Teneke oyuncak koleksiyonundan merak saldığı yemek kültürüne, İngiltere yıllarından Akademi’deki eğitmenliğine, A4 Ofset’in kurucusu Alparslan Baloğlu’nun yaşam hikayesi...
Alparslan Baloğlu, Fotoğraf: Bülent Özgören
Siz de benim gibi ilginize mazhar olan bir sanatçı kitabını elinize aldığınızda hangi matbaada basıldığını merak edip kitabın künyesine bakanlardansanız A4 Ofset ve bu matbaanın kurucusu olan Alparslan Baloğlu ismi size pek yabancı gelmeyecektir.
Bu iki isim, birbirini tanımlar ve tamamlar diye düşünürseniz biraz yanılgıya düşmüş olursunuz. Birazcık Alparslan Baloğlu’nun yakınında, yöresinde bulunmaya başladığınızda onu sadece A4 Ofset’in kurucusu olarak tanımlamanın yetersiz ve eksik olduğunu fark eder, bir matbaa sahibi olana kadar geçirdiği süreci merak edersiniz. Ben de bu merakıma mucip olan sorularıma cevap aramak için kendisinden bir randevu talep ettim. Ama talebimi dile getirirken “Aman çok yakın zamana bir tarih vermeyin, azıcık dersimi çalışıp ödevimi yapayım da öyle karşınıza çıkayım,” dediğimde bana, nazik bir ses tonuyla “Ödev kelimesini pek sevmem, üniversitede öğrencilerime de ‘sizden ödev yapmanızı istemiyorum, ödev kelimesi geride bıraktığınız yıllara ait bir pratiğin ismi olsun, artık donanımınızı arttıracak farkındalık çalışmaları yapacaksınız ve bu çalışmaların adı ödev olmayacak,’ derim. Siz gelin, rahat rahat sohbet eder, kahvemizi içeriz,” yanıtını verecek kadar da hoş gönüllüdür.
Alparslan Balolu, Sanat Olarak Betik 1980, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Saly Araştırma, Ahmet Öktem Arşivi, Fotoğraf: Ahmet Öktem
Alparslan Baloğlu, asker bir babanın ilk çocuğudur. Her asker çocuğu gibi Anadolu’da gezmedik ilçe, görülmedik şehir bırakmayanlardan değil; tam tersi belleğine kazınan yer Sapanca’dır. Babası burada görevlidir, aile daha sonra da Bursa’ya yerleşecektir. Alparslan Baloğlu, ilkokulu ve Bursa Erkek Lisesi’ni burada bitirir.
İlkokuldan beri resme olan ilgisi nedeniyle tahtaya çizilecek resim, hazırlanacak şekil ya da kronolojik tablolarda, kısaca görsel iletişim gerektiren tüm çalışmalarda öğretmen tarafından sınıfta görevlendirilen öğrencidir. Bu durum Bursa Erkek Lisesi’nde okurken de devam eder. Okulun orkestrasının sahne tasarımından, oyun dekorlarının hazırlanmasına kadar her şeyde parmağı vardır. Bu nedenle sanat eğitimi almaya yönelmesinde çok da şaşılacak bir durum yoktur. Anne ve babasının desteği de, ailesinin ona dair öngörüsü hakkında bir fikir verir.
Alparslan Baloğlu, Akademi’nin sınavlarına da başvurur ama öncesinde girdiği üniversite seçme sınavında Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazanır. Akademi’yi (o zamanki adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) kazanamazsam diyerek bu fakülteye kaydını yaptırıp bir hafta boyunca birkaç derse girer ama dersi dinlemekten çok, pencere kenarındaki yerinden kolayca gördüğü Tıp Fakültesi’nin kadavra bölümünde yapılanları seyreder. Akademi’nin sınav sonuçları açıklanınca iktisat fakültesinden kaydını sildirip günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi diye bilinen okulun resim bölümüne geçer.
