tarihsel bir mekânın belleği ve kentsel hafıza üzerine düşünürken, müsaadenizle ilk soruya geçiyorum.
Solda: Yaralı Anlar, (Korktum projesinin son çalışması) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Sağda: Temizlik Katı, (sesli yerleştirme) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Toplumsal tarihimizin çoğunluğuna tanıklık etmiş bu binada belleğe dair bir serginin oluşum ve kurgulanma süreçlerinden biraz bahseder misiniz?
Ekmel Ertan: Serginin tasarım ve kurgulanmasında binanın rolü ve önemi yarı kamusal bir alan olmasından kaynaklanıyor. Bizim kurgumuzda sergideki bellek nesnelerinin binanın belleğiyle bir ilişkisi yok. Ama binanın da bir belleği olduğu kabulüyle, o bellekte de burada sergilenen nesnelerin bir yeri olması ihtimali çok yüksek. Belki dış duvarda bir kapsülün izi var, belki sıvaya ya da taşlara işlemiş gazın kokusu hala orada. Bu soru bana düşünmediğim bir şeyi düşündürdü, bu kapsüllerin izi bu şehrin her köşesinde var, zaman ne kadar silerse silsin farkında olmadığımız belki hiç olamayacağımız o izler şehri dönüştürüyor. Belki binaların, duvarların, kaldırım taşların hafızasından yansıyan o izlerle bağlanıyoruz bu şehre; belki hafızamızı sürekli taze tutan bu yansımalar. Öyle ise her nesne her kişiye ait ayrı bir bellek taşıyor. Nesnelerin ne çok belleği var!
Meraklı Nesneler bir sene boyunca sergilenmek üzere üç bölüm halinde
kurgulanmış bir sergiydi. Bellek Nesneleri bu serinin ikinci sergisi. 2020
içerisinde tamamlanması planlanan sergi dizisi salgın nedeniyle 2021’e
sarktı. Sergi Düşünce Nesneleri ile başladı Bellek Nesneleri ile devam ediyor
ve Arzu Nesneleri ile sonlanacak. Bu üçlü içerisinde galiba sadece bellek
gerçeğe ihtiyaç duyan gerçekle ilişki kura. Hayattaki tercihlerimizi düşünce
ve arzu üzerinden tasarlıyorken, bellek nihayetinde yaşadıklarımız
üzerinden hayatımızı doğrudan biçimlendiriyor.
Serginin kurgulanma sürecine geri dönersek üç serginin birlikte kurgulandığını, aralarında tematik olarak gevşek bir bağ olduğunu ama “meraklı nesneler” çerçevesinin onları bir arada tuttuğunu söyleyebilirim. Bu referans verdiği Wunderkammer’lar gibi çok farklı şeyleri bir araya getirebilecek bir çerçeve. Meraklı Nesneler’in ilk sergisi Düşünce Nesneleri. Buşra Tunç’un mekâna özgü tasarımı, cam şişelere hapsedilmiş ışıktan oluşan dört yerleştirme idi. Çeşitli referansları vardı ama bir yandan da soyut bir işti; Buşra’nın yorumuyla “boşluğu sergiliyor”du.
Serinin ikinci sergisi Eda Soylu’nun Bellek Nesneleri doğrudan referanslarla kişisel tarihlerimizin toplumsal olanla kesiştiği aralıkta titreşiyor. Binanın merdiven sahanlığındaki dört nişte dört farklı biçimde karşımıza çıkan bellek nesneleri yaşayanları veya şahit olanları işaret ettiği ana götürüyor. Bir kapsül ayaklarımızın ötesine düşüyor, koşmaya başlıyoruz. Çoğumuz şanslıydık ama bizim kadar şanslı olmayanlar da vardı. Şanslı olmayanlardan olmadığımız için şanslıydık ama devlet şiddetine fiziksel olarak ve bir kez daha maruz kaldığı için belki hiç kimse şanslı değildi; hepimiz yaralandık. Sanatçı tam da bu yaraları, yaraları açan nesne ile sarmaya çalışıyor.
