top of page

Masallar her zaman pembe değildir


Gülcan Şenyuvalı’nın 04 – 22 Şubat tarihleri arasında Tünel Sanat Galerisi’nde gerçekleşen sergisi Uykudan Önce Masallar, eril ve dişil kavramlarına yüklenen anlamlar ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerine inşa edilmişti. Sanatçı, serginin detaylarını Özgül Kılınçarslan’a anlattı

882 kelime

Gülcan Şenyuvalı, Yemek, Karışık teknik, 25 x 30 cm, 2018

Plastik kökenli bir sanatçı olarak Tünel Sanat Galerisi’nde açılan kişisel serginizde eril ve dişil kavramlarının aile, ev, oyun, oyuncak gibi imgelerle karşılaşmalarından oluşan çalışmalarınızı izliyoruz. Serginin adı Uykudan Önce Masallar, bu önerme büyüklere mi yoksa küçüklere mi? Bir giriş olarak masal ve uyku kavramları sergi ile nasıl bir ilişki içinde?

Bu önerme büyüklere, küçüklerin böyle bir önermeye ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Çünkü onları bu masallarla uyutan bizleriz. Her çocuk dünyaya geldiğinde kendine has kişiliği ve hayal gücü ile dünyaya geliyor. Daha doğduğu andan onları renklerle ayırıyoruz, ne garip değil mi? Çoğumuz bunu yadsımayıp bu duruma hizmette yarışıyoruz. Uykudan Önce Masallar bir deyim olarak orada var. Sorgulaması izleyiciye kalmış.

Sergi seçilen imgelerin yan yana getirilişi hafif bir tedirginlik, gerilim yaratıyor. Nerdeyse 1990’lardan bu yana tekinsizlik duygusu (hem tanıdık bildik olan hem de yabancı olan anlamında) çağdaş sanatın üzerinde çok durduğu bir kavram. Hem geleneksel resim diline kattığınız farklı malzemeler hem de alışık olduğumuz imgelerin bağlamlarını değiştirerek bize hangi masalları anlatmak istiyorsunuz? Bu bağlamda öncelikle serginin kavramsal ve formal çerçevesinden söz eder misiniz?

Yaşadığımız dünya, masallardaki kodlarıyla tekinsiz bir orman ve bizler betondan yaratılmış bu kent ormanlarında korku ve endişe içerisindeyiz. Bize biçilen rollerin dışına çıkmadığımız sürece mutlu sona ulaşacağımız vaat ediliyor. Masallarla ilgili böyle düşünüyorum. Resimlerimde anlattığım herhangi bir masal yok aslında, sadece gözlemlerden ibaret. Resimlerde yer alan imgeler daha çok piyasadaki oyuncak ve biblo figürlerinden oluşmakta. Biblo imgesinin resimlerime dahil olması yaklaşık yedi, sekiz yıl öncesine dayanıyor. 2011’de MAC’ART’ta yer alan kişisel sergimin adı Kırılgan idi. O sergiyle birlikte kırılganlık kavramı benimle yolculuk etti. Fiziksel, duygusal kimi zaman zihinsel kırılganlıklar ve bunlarla ilişkili nesneler üzerine düşünmeye ve onları resimlerime dahil etmeye başladım.

Gülcan Şenyuvalı, Aile, Karışık teknik, 110 x 140 cm, 2015

Uykudan Önce Masallar serginizde kullandığınız renkler, imgeleri olağan olanla hayali olan arasında bir aralıkta bırakıyor. Renk sizin çalışmalarınız da nerede devreye giriyor ya da nerede devreden çıkıyor?

Bu serginin ağırlıklı rengi pembe, çok az mavi ve bezin ham halinin yer aldığı çalışmalar var. Aslında uzun süredir pembe ve tonları üzerine çalışıyorum. Benim için pembenin öncelikli varlığı tenle ilgili olmasıydı. Bu sergide ise ona atfedilen anlamlar üzerine. Pembe ile ilgili yazılanlara baktığımız zaman, şeytanın ve kötülüğün rengi olan kırmızı ile saflığın ve masumiyetin rengi beyazın karışımı olduğunu anlatan açıklamalardan tutunda, pembenin tatlı, güzel, romantik, çekici, kadınsı, yumuşak, sakız tadında bir renk olduğu ve çiçekler, bebekler, kız çocukları ve pamuk şekeri ile anıldığına varana kadar ifadeler kullanılıyor. Kırmızı öfke, hareket, şehvet ve gücü aynı zamanda sıcağı ve arzuyu simgelerken, pembe rengin, kırmızının tatlı yanı sayıldığı ve romantizmi çağrıştırdığı söyleniyor. Bu kadar niteliğinin arasına, pembenin yumuşak tonlarının sessizliğini de ekleyebiliriz sanırım.