Alparslan Baloğlu, Bir Metrekare Toprak, Arazi Sanatı, 2015
Sanat eğitimi için ailesinden tam destek almasına rağmen Baloğlu’nun anneannesi için bu durum pek de anlamlı değildir. Çünkü torununu her gördüğünde “Sen ne olacaksın?” sorusuna aldığı “Ressam olacağım,” cevabı onu pek tatmin etmez. Aynı soruyla birçok kez karşılaşmaktan usanan Baloğlu’nun imdadına annesi yetişir: “Oğlum, şu kadıncağıza bir gün de resim mühendisi olacağım desene!” Anneannesinin hem içi rahatlar hem de artık dost sohbetlerinde torununun ne okuduğunu soranlara biraz da göğsünü kabartarak vereceği cevap hazırdır: “Resim mühendisi olacak torunum.”
Akademi yılları
Alparslan Baloğlu, Akademisi’ye 1974-75 döneminde girer ve Adnan Çoker atölyesinde eğitimine devam eder. Adnan Çoker atölyesi sadece Adnan Çoker’in ismiyle var olan bir atölye değildir. Asistanlarıyla da farklı bir atölye olduğu tüm akademi öğrencileri tarafından bilinir. Atölyenin asistanlarından biri de Şükrü Aysan’dır ve Alparslan Baloğlu’nun sanatsal yaşamının temellerinin atılmasında önemli bir yere sahiptir. Şükrü Aysan, Duchamp sonrası sanatla ilgili sorular sorar, öğrencilerine daha analitik düşünmenin yollarını açacak yönlendirmeler yapar. Alparslan Baloğlu, bu sorulara cevap arayan bir grup içinde yer almaya başlar fakat bir süre sonra Adnan Çoker atölyesinden Dinçer Erimez atölyesine geçmek zorunda kalır. Zira girmesi gereken sınavlara girmeyerek, yapılması zorunlu olan işleri yapmayarak, kendince klasik akademik eğitimi protesto etmektedir. Bu durumun atölyenin çalışma düzenini ve disiplinini bozduğunu düşünen Adnan Çoker, nazik bir ifadeyle kendisine yeni bir atölye bulmasını söyleyecektir. Dinçer Erimez atölyesi kalabalık bir atölyedir. Alparslan Baloğlu’nun o dönem yaptığı resimler ise şövale üzerinde dikey çalışılan işler değildir; tuvallerini yere sererek pistole ile çalışmaktadır ve geniş bir alana ihtiyacı vardır. Durumu atölye hocası Dinçer Erimez’e aktarınca şöyle bir anlaşma yaparlar: Atölyede çalışmaktan muaf kılınacak, yoklamada yok yazılmayacaktır, karşılığında da kendisi Dinçer Erimez’e her hafta bir iş getirecektir. Sözünü tutan Alparslan Baloğlu, her hafta hocasına bir iş getirir.
Marangozlar İçin Sanatsal Ölçüler, 1984, 25/25 adet, Betik / Sanatçı Kitabı
Mezuniyet dönemi yaklaştığında Akademi’de “büyük devre” denilen son notlamada öğrenciler, atölyeye başladıkları günden itibaren gelişimlerini ortaya koyan işlerini sergileyerek jüriden aldıkları puana göre mezun olmaktaydılar. Alparslan Baloğlu, kendisine sunulan oldukça geniş alan içinde, işlerini dikey panolara yerleştirmenin yanı sıra zemine de sererek son sınavına girer. Notlamayı yapan jüri Neşet Günal, Özdemir Altan, Adnan Çoker, Dinçer Erimez ve Devrim Erbil’den oluşmaktadır. 20 tam puandan geri sayılarak yapılan notlamada sıra Alparslan Baloğlu’na geldiğinde 20 anonsu ile birlikte önce Neşet Günal elini kaldırır ve hemen arkasından diğer jüri üyelerinin de elleri havaya kalkar. Baloğlu, 20 tam not alarak okuldan mezun olur.
