top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Meraklı Nesneler / Düşünce Nesneleri

İstanbul Goethe Institut’te 13 Şubat’ta açılan, ancak pandemi nedeniyle uzun süre ziyarete kapalı olan Meraklı Nesneler sergisi tekrar ziyaretçi kabul etmeye başladı. Sanatçı Buşra Tunç'un Esîr çalışmasıyla serinin ilkini gerçekleştirdiği, üç aşamalı sergi programıyla nadire kabinelerine çağdaş bir yorum getiren sergi hakkında, Nihan Karahan karantinada serginin küratörü Ekmel Ertan ile görüştü


Söyleşi: Nihan Karahan


Buşra Tunç, Esîr, 2020


Ekmel Ertan’ın küratörlüğünü yaptığı, Düşünce Nesneleri sergisini Mart ayının ikinci haftasında, korona salgınının Türkiye’de de duyulmaya başladığı bir tarihte gezmiş olmak hâletiruhiyemi dolayısıyla bakış açımı mutlaka etkilemiştir. Pandemiyle beraber artık herkesin zihnine ara sıra uğrar olan “dünyanın sonu”na dair birkaç bilinçaltı fikirle gezmiştim sergiyi. Goethe Institut’e gitmeden önce, sergi metnini okumuş ve basın görselini görmüştüm, serginin nadire kabinelerinin çağdaş bir yorumu olacağı aklımdaydı. Sergiyi içinde bulunduğumuz çağa ve medeniyetimize dair arkamızda kalacak olanlara bakar gibi gezdim. Bizden geriye ne kalacak? sorusuna Buşra Tunç’un Esîr adlı yerleştirme grubundan aldığım yanıt, “ışık”tı -teknoloji ve bilgi akışının temsiliydi bence- venadire kabinesinde yer almasına rağmen muhafaza edilmesi imkânsız bir nesneydi…



Buşra Tunç, Esîr, 2020


Dilerseniz Meraklı Nesneler sergi serisinin arkasındaki fikirden başlayalım. Düşünce Nesneleri, Bellek Nesneleri ve Arzu Nesneleri olmak üzere üç bölümden oluşuyor ve Goethe Institut’de henüz serginin ilk aşaması gerçekleşiyor. Goethe Institut’un Beyoğlu’ndaki ince uzun binasının dört katının her birindeki merdiven nişlerinde, içerisinde neon ve floresan ışıkların bulunduğu deney ya da numune tüplerinden oluşan, mimar ve sanatçı Buşra Tunç’un yerleştirmesini görüyoruz. Bu ilginç alanda sergi yapma fikri ortaya nasıl çıktı?

Goethe Institut bir süredir Yeni Çarşı Caddesi’ndeki binasının dört katında, merdiven sahanlığındaki nişlerde üçer aylık sergiler düzenliyordu. Bana 2020 için planlanan sergileri düzenleme önerisi Goethe Institut’den geldi.

Goethe Institut binası, kütüphaneyi kullanan okuyucuları, düzenli edebiyat etkinliklerinin katılımcıları, teras katındaki restoranın müşterileri ve esas yoğunluğu oluşturan dil okulu öğrencileri ile çok kullanılan kamuya açık bir mekân. Özellikle haftanın yedi günü dil okuluna gelen farklı yaş ve eğitim seviyelerindeki öğrenciler, profesyoneller, mülteciler, akademisyenler yaş ve eğitimlerinin yanı sıra farklı sosyal arka planlarıyla da bir galeride karşılaşma imkânı bulamayacağımız çeşitlilikte bir izleyici kesiti oluşturuyor. Bu çokluğa ve çeşitliliğe ulaşma düşüncesi başlı başına heyecan verici.


Öte yandan müze veya galeri dışında, yani “sanata ayrılmış” olmayan bir alanda sergi yapmak ve mekânın kullanıcısını bir süreliğine sanat izleyicisine dönüştürme ihtimali de heyecan verici. Belki de hep olması gerektiği gibi, gündelik rutininizin bir anında sanat eseri ile karşılaşmak hem sanatı hayatın zeminine indiriyor hem de sanat eserinin ve dolayısı ile sanatçının, entelektüel bir parantezde değil de, gündeliğin sıradan sürekliliği içerisinde izleyicisine dokunmasına, onun hayatına girmesine imkân veriyor. Temel olarak sanatla farklı buluşma, karşılaşma yerleri ve biçimleri önermemiz gerekiyor; Goethe Institut binası bu sosyal ve kültürel zenginleşmeye zemin sağlıyor.