Bu sergideki bellek nesneleri hepimizin yaşantısının ortak bir kesitinde
sokaktan toplanmış buluntu nesnelerin dönüştürülmesi ile yeni anlamlar
kazanan yeni erişimler sağlayan aslında çoğumuzun hayatında yeri olan
bildik nesneler.
Sergi metninde “Soylu kendisinin ve kuşağının korku ve kaygılarının üstesinden gelmek için, şiddetin kanıtlarını renkli, yumuşak, kusursuz nesnelere dönüştürerek unutma ile hatırlama arasında ince bir oyun kuruyor; yaşama enerjisini yeniden üretmek için kendi nadirelerini yaratıyor.” demiştim. Eda’nın kurduğu oyuna herkes dahil.
Bu sergi mekâna özgü bir sergi, dolayısı ile kurgusu da mekânın
özelliklerine göre tasarlanmış. Binanın dört katında, merdiven
sahanlığındaki nişleri sergileme alnı olarak kullanırken mekânın
bütününden ve yapısından da yararlanıyor. Dramatik kurgu giriş katından
başlayarak inşa ediliyor.
Çiçekli Gaz Kapsülleri, (Korktum projesinin ilk işlerinden) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Eda Soylu: Sergiyi ilk kattan dördüncü kata doğru incelediğimizde, yerleştirmelerin kavramsal altyapılarının katman katman birbiri üzerine eklendiğini gözlemleyebiliriz. Hafızanın katmanlarıyla paralel ilerleyen bu yapı, bireysel hafıza ile toplumsal hafıza arasındaki doğrudan ilişkiyi ele alıyor. Bireysel ve toplumsal hafıza arasındaki ilişkiyi ele alış biçimimiz günlük hayatımızı etkiliyor, ama en nihayetinde yarınımızı etkiliyor. Bu ilişkiyi yakın mercekten izliyor, inceliyor olmamız gerekir.
Ben 2013 yılından beri Oynuyoruz ve Korktum adlı iki proje üzerinde
çalışıyorum. Halen daha çalışıyorum. Ve bu projeler Gezi Parkı Olayları
sonrasında ortaya çıktı. Burada bu dört katta bu projelerden kesitler
göreceğiz. Çünkü burada bizim amacımız Ekmel’le nihai bir iş
sergilemekten ziyade bellek objelerini, bir bellek birikimi sergilemekti.
EE: Edanın söylediği gibi biri hariç daha önce Eda’nın farklı bağlamlarda
sergilediği işlerdi. Burada seçilmiş bu işleri bir araya getirerek yeni bir
bağlamda yeniden kurgulayarak gösteriyoruz.
Birinci katta bir yandan oyuncaklı, neşeli, bir yandan da bir o kadar
tehditkar bir yerleştirmeyle başlıyoruz. Buradaki objeler gerçekten
kullanıldıkları o ilk anda taşıdıkları tehdidi burada hala sürdürüyorlar ama
bir yandan da biz hatırlama ile unutma arasındaki ilişkiyi oyuncaklı bir
yerden başlatmak istedik.
Serinin ilk sergisi olan Düşünce Nesneleri’nin, bir diğer tabiriyle nadire kabinelerin, laboratuvarlar gibi mekânların kendine has estetiğinden hareketle yola çıktığını anımsıyorum. Bu sergi de, yine benzer bir düşünce yapısıyla belleğin yaşadıklarını fizikselleştirerek geri dönüştürüyor denebilir mi? Özellikle malzeme kullanımı açısından da bahsederek belleğin sergideki geri dönüşüm yolculuğunu anlatabilir misiniz?