Sanat Tanımı Topluluğu
Alparslan Baloğlu’ndan bahsetmeye devam ederken Sanat Tanımı Topluluğu’na (STT) değinmeden geçemezsiniz. STT, 1970lerin sonlarına doğru kavramsal sanat üzerine soru sormak, düşünmek, konuşmak ve bunlardan çıkarımlar yapmak üzere kurulmuş bir sanat inisiyatifidir. Bu topluluğun kurucuları başta Şükran Aysan olmak üzere, Ahmet Öktem ve Serhat Kiraz’dan oluşuyordu. Alparslan Baloğlu ve Ergül Özkutan da bu toplantıların davetlisi olan Akademi öğrencileriydi. STT toplantılarında kavramsal sanatla ilgili sanatçı ve felsefecilerin işleri okunup üzerinde analizler ve sohbetler yapılıyordu. Bu durum doğal olarak henüz genç yaşlarında olan bu sanatçıların sanat üzerine düşüncelerini ve sanat pratiklerini de etkiliyordu. STT’nin ilk resmi adresi, Kazancı Yokuşu’nda Sağıroğlu Sokak’taki Bilun Apartmanı’nın ikinci katıdır; STT’nin ilk etkinlikleri de burada yapıldı. Halka açık ilk sergisi ise Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde olur ve bu sergiye İsmail Saray ile birlikte konuk sanatçı olarak Alparslan Baloğlu da katılır. STT’nin ilk toplu sergisi olması açısından önem taşıyan bu sergiyle sanat ortamında yenilikçi tavrın üretimleri olan işler görülmeye başlar. Tabii ki Yeni Eğilimler sergisinin ilkinin bu dönemde gerçekleştirilmiş olması bu üretimlerin artmasına neden olur. Alparslan Baloğlu, 1980’lerin sonlarına doğru Yılmaz Aysan, Serhat Kiraz, Ahmet Öktem, Ergül Özkutan’ın hayata geçirdiği, Zerrin İren Boynudelik’in koordinatörlüğünde hazırlanan KORİDOR’un oluşumunda yer alır. KORİDOR, 1988-1995 yılları arasında sadece abonelerine ve abone sayısıyla sınırlı sayıda üretilen bir gönderi yapıttır. Bu portfolyonun içinde avangard sanatla ilgili özgün metinler, çeviriler ve özgün sanat yapıtları bulunur. KORİDOR abonesi olmak, hem yapılan işi desteklemek anlamında bir katılım, hem de sanat izleyicisi kimliğiyle bu işin içinde olma kararlılığını gösterme biçimi olarak Türkiye çağdaş sanatının tarihinde önemli bir duruştur.
Alparslan Baloğlu, Snapshots, 1984 Buluntu nesne, 8,5 x 15 cm
Alparslan Baloğlu, Akademi’den mezun olduktan sonra İngiltere’ye gider. Niçin Almanya ya da Fransa değil de İngiltere sorusuna, “O dönem ilgi alanıma land art, Richard Long, Art and Language grubu girmeye başlamıştı. Anglosakson düşünce geleneğiyle ortaya çıkmış sanat bileşenleriyle, bir akım dışında kalmayı tercih eden bağımsız bireysel sanatçılar ilgimi çekiyordu. Ayrıca dünyanın artık tek bir dille değil, ikinci dille kavranacağı konusunda düşüncelerim beni İngiltere’ye gitmem yolunda cesaretlendirdi,” diye yanıt veriyor. Londra’daki ilk sekiz ayında dil eğitimi alır, sonrasında ise Goldsmith College of Art’a yüksek lisans başvurusunda bulunur. Tam zamanlı eğitim bedeli binlerce pound olan okula kabul edilen Baloğlu, Londra Büyükşehir Belediyesi’nden aldığı bursla yarı zamanlı öğrenci olarak yılda 360 sterlin ödeyerek okula kaydını yaptırır. Yakın arkadaşları Faruk Ulay ve Zafer Baran’ın aynı okuldaki deneyimleri ona bu konuda yol gösterici olmuştur. Üç sene boyunca Londra’da yaşayan Baloğlu ile İsmail Saray’ın dostlukları orada da devam eder. İsmail Saray, eşi Jenny ile birlikte bir işgal evinde yaşamaktadır. Bu ev sadece barındıkları bir yaşam alanı değil, aynı zamanda And isimli sanat dergisinin çıkarıldığı ve çeşitli sergilerin yapıldığı alternatif bir mekân, bir açık sanat paylaşım alanıdır. Londra’da çeşitli etnik azınlıklara ait sivil toplum kuruluşlarında çalışmak, sanatsal pratiklerin içinde olmak ve bir yandan da eğitimine devam etmek Alparslan Baloğlu’nun insan olarak gelişimine katkı sağlayan bir süreçtir.
