top of page

Hayalin hakikatine dair bir deneyim

Geçtiğimiz hafta sonu Anna Laudel’de sona eren Hayal İncedoğan’ın Zamanın Gölgesinde adlı sergisi “unutuldukça hatırlanacak, tarif edilmeye çalışılmadıkça kendini size rüyalar kadar çıplakça anlatabilecek sessizlik ve sahicilikte” bir sergiydi


YAZI: EVRİM ALTUĞ


Hayal İncedoğan, Zamanın Gölgesinde, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz,

Görsel hakları sanatçı ve galeriye aittir


Karaköy Bankalar Caddesi'nde yer alan Anna Laudel’de sanatçı Hayal İncedoğan'ın Zamanın Gölgesinde isimli, beşinci kişisel sergisini tecrübe etme imkânı buldum. Düsseldorf'ta da bir şubesi bulunan, Ferhat Yeter'in direktörlüğü ve Alev Veyisoğlu'nun galeri yönetimini üstlendiği mekânda, Fırat Neziroğlu ve Halil Vurucuoğlu kişisel sergileriyle eş zamanlı, 19 Ocak'a dek yer alan sergi, yine İncedoğan'a özgü, kapsayıcı, titiz ve çok yüzlü bir anlatımın ürünü olarak öne çıkmış gibiydi.


Ele aldığı tema doğrultusunda müzik, sinema ve edebiyatı sarmalayan topyekûn estetik üretimi yaklaşımıyla İncedoğan, bu çalışmasında, “zaman” kavramı üzerinde yeniden düşünmemize vesile olabilecek, felsefî ve duyusal bir iklim oluşturmuşa benziyordu.


Kullandığı ayna, neon, video, ses ve yerleştirme gibi tekniklerle, motif, çiçek, kültürel alıntılar ve özgün desenlerini türlü soyut yapıtlarıyla buluşturan İncedoğan, oldukça melankolik bir bünyeye sahip etkinliği belgeleyen sergi metninde Melike Bayık'ın da, altını çok haklı olarak çizdiği gibi, zamanı “kendi zihninin bir izdüşümü” olarak izleyiciyle paylaşma ve sorgulama yoluna girmişti.

Sergi, izleyiciyi Johann Wolfgang von Goethe'nin, ayna formuyla yansıyan klasik yazı karakteriyle, "Size bir hikâye anlatacağım bu akşam. Bu hikâye size her şeyi aynı zamanda hiç bir şeyi hatırlatmalı..." cümlesiyle karşılıyor ve tıpkı bir çok sanat yapıtının kendi anlatısından önce yaptığı gibi bize bir “başlangıç notası” veya “prolog” armağan ediyordu.


İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'ndeki doktora görevine devam eden sanatçı, kendi yetiştirdiği Echeveria türündeki özel bir bitkinin (Sukulent) gerek soyut, gerekse somut dışavurum potansiyeliyle anlatısını temellendirirken, besteci Engin Bayrak'ın, bu altyapıya akustik olarak kazandırdığı ve sergi video düzenlemesine refakat eden özgün akustik kompozisyonu da, etkinliğin ruhsal manyetizmasını, gerek Doğu, gerekse Batı'ya sırtını dönmeyen bonkör bir çağrışım zinciri içinde perçinliyordu. Videonun nörotik, erotik ve psikotik ifade potansiyeli ise bana bilhassa, soyut dışavurumcu Amerikalı modern kadın sanatçı Georgia O'Keefe'in yakın plan “kült” bitki kompozisyonlarını çağrıştırdı.

Yankı, yansıma, çağrışım, alıntı, kalıntı, hatıra ve bilgi gibi bir çok unsurun, gerek izleyici, gerek sanatçı ve gerekse nesne olarak yapıtlar içinde, birbirleriyle nasıl bir kalıcı ilişki kurabilecekleri gibi, son derece temel estetik meseleler, “zamanın gölgesinde” kalmayı seçen bu yapıtların aslî meselesi haline gelmiş gibiydi.

Bir diğer tarafta ise, karşımıza çıkan büyük ve büyülü, yarı fotografik Adagietto isimli ayna-yapıt üretimleri ile öne çıkan sergisinde, Gölgenin Atlası-Dünya Atlası isimli bronz ve beyaz ayna çalışmalarıyla da, dünyadaki varoluşun diyalektik yorumuna sebatla devam ediyor ve bizi de bu “yetişkin oyunu”na çağırıyor gibiydi, İncedoğan.


Hayal İncedoğan, Zamanın Gölgesinde, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz,

Görsel hakları sanatçı ve galeriye aittir


Aynalar, hem hayata bakışı, hem de kendisiydi aslında, olabildiğince yalıtkan, temiz, anlık ve içten, ancak bir o kadar da narin, kırılgan ve uçuşkan.


Bugüne dek ABD, Almanya, Finlandiya, İspanya ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bir çok noktada yapıtlarını sergileyen sanatçının sergisinin odak noktasını ise, Beni Hatırlar mısın? isimli çiçek yerleştirmeleri oluşturuyordu.


Dediğimiz gibi, bir yetişkin masalının mahsun, romantik ve ölümcüllüğü ile sahicileşen dramatik karakterine sahip bu eserlerde, asla temas kuramayacağımız türlü güzellikte ve renkteki çiçekler, bizden bile isteye esirgenmişti sanki. Bu çiçeklerin zihinlere bıraktığı en önemli koku, belki de bu farkındalığın kokusuydu. Tıpkı, bize bambaşka dünyaların kapısını açan o kitap kokuları gibi. Birer anı ve duygu “mozolesi”ne dönüşen yapıtlar, yine otobiyografik bir hakikat ve ikilik içindeydi. 'Hayal'in, aslında sanatta ve hayatta ne kadar “elle tutulamaz”, aşkın bir karakterde olduğunu, elde edildiği, sahiplenildiği anda ölebileceğini duyumsatıyordu.


Hayal İncedoğan, Zamanın Gölgesinde, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz,

Görsel hakları sanatçı ve galeriye aittir


Sergideki eserler, bir bakıma, tıpkı Anemoia (Yunanca: Bilinmeyen, hiç yaşanmayan zamana duyulan özlem) neon düzenlemesinde olduğu gibi, yanar sönerlikleriyle, dağınıklıklarıyla, an içinde paylaşılan ne olursa olsun, asla “öteki”nin yaşadığı ve hissettiğiyle, yaratan veya paylaşanın kastettiği ya da içinden gelen ile mutlak bir denkliğe ve tatmine erişilemeyeceğini bize mümkün olan en nazik yolla vurguluyor gibiydi.


Ezcümle, aslında unutuldukça hatırlanacak, tarif edilmeye çalışılmadıkça kendini size tıpkı beyninize üşüşen rüyalar kadar çıplakça anlatabilecek sessizlik ve sahicilikte bir sergiydi, Zamanın Gölgesinde.

bottom of page