"Ulay" adıyla yarım asrı aşkın süredir sanat tarihine mâl olan Alman asıllı sanatçı Frank Uwe Laysiepen, 2 Mart 2020'de aramızdan ayrıldı. 76 yaşındaki Ulay'ı, 2015 İstanbul sergisinin de hatırası eşliğinde, "retrospektif" kaygılı bir metinle, saygıyla anıyoruz
DERLEYEN: EVRİM ALTUĞ
Performans sanatının İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşum ve üretiminde büyük rol oynayan, 30 Kasım 1943 Almanya doğumlu sanatçı Ulay (Frank Uwe Laysiepen) dün (2 Mart 2020) bu dünyayla vedalaştı.
Sanat tarihindeki yerini, hak ettiği anı, anıtsallık ve yanıtlarla alan Ulay, bu ismi yarım asrı aşkın süredir bir çok deneyimle dünyanın bir çok noktasında düzenlediği kültürel, estetik ve etik bileşeni eylemleriyle taşıdı.
Ulay, 3 Eylül 2015'te de İstanbul'da Kumru Eren direktörlüğündeki Açıkekran Şekerbank Yeni Medya Sanatları Galerisi'nde, sosyolog ve küratör Ali Akay imzasıyla düzenlenen Kimliksizleşme ve Dönüşme isimli bir sergi açmış ve ziyarette bulunarak çeşitli görüşler paylaşmıştı. Sergi kapsamında Kanal Evi'nin Değişimi isimli yapıt, 10 Ekim'e değin Açıkekran'ın açık olduğu İstanbul, Ankara, Tekirdağ, Alpullu, Ordu, İzmir, Bodrum ve Mardin ile Edirne gibi kentlerde izlenmişti.
Bu sergi vesilesiyle sanatsal yaklaşımı üzerine sorulara yanıt veren sanatçı, “Beden mükemmel bir medyumdur. İster sanatta ister iki veya daha fazla kişi arasındaki her türlü iletişimde, varoluşun en etkili formu insan bedenidir. Dolayısıyla dijital ve sosyal medyanın büyük etkisi inkâr edilemese de fiziksel varlık hala en etkili iletişim aracıdır,” ifadesini kullanmıştı. Sergiyi düzenleyen Prof. Ali Akay ise, şu ifadelere başvurmuştu:
"Bireyselleşme süreci olarak adlandırılan oluşumun, 20. yüzyılın felsefi düşüncesi içerisinde ele alınması gerekiyor. İnsan, sadece sosyal bir varlık değil, psiko-sosyal bir varlıktır ve özü yoktur. Ön-bireysellikler ve bu mayaya sonradan eklenenler varlığı belirler. Bunlar sadece önsel değil, aynı zamanda deneyseldir de. Psiko-sosyal hem hayata hem de fiziki dünyaya bağlıdır. Ve bireyleşmenin yeni düşünce rejimi bu zemine oturmaktadır.”
Slovenya'nın Ljublijana kentinde bir süredir göğüs kanseriyle mücadele eden 76 yaşındaki sanatçı, ömrünün büyük bölümünde, Sırp asıllı meslektaşı Marina Abramović ile yaptığı ortak çalışmalarla da adını duyurdu.
Ulay, Abramović ile olan ilişkisini de sonlandırmak adına, sanatı için önemli bir deneyim olarak görselleştirip belgelemiş ve ikili, ilişkilerini Çin Seddi'ni, Sarı Deniz'deki Bohai Körfezi'nden, Batı'daki Jiayu Geçidi'ne değin olmak üzere, Nisan 1988'den bu yana, 5 bin 995 kilometre boyu birbirlerine doğru ortalama 90 gün boyunca yürüdükleri bir performans ile sona erdirmişlerdi. Bu projenin ilginç bir yönü de, ikilinin bu performans için izin alabilmek adına, dönemin Çin Hükümeti'nden gereken izni alabilmek üzere sekiz sene beklemiş olmalarıydı. Keza dönemin Çin yönetimi, projenin gerçekleşebilmesi adına sanatçı Abramović'e, 27 yaşında bir çevirmen-rehber ayarlamıştı. İşin bir diğer ilginç yönü, bu çevirmenin dönemin öne çıkan dansı breakdance'e olan ilgisinden ötürü, ilgili hükümet tarafından bu "Çin Seddi" göreviyle "cezalandırılmış" olmasıydı.
Çevirmen ve Abramović arasında önemli bir dil sorunu yaşanıyordu. Abramović, Ulay ile olan performanslarının karelerini, üzerindeki kıyafetlerle takas ederek kendisine verebildiği içindir ki, bu fotoğraflar günışığına çıkabildi. Zira fotoğrafları bastıran ve kitapçık haline getiren, yine 'gönlü alınan' bu genç çevirmen olmuştu. Öte yandan tarihin tanığı bu uçsuz bucaksız duvarın da tamamı ayakta değildi. Hatta bir kısmı, restore ediliyorken, bir kısmı ortalıkta değildi ve aradaki bölümün de yine yürünmesi zorunluydu. Bununla birlikte, performansın kayıt altına alındığı fotoğraflar da, dönemin yasal ve politik baskısından ötürü, çok büyük zorluklarla gün ışığına çıkarılıp, bastırılarak sanat ortamıyla buluşturulabilmişti.