A4 Ofset
Üç senenin sonunda Türkiye’ye döner. Akademi’deyken almak zorunda olduğu sertifika programlarından biri olan gravür ve taş baskı atölyelerinin ileride A4 Ofset’in temellerinin atılmasına neden olacağını kim tahmin edebilirdi? Sanatsal baskı teknikleriyle tanışması ve bu tekniklerin onda iz bırakması muhtemelen böyle profesyonel bir işin içine girmesini kolaylaştırdı.
20. Yüzyıl Eşzamanlı Buluşlar Kutusu, 1989, “10 sanatçı 10 iş: A”, Atatürk Kültür Merkezi Salt Araştırma, Ahmet Öktem Arşivi,
Fotoğraf: Ahmet Öktem
Bu baskı teknikleri meselesi ileride yapacağı teneke oyuncak koleksiyonculuğunun da başlangıç sebebi olacaktır. Hayatını kazandığı ofset baskı tekniğinin teneke oyuncaklar üzerinde görülmeye başladığı yıllar ve o yıllar sonrasında üretilen teneke oyuncaklar, bu alanda geniş bir koleksiyona sahip olmasını sağlayacaktır. Kağıttan farklı bir taşıyıcı yüzey olan teneke üzerine uygulanan baskı tekniklerinin ilgisini çekmesi doğaldır. Oyuncak deyip geçtiğimiz bu nesne, içindeki mekanik yapıyla, bu mekanik yapının kurgulanıp tasarlanmasıyla, öte yandan bir çocuk için vazgeçilmez bir arzu nesnesine dönüşmesi, zamanla oyuncağın üzerindeki her bir izin hatırlanması ve ilerleyen yaşlarda o nesneye farklı bir gözle bakılmasıyla başlı başına bir dünyadır... Baloğlu’nun koleksiyonunda dört yüzün üzerinde parça vardır, sergileme ve depolama alanlarının giderek azalmasına karşın çoğalan oyuncaklarının geleceği kafasını kurcalamaktadır. Kendi koleksiyonculuğunu sorgulamaya başlar. Her ne kadar teneke oyuncak koleksiyonculuğu yavaşlasa da içine giren virüs onu başka bir yolculuğa çıkarmıştır bile. Sayıları atmışa varan teneke sulu boyalar bu yolculuğun yeni rotasıdır.
Yemek kültürüne olan düşkünlüğü, onu Mutfak Dostları Derneği’nin aktif üyesi yapar ve karşılaştığı harika yemekleri sosyal medyada paylaşır. Paylaşımlarında görsel altına yazdığı her biri diğerinden daha lezzetli cümleleri, Salah Birsel’e olan hayranlığı ile açıklar.
Alparslan Baloğlu, Sadık Karamustafa ve Bülent Erkmen’in davetiyle yirmi yıldır Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Bölümü’nde basım teknikleri dersi veriyor. Bu ders sayesinde öğrencileri, mesleki bir pratiği, onun bilgisi ve deneyimleri eşliğinde tecrübe ediyor.
Sanatçı, kitap yapımcısı, koleksiyoncu, akademisyen ve lezzet avcısı olmak gibi birden çok kimliği içinde yaşatan Alparslan Baloğlu’nun tüm özelliklerinin ortak paydası merak, araştırma duygusu ve detaylara verdiği önem. Sanırım onu Alparslan Baloğlu yapan en önemli özelliği de bu.
Комментарии