Mekân ve izleyici bağlamında devam edersek, serinin ilk sergisi olan Düşünce Nesneleri’nde Buşra Tunç’un dört parçadan oluşan işi Esîr mekâna müdahale eden bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Kendisine verilen mekânda izleyicinin bakışını beklemiyor, aktif müdahale ile kendisini binanın girişinde, merdiven sahanlığında, erişebildiği alanın tümünde var ederek o bakışı nesnesine çekiyor. Bu anlamda binaya ya da merdiven sahanlığına eklemlenen bir iş değil, onu dönüştüren bir iş. Dönüşen mekân üzerinde izleyicinin rutinine de aynı cezbedici yumuşaklıkla müdahale ediyor ve o göz göze gelme anını Esîr kendisi, izleyicisini beklemeden, yaratıyor.


Sergiyi açan metninizde serginin “nadire kabineleri, laboratuvarlar gibi muhafaza mekânlarının estetiğinden” hareket ettiğini belirtiyorsunuz. Nadire kabinelerinin tarihi Rönesans’a uzanıyor. Bu estetiği nasıl gördüğünüzden bahsedebilir misiniz? Burada estetiği oluşturan unsurlar, dinamikler sizce nelerdir?

Sergi merdiven sahanlığındaki nişlerde gerçekleşecekti. Sergileme alanının parçalı yapısını, boyutlarını ve sınırlılığını bir yandan da serginin bir yıla yayılan üç etaptan oluşmasını bağlam olarak kullanan bir sergi kurgulamak istedim, bunun sonucu Meraklı Nesneler oldu.


Nişler sergilenen eserler için de birer “niş” oluştururken, bir yandan da bina içindeki gezinize zamansal bir dizim yaratarak eşlik ediyor. Dört kata yayılan tüm eserleri görmek ya da tümünün yarattığı atmosferi alana girer girmez algılamak mümkün değil, sergi kendisini sizin hareketinizle tamamlıyor. Bu mekânsal ve dolayısı ile zamansal parçalılık, anlamın eklemlenmesi, bütünlenmesi için kullanılabileceği gibi bir hikâyenin gelişimini kurgulamak için de kullanılabilir, elbet, parçalar ya da işler arasına bir es koymak, onları birbirinden ayırmak için de. Dolayısı ile bu durum mekânın sınırlılığını tersine çeviren, bir anlamda genişleten ve yeni olasılıklara imkân veren bir durum.

Bütün bunlarla, Goethe Institut binasının işler için önerdiği -ya da zorladığı- yerleşim biçimi, bağımsız hacimler oluşturan nişler ve tekrarın oluşturduğu bağ; bir duvarında yükselerek binaya yayılan ve binanın bütününden kendi mekânını yaratarak ayrışacak olan sergi düşüncesi bana wunderkammer’ları hatırlattı.