EE: Meraklı Nesneler sergisinin alt başlıklarını oluşturan Düşünce, Bellek ve
Arzu kavramları hayatlarımızın -belki, varoluşumuzun- üç̧ hâli. Sonsuz
düşünce içinde bellek ile arzu geçmişimizle geleceğimiz gibi. Üçü içerisinde
gerçeğe mahkum olan sadece bellek; sadece yaşadıklarımızın anısına
sahibiz. Bellek Nesneleri, somut gerçekle bağ kuran, oradan yola çıkan
işlerden oluşuyor.
Twisteryard, (Oynarız projesinin ilk işlerinden) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
ES: Twisteryard ilhamını gaz kapsülü formundan, çünkü böyle ufak ufak
gaz kapsülleri de var bizlere atılmış olan, ve bizim doksanlı yıllarda
oynadığımız Twister adlı oyundan alır. Twister belki bir çoğumuzun
bildiği gibi, renklere tutunmaya çalışarak oynadığımız ve birbirimizin
üzerinden abanarak, uzanarak oynadığımız bir oyundur ve düşersen
oyundan atılırsın. Bu fiziksel temasından ötürü Twister birçok Avrupa
ülkesinde bir yetişkin oyunu olarak satılıyor. Şimdi bizler 2013 ve 2017
yılları arasında yaşadığımız şeylere baktığımızda aslında bir rastlantı
sonucu hayatta kalma durumu ile karşı karşıya kaldık ve biz Y
jenerasyonu olarak bunu ilk defa deneyimledik. Bizden önceki
jenerasyonlar bunu çokça deneyimlemişler ama biz bunu ilk defa
deneyimledik. Bizler mizah ve renk yoluyla bununla başa çıkmayı ve
ölümle oynamayı öğrenmek durumunda kaldık. Ben arada bir
paralellik gördüm. Küçükken de renklere tutunmaya çalışarak ayakta
kalmaya çabalıyorduk, e büyüyünce de pek bir şey değişmedi. Burada
o yüzden ben bu işi birazcık bir jenerasyonun mezarlığı, mayın tarlası,
çiçek bahçesi olarak görüyorum açıkçası.
EE: Eda hepimizin korkularını taşıyan kapsülleri estetik nesnelere dönüştürerek elle tutabileceğimiz, korkmadan bakabileceğimiz yani yüzleşebileceğimiz somutluğa ve mesafeye getiriyor. Bizi unutmalarımızla yüzleştiriyor, üstünü örttüklerimizle, normalleştirdiklerimizle yüzleştiriyor. Unutmanın imkânsızlığı ile yüzleştiriyor.
ES: Yaşanmışlıkların üstüne başka yaşanmışlıklar eklendiğinde en altta kalanın hakikaten canı çıkıyor ve yokmuş, hiç yaşanmamış muamelesi görebiliyor. Bu sergi en altta kalanı, bir üstte yatanı, onun üstünde duranı ve diğerlerini gözler önüne seriyor ve hak ettikleri önemi vererek önce görsel bellekte, ardından hafızanın derinliklerinde bir yere konumlandırıyor. Buluntu objelerin kullanımı görsel bellek için önemli. Buluntu objeler, gerçeği yansıttıklarından, hafızada açık ve açıkta olan bir yaraya tuz basıyor. Anımsama eylemi bu noktada devreye giriyor. Bu anımsama anı, “Neler yaşamışız biz ya!” serzenişli bir soru ile birlikte geldiğinde asıl konuşulması gerekenler konuşulmaya başlanıyor: “Neler yaşıyoruz biz?”
Bence şeyi de söylemek önemli. Burada dört tane kat var ve Ekmel’le biz bu
katları hep konuşurken sanki hafıza ve katmanları gibi de konuştuk.
Katlarda yükseldikçe hafızada derinleşiyorsun. Alt katta Twisteryard ile
başlamamızın en bence büyük sebeplerinden biri sindirmesi en rahat iş
oluşu. Gittikçe soyutlaşıyor işler.