Yapıtlar arasında kız kardeş serisi, -tahminen- annesinin kırmızı topuklu ayakkabısına talip küçük kız çocuğu ya da elinde faresini tutan midesinde çiçek olan ergen kız gibi imgelere rastlıyoruz. Bir de yetişkin kadınlar var. Bu yapıtları bir arada tutan denge nedir?

Kadın olmaya dair imgeler bunlar.

Sizce eril ve dişil temsillerin nesneleri neler? Bize, resimlerinizde ara ara karşımıza çıkan kurşun askerlerden ya da küçük figürinlerden, evimizin bir köşesinde işlevsiz, süs objesi olarak bulunan kuş biblolarının sembolik anlamlarından bahseder misiniz?

Eril ve dişil temsillerin nesneleri masum gibi görünen, rahatlıkla evimize ve özelimize girebilen her şey diyebilirim. Bunlar özellikle toplumsal normların kabul ettiği cinsiyet rollerine göre giydirilmiş nesneler ya da görüntüler. Burada kuş, özgür olması gerekeni fakat ötekileştirilen ve savunmasız olanı sembolize ediyor.

Gülcan Şenyuvalı, Pembe Kuş, Karışık teknik, 40 x 50 cm, 2015​

Peki akrilik/yağlıboya gibi resmin medyumlarına dikiş, kumaş, dantel parçaları gibi gündelik hayatın içinden malzeme ve tekniğin dahil olması nasıl bir duygusal ve zihinsel tercihin sonucu?

Bu malzemeler oynama ve prova yapma imkanı sunuyor, bu da heyecanınızı ve merakınızı diri tutuyor. Kolaj tekniği, çalışmanız son halini almadan önce, farklı seçenekler deneme imkanı veriyor. Dijital ortam bunu daha da kolaylaştırıyor ve çabucak sıkılan bizlere alternatifler yaratabiliyor. Boya ise ritüeli olan bir teknik o yüzden sizi sınırlayabiliyor. Onun için ortam hazırlamanız gerek.

Sergideki yapıtları, imgelemin tatlı rüyasından uyandıran ve daha ürkütücü hayaletlerle buluşturan önemli etmenlerden birinin figürlerin yüzünün tanımsız olması diye düşünüyorum. Portrenin anonimleşmesi, figürün yüzünün olmayışı ya da yamalı oluşu, sizce neyi ifade ediyor?

Arızalı, bozuk olanı... Burada arızadan kastım norm dışı olan. Toplumsal normların dışında olanı arızalı ya da bozuk olarak etiketlemenin kolaycılığı.

Serginizde yer alan bazı çalışmalarınızda aile kavramının teatral bir sahnenin içinde kurgulanmış ifadelere dönüştüğünü görüyorum. Sosyal medya, fotoğraf ve video aracılığıyla hepimizi gösterinin bir parçası haline getiren günümüz görsel dünyasında plastik dili kullanarak siz nasıl bir önermede bulunuyorsunuz?

‘Erk’in hizmetindeki toplum, size bir takım görevler, sorumluluklar yükler ve bunları tartışmaya da açmaz. Bu durumu kontrol altında tuttuğu kurum ise ailedir. Rollerin inşası ve idaresi bu teatral sahnede başlar. Ezberimiz olarak, bizi biz yapan ve bir arada tutan şeydir aile. İçinde yaşananlar ise mahremimiz, tabumuzdur. 'Kol kırılır yen içinde kalır' misali. Şiddet ve ensest aile kurumunda yoğun bir şekilde yaşanmasına karşın, mutlu aile parodisinin bir tezahürüdür sevimli biblo aile.

Son olarak sergi ile izleyicinin karşılaşma sürecine dair düşündüğünüz önermeler var mı? Sizin seçtiğiniz imgelerin sembolik referanslarıyla izleyici karşılaştığında nasıl tepkiler veriyor?

Aslında izleyici kısmını pek düşünmüyorum. Çünkü hepimiz kendi deneyimlerimiz, önceki öğrenmişliklerimizle algılıyoruz. Ama genel olarak izleyicinin, imgelerin sembolik referanslarıyla ilgilenmekten çok figürlerin yüzlerindeki deformasyondan rahatsız olduğunu söyleyebilirim.

Comments


bottom of page