Nadire kabineleri (wunderkammer) Rönesans düşüncesiyle birlikte 16. yüzyılda ortaya çıkan koleksiyonlar. Aristokrat yönetici ve tüccar sınıfının evlerinde özel olarak tasarlanmış odalarda bir araya getirdikleri garip nesnelerden oluşan bu koleksiyonlar az rastlanır hayvan ve bitki türlerinden, anatomik acayipliklere, zanaatkâr elinden çıkmış usta işi eserlerden, ilginç el aletlerine, uzak yörelerden gelmiş nesnelere ve sanat eserlerine kadar her şeyi bir arada barındırabiliyordu. Sonraları kraliyet koleksiyonlarının ve modern müzelerin atası olan nadire kabineleri Rönesans’ın başında henüz bilim ile sanatın ayrışmadığı, modernist kategorilerin oluşmadığı bir dünyada statü ve zenginlik sembolü olmanın yanı sıra değişen dünyanın yeni ilgi alanlarının, yeni merakların da kayıt yeriydi. Batının bugün hâlâ bir yandan farklı formlarla sürdürdüğü öte yandan yüzleşmeye çalıştığı kolonyalist tarihinde aristokrat inceliklerin maliyeti çok yüksek ve acılı oldu ama ben bu bağlamda nadire kabinelerini genişleyen ve değişen dünyanın her yerinden Batı’ya akıtılmaya başlayan “şey”lerin bilgisinin süzüldüğü, merakın nesneleştiği yerler olarak düşünüyorum. Merak Nesneleri fikir olarak buradan çıktı, bugünkü dönemeçte biz hangi merakların peşindeyiz? Sonra vurguyu nesneye değil de meraka yönlendirmek için başlığı Meraklı Nesneler yaptım; merak taşıyan, merak uyandıran nesneler. Yıla yayılacak üç sergi yapma imkânı bu fikri bir seriye dönüştürme şansı verdi ve Düşünce Nesneleri, Bellek Nesneleri ve Arzu Nesneleri’nden oluşan üç bölümlü Meraklı Nesneler ortaya çıkmış oldu.


Eninde sonunda hepsi ortak çağrışımlar yapsa da nadire kabineleri, Türkçesiyle nadir, az bulunan, genel geçer olmayan dolayısı ile kıymetli olana; Almancasıyla da (wunderkammer) mucizevi, olağanüstü ve harika dolayısı ile nadir ve kıymetli olana işaret ederken İngilizcesi (cabinets of curiosity) tuhaf ve merak uyandıran şeye işaret ediyor. Bu sergi (Merak Nesneleri) nadire kabineleri ile ilişkisini tuhaflık ya da olağanüstülükten çok merak ve ilgi üzerinden kuruyor. Sanat eseri zaten tekilliği ile nadir olanı bir adım daha öteye taşıyor.


Birkaç on yıldır bir dönüşüm sürecinde yaşadığımızın farkındayız. Son aylarda yaşadığımız salgınla birlikte bu değişim radikal bir hal aldı ve birçok yanıyla görünür hale geldi. Sergi kurgulanırken ve açıldığı sırada henüz salgın başlamamıştı. Dünya hızla değişiyor ve artık değişimin hızı bizim bedensel kapasitelerimizle algılayabileceğimizin ötesine geçti, geçiyor. Yaşadığımız hayatların aktörleri olmaktan çıktık, kontrolü kaybediyoruz. Sürekli ve dolaylı olarak bilinçsizce üretiyor ve daha büyük bir hızla tüketiyoruz. Salgın bu süreci başka bir seviyeye taşıdı, hayat yavaşladı ama değişim yavaşlamadı. Dünyanın uzun süreceğe benzeyen, yeni bir aydınlanmayı önceliyor olmasını umduğumuz bu alacakaranlık geçiş döneminde, bilgi ve nesneler üstel bir hızla çoğalmaya devam ederken yeniden anlama, anlamlandırma ihtiyacımız ve merakımız da aynı hızla artıyor. Meraklı Nesneler sanatçılardan bugüne dair meraklarını nesneleştirmelerini istiyor.



Buşra Tunç, Esîr, 2020


Buşra Tunç’un Esîr adını taşıyan söz konusu yerleştirme grubuna değinecek olursak; ışığın muhafaza edilmeye çalışıldığını ya da ışıklar üzerinde bir deney yapılmakta olduğunu çağrıştıran, nadire kabinelerinin bir çağdaş yorumu. İşleri gördüğümde, ben bu çağdan muhafaza edebileceğimiz tek şeyin “ışık” olduğu fikrine kapıldım. Sanatçının yerleştirmesini Esîr* olarak adlandırmasının sebebi de belki budur? *Atomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu varsayılan, ağırlığı olmayan, ısı ve ışığı ileten töz.