Çiçekli Gaz Kapsülleri, (Korktum projesinin ilk işlerinden) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Bu işimin adı Floral Gas Capsules, yani Çiçekli Gaz Kapsülleri. Burada bir zıtlık aslında var, şu an tam olarak göremediğimiz. Bunlar birer gaz kapsülleri, her biri nadide gaz kapsülleri ve etraflarındaki kumaşlar da Hindistan’dan edinmiş olduğum renkli ve çiçekli kumaşlar. Şimdi özellikle ben o bölgeden kumaşlar edinerek bu işi yapmak istedim; çünkü Hindistan dediğimiz yerde, o bölgede, ölüm yüceleştirilen bir kavram, beklenen bir kavram. Ölüm bizde olduğu gibi öldüren ve yok eden bir kavram değil; ve bu ölüm nosyonundaki bu zıtlık aslında bu kapsüllerini daha etkili bir şekilde saklanabilmesine vesile oldu. Böylelikle bunlar bir vitrin objesi gibi sergilendiğinde kimse onların kapsül olduğundan şüphelenmeyecek ve onlar beğenilebilir birer obje halinde kalabileceklerdi. Bir yandan aslında kara bir gerçeği örtüyor, buradaki amaç o, üzerinde gerçekten örtü kumaş sererek o kara gerçeği saklıyor fakat buradaki asıl amaç o gerçeği korumak. Çünkü burada, gerçeklerin unutulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Art arda o kadar fazla şey oluyor ki, o birikim hatırlamayı imkânsız kılıyor…
EE: Hafıza aslında hatırlamak ile unutmak arasında bir ilişki aslında, hatırlamaktan olduğu kadar unutmaktan da oluşuyor. Bizim bu ilkedeki hafızamız hele hele resmi hafızamız unutmak üzerine inşa edilmiş. Eda’nın burada yaptığı bunları dönüştürürken unutturmaya çalışmak değil, tam tersine o gerçeklik orada duruyor, ne kadar dönüştürürseniz, ne kadar gizlemeye çalışırsanız, ne kadar sindirilebilir hale getirmeye çalışırsanız çalışın bu nesneler hafızayı tetiklemeye devam ediyor. Oradaki varlığıyla sürekli bize unutmamamız gereken yaşanmışlıkları hatırlatıyor.
ES: Alt metni tamamen bu unutma ve hatırlama eylemi üzerine. Ama aynı zamanda aksiyon bazında baktığımızda da koruma ve saklama, onlar da aynı anda ilerliyor. Bir yandan koruyorsun, bir yandan saklıyorsun; saklamak durumundasın, koruyabilmek için.
Temizlik Katı, (sesli yerleştirme) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
İlk iki katta saklanmış dönüştürülmüş nesnelerle karşılaşıyorken burada nesnelerin kendileri ile karşılaşıyoruz değil mi?
ES: Burada ne kadar duyuluyor bilmiyorum kameradan ama arkada bir ses yerleştirmesi var. Bu yerleştirme aslında bir temizlik sesi. Oradaki o hatır hutur ve takır tukur olan ses aslında bu kapsüllerin birbiri ardına temizlenme sesleri. Şimdi bunların temizlenmesinin şöyle bir önemi var; alt kattakilerin hepsi temizlenmiş gaz kapsülleri, koku yaymıyor. Bunların üzerinde acayip korkunç bir koku var, hani gözyaşı çıkartacak kadar kötü bir koku ve kara lekeler var, hem literal hem duygusal mânâda da, maalesef. Burada gördüğümüz gaz kapsülleri ise hiç dokunulmamış buluntu objeler şeklinde sergileniyor. Çünkü burada şeye değinmek istedik: Bütün bunlar yaşandı ve bunların hafıza tarafından kompartımanlara yerleştirilip üzerlerinin örtülmesi bunların yaşandığı gerçeğini değiştirmiyor. Ve bunlar hakkında konuşmamız da lâzım. Ve yeterince konuşmadığımızı da düşünüyorum, Ekmel de aynı şekilde, o yüzden zaten bence beraber rahat çalışabiliyoruz. O yüzden bunları bu şekilde sergilemek istedik.
Yüzleşme bizim için toplumsal olarak önemli bir terim, önemli bir sözcük. Yüzleşebilmeyi becerebilmemiz lâzım ama yüzleşebilmek için önce hatırlamak, hatırlamayı becerebilmemiz lâzım; hafızayı tetikleyebilmek lâzım.
Ben şuna inanıyorum hafızayı hafızadan silmek temizlemek anlamına gelmiyor. Bir şeyleri kabullenip, içselleştirip yüzleşince o berraklığa insan ulaşabiliyor. Bunu fiziksel mânâda yapınca da öyle, ruhsal mânâda yapınca da öyle. Biz bunu toplumsal olarak katiyen zaten yapmıyoruz hani ruhsal mânâda ve sildiğimizi zannediyoruz ve onlar akümülatif bir şekilde burada böyle kalıyorlar. Sonra da kişisel travmalara dönüşüyorlar ve bastırılmış öfke olarak ortaya çıkıyorlar.
Yaralı Anlar, (Korktum projesinin son çalışması) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Yaralı Anlar aslında bir anın somutlaştırılmış halidir. Bu gaz kapsüllerinin üzerlerinde hepsinin bir ibare yazar. 120 metre bir atış mesafesi var bu gaz kapsüllerinin. Ve gördüğünüz üzere hiçbiri o mesafeden atılmamış. Acayip orantısız bir şiddet kullanıldı o dönemlerde. Şimdi bu kapsüller fırlatıldığında insana, hayvanlara, ağaç kenarlarına, kaldırım kenarlarına bir yerlere çarpıyor. Çarpınca da ezilip bükülüyor. Üzerlerindeki o şu an o büküklük ve eziklik uygulanan şiddetin birebir aynası niteliğinde aslında. O hiddeti okuyabiliyoruz bu işin üzerinden. Burada ben bu kapsülleri, yani ben uzun zaman geçirdim bunlarla, çünkü bana hep bunlar insanvari/heykelvari figürler gibi göründüler. 11-12 cm boylarına rağmen ben onları koca koca gördüm. Buna ancak kat kat beyaza boyayıp zımparalayınca erişebileceğime inandım. Çünkü ışık gölge hasarları çok daha net bir şekilde ortaya çıkaracaktı, hakikaten öyle oldu. O yüzden bunlar daha soyutlaştırılmış bir şekilde aslında şiddeti okumamızın en bence rahat yolu olduğunu düşünüyorum.
Twisteryard, (Oynarız projesinin ilk işlerinden) 2013, Fotoğraf: Ekmel Ertan
Ve son soruyu Eylül ayında sergi açılışı için yaptığımız canlı yayında da konuştuğumuz bir kaç önemli konuya ithafen sormak istiyorum. Belleğimizi biçimlendiren anlatıları kim hikâyelendiriyor? Ve sizce, ortak hafızanın etkileriyle neleri hatırlıyor neleri unutuyoruz?
EE: Ortak hafıza seçicidir, hatırlamak kadar unutmaktan da oluşur. Bir tekillikten söz etmek mümkün değil ortak hafıza dediğimizde. Ortak bir hafızadan ziyade ortak hafızalardan söz ediyoruz, hepimizin Ben’i gibi ortaklıklarımız da farklı hafızaların kesişiminde oluşuyor. Aile ortak hafızanın işlemeye başladığı en küçük grup. Sonra başka bir araya gelmeler okul, iş vs. gibi başka ortaklıklar, başka ortak hafızalar yaratıyor. Hatırlamak hikâye etmekle ilişkili. Hikâyeler hafızayı oluşturuyor. Bazı ortaklıklar kendiliğinden oluşup hafızasını yaratıyor. Bazı ortaklıkları unutuyoruz, hiç yaşanmamış oluyorlar. Bazı ortaklıkları ise hikâyeleri yüzünden seçiyoruz; ortak hafızasına dahil olmak kendi varlığımızla hikâyesini yeniden üretmek, kendi hikâyemiz yapmak, ortak hafızaya katmak istiyoruz.