Döneminde nadire kabineleri Naturalia, Arteficialia, Scientifica gibi doğal, insan yapımı ya da bilimsel nesnelerin sınıflandığı bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlemeye referansla, ben de sene içerisine yayılacak üç sergiyi Düşünce Nesneleri, Bellek Nesneleri ve Merak Nesneleri olarak belirledim. İlk sergi olan Düşünce Nesneleri için Buşra Tunç’u davet ettim. Düşünce Nesneleri ile belli düşünce pratiklerine değil düşüncenin soyut nesnesine işaret etmek istedim. Böyle bir nesne var mı, o şey bir nesne mi bilmiyorum. Buşra ışıkla çalışıyor. Konuşmalarımıza Buşra’nın yorumu Esîr oldu. Bu bağlamda Esîr çok katmanlı bir iş olarak çıkıyor karşımıza, laboratuvar estetiğinden yola çıkarak kendi kabinelerini ışıkla kurdu Buşra. Işığı “nadire” haline getirdi; düşünceyi ışıkla nesneleştirip kavanozlara koyarak nadireler olarak sergiledi.


Soruyu sorarken açıkladığınız gibi Esîratomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu varsayılan, ağırlığı olmayan, ısı ve ışığı ileten töz”, belki de, “düşünce”. Meraklı Nesneler sergisi bağlamında Buşra’nın işinin çok katmanlılığı adıyla, düşünceyi evrenin tözü olarak sunmasıyla başlıyor, sonra onu ışık olarak mekâna yayıyor, “atomlar arasındaki boşluğu” ışıkla dolduruyor. Sergi metninde de yazdığı gibi nadire kabinelerine itirazla başlıyor işe, sıradan bir endüstri ürününü aracı ediyor düşünceyi nesneleştirmeye, “Floresanının sıradan bir endüstriyel nesne olmasının yanı sıra ışığı ve boşluğu sergileme fikri nadire kabinelerinin biricik ve kıymetli nesneleri toplama ve saklama geleneğiyle çatışır.” Öte yandan sıradan nesnelerle dolu laboratuvarlar da nadire kabineleri değil mi; hem düşüncenin kendisinin, hem de sonrasında seri ürüne dönüşecek olan nesnesinin nadireleri olduğu kabineler… Buşra Esîr’i mekâna özgü bir iş olarak bu sergi için tasarladı ve üretti.


”Düşünce nesneleri” dolayısıyla Buşra Tunç’un bu yorumunda ışık huzmeleri. Gelecek sergilerdeki bellek ve arzu nesneleri kavramlarına belki daha aşinayım, hatırlatan nesneler ve arzulanan ya da arzulanana dair nesneler aklıma geliyor. Düşünce nesneleri nasıl tanımlanabilir?

Düşünce, bellek ve arzu hayatlarımızın -belki, varoluşumuzun- üç hâli. Sonsuz düşünce içinde bellek ile arzu geçmişimizle geleceğimiz gibi. Üçü içerisinde gerçeğe mahkûm olan sadece bellek; sadece yaşadıklarımızın anısına sahibiz. Bellek Nesneleri, soruda söylediğiniz gibi somut gerçekle bağ kuran, oradan yola çıkan işlerden oluşacak.


Son olarak sizden merakıma yenilip serinin gelecek sergileri Bellek nesneleri ve Arzu nesneleri ile ön bilgi rica etsem?

Bellek Nesneleri için Eda Soylu ile çalışıyoruz. Eda işlerini bu mekân için düzenliyor veya yeniden üretiyor. Bellek Nesneleri’ndeki merakımız bir kavram olarak belleğin nesneleştirilmesi değil. Nesneleştirmeye çalıştığımız, bireysel belleklerimiz ile toplumsal bellek arasındaki kimi zaman acılı çatışma.

Salgın dolayısı ile Mayıs başında açılması planlanan sergi 17 Eylül’e ertelendi. Bu sürede Esîr devam edecek, bu da yarıda kalan serginin telafisi için iyi olacak; hâlâ görmeyenler Eylül ayına kadar Düşünce Nesneleri’ni görebilir. 17 Eylül’den itibaren Eda Soylu’nun işlerinden oluşan Bellek Nesneleri gösterimde olacak. 2021’in ilk çeyreğine ötelenen Arzu Nesneleri ise dört sanatçının arzuyu nesneleştirdiği işlerden oluşacak.


Commenti


bottom of page