Eda’yı bu işleri ile davet ediyorken aslında benim niyetlerimden biri de
aslında Gezi’yi yaşamış genç kuşağın deneyimini ve algısını aktarabilmekti.
Bizler, yani benim kuşağım bu süreçleri çok daha dramatik yaşamışken ya
da yaşıyorken Eda’nın kuşağının kattığı bir mizah var ;bu işlerin hepsinde o
mizah görünüyor. Ama o mizahın arkasında hazin bir gerçek; acı, korku ve
endişe de. Bu kuşağın başarısı galiba mizahla dram arasında o dengeyi
kurabilmesinden geliyor ki bu anlatıyı ve anlatımı güçlendiren bir unsur. Bu
mizah unsuru yüzünden izleyici bu işlerle çok kolay iletişim kurabiliyor; bir
yükün altına girmeden hafif bir temasla ilişki başlıyor; sonra ardındaki
ağırlığı yüklenip yüklenmemeyi izleyici kendisi seçiyor.
Bellek Nesneleri toplumsal -ortak- hafızamıza dokunuyor. Bellek hatırlamak kadar unutmakla da ilgili. Belleğimizi ve dolayısı ile bizi şekillendiren şeyler hatırladıklarımız değil unuttuklarımız olabilir. Unuttuklarımız yüzünden bu kadar acı taşıyor olabiliriz, hatırladıklarımız yüzünden değil. Hiç dinmeyen unuttuklarımızın sızısı olabilir, hatırlamadıklarımızın değil. Ortak hafızamızdaki boşluklar yüzünden barış içinde bir arada yaşayamayan bir toplumuz. Hatırlamalı ve yüzleşmeliyiz. Hatırlamamız gereken o kadar çok şey var ki; önce unutmalarımızla yüzleşmeliyiz. Bellek Nesneleri bir küçücük aralık açarak bunu yapmaya çalışıyor.
Bir tane toplumsal bellek yok aslında, çeşitli ortaklıkların hafızaları var. Bazı
ortak hafızalar daha geniş bir katmana yayılıyor. Gezi bunlardan bir tanesi
aslında; Ya da bunun gibi belirleyici, toplumu dönüştüren yaşam anları var
ve bunların ortak hafızada yer alması, Eda’nın çok iyi ifade ettiği gibi
temizlenerek yer alması, içselleştirilerek, yüzleşilerek yer alması gerekiyor.
Kimler oluşturuyor bu ortak hafızayı? Hepimiz oluşturuyoruz elbette. Ama
burada bir seçicilik var. Bir yandan resmi ideolojinin oluşturduğu bir hafıza
seti var, ama o yaşamıyor. Ortak “senaryo” belki ama ortak hafıza olamıyor;
unutturmalarla müştereklerimizin bilgisini azaltıyor. Bizim buradaki
çabamız o unutmayı aşabilmek; yeniden hatırlayabilmek.
Eda’nın bu işleriyle farklı bağlamlarda karşılaştığımda düşündüğüm aslında
bu işlerin hep birlikte tek ve net bir şey söylediğiydi. Farklı işler ama bence
bunlar aynı setin, aynı bağlamın işleri gibi. Tam da o yüzden burada bir
araya geldiler.
ES: Bir de bence şey var o hikâyeyi kim yazıyor, bence orada şu önemli
hikâyeyi kapsamlı bir şekilde gözlemleyebilenler ve bunu ileride
anımsayabilenler ve en tarafsız ve doğru şekilde aktarabilenler yazıyor. Bu
bir tek anımsamakla olabilecek bir şey değil; yani burada çok katmanlı
kapsamlı bir sürü şey yaşıyoruz aslında ve onları doğru gözlemlemek ve üst
üste yaşıyoruz onlar da birbirine giriyor. Hepsi lâzım bence burada o
aktarım sürecinde.
Comments