Sanatçı, bu zorlu süreci şöyle kayda geçiriyordu: "Bunun, büyük bir romantik fikir olması gerekiyordu. Ve bizim için de kudretliydi. Ancak biz, bunun her birimizin ayrı yürüyüşte olduğu düz bir satıh olduğunu düşündük. Ve duvarda her gece kamp kurduk."
Bu proje daha sonradan, 1988 tarihli The Lovers / Sevgililer isimli bir fotoğraf serisinin de doğumunu müjdeledi, proje ilk kez Şangay Fotoğraf Fuarı'nda izlenime sunuldu. Hatta rivayet odur ki, ikili aslında burada evlenmek istemişti. Dönemin medyasına bu deneyimi anlatan Abramović, yaşadıklarını, "İnanılmaz bir fiziksel ve ruhanî deneyim," sözleriyle betimlemişti. Sanatçı sözlerini şöyle sürdürmüştü: "İkimiz de farklı sonlara doğru yola koyulduk, akabinde önümüzde bu upuzun mesafe belirdi. Yapabileceğimiz tek şey, birbirimize karşı yürümekti."
Almanya'nın Solingen kentinde dünyaya gelen Ulay'ın sanatçı stüdyosu, basına da yansıyan ve Facebook'ta bulunan taziye paylaşımında, şu açıklamada bulundu:
"Ulay eşsizdi. İyi bir insan ve sanatçı olarak. Nazik bir ruh, cömert... Bir öncü, provokatör, aktivist, mentor, meslektaş, dost, baba, koca, aile... Aydınlığı arayan biri. Hayat âşığı. Bir gezgin. Bir savaşçı. Limitleri zorlayan ve acıya mukavemeti yüksek, müthiş bir düşünür. Kendini düşünmeyen ve korkusuz, etik, zarif, nüktedan. Birçoklarına ilham kaynağı oldu. Ailesi, arkadaşları, sanat dünyası ve kendilerinden farklı yollarda etkilenmiş binlerce takipçisi tarafından, derinden özlenecek. Farklı bir çok kuşaktan sanatçıyı ve gelecekteki sanatçıları etkiledi, etkileyecek.Hatırası ve mirası, kendisinin ve Ulay Vakfı'nın çalışmalarında, sonsuza dek yaşayacak."
Halen Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde ve Akbank Sanat'ta 26 Nisan'a dek yer alan, Marina Abramović Enstitüsü imzalı Akış isimli bir proje ile adını duyuran, kendisiyle 1976'dan 1988'e dek ilişkisini devam ettiren kavramsal sanatçı Abramović ise, sosyal medya üzerinden, Ulay ile geçmiş anlarını içeren bir paylaşımda bulundu. Abramović, Ulay için şu ifadeleri kullandı:
"Bugün, arkadaşım ve eski ortağım Ulay'ın öldüğünü öğrendim. O, çok özlenecek olağanüstü bir sanatçı ve insandı. Bugün, sanatı ve mirasının sonsuza dek yaşayacağını bilmek, rahatlatıcı."
Ulay'ın yakın tarihli son retrospektifleri, ABD'nin New York kentindeki MoMA'da ve Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da yine Abramović imzasıyla açılmıştı. 14 Mart ve 31 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen sergi The Artist is Present (Sanatçı, burada) başlığı ile izlenirken, Belgrad sergisi ise, kentteki çağdaş sanat müzesinde The Cleaner (Temizlikçi) başlığı ile izleyicilere sunulmuştu. Bu sergi ayrıca İsveç'in başkenti Stockholm'deki Moderna Museet'te de izlendi. Öte yandan MoMA retrospektifi, aralarında Lady Gaga ve Jay Z gibi popüler figürlerin de yer aldığı binlerce kişiyle buluştu. Ancak bu serginin en önemli kısmı, Ulay'ın, 72 yaşında iken Abramović'in karşısında belirmesi oldu. İkilinin birbirlerine gözyaşları içinde baktığı o anları günümüzde YouTube üzerinde milyonlar tıklamış vaziyette desek, yeri.
Ulay, Hollanda'nın başkenti Amsterdam'a 1970'lerin sonlarına doğru yerleşti. Sanatçı burada özellikle, Polaroid fotoğraf makinesi kullanarak ürettiği kolaj serileriyle sanat ortamının ilgisini çekti. Kendisinin 1974 tarihli dizisi Renais sense, sanat tarihsel dönem Rönesans'a gönderme yaparken, bir yandan da dünyada sosyal ve kültürel mânâda yükseliş ve direnişe geçen cinsiyet eşitliği ile ayrımcılık karşıtı duruş adına önemli bir ifade ve protesto ve dışavurum unsuruna bürünmüştü. "İmal edilen, kurgulanmış cinsiyet"i bu serinin temeline eleştirel bir duruş ile indirgeyen Ulay, bu dönemde kendisini bilinçli bir tavırla dönüştürdüğü travesti ve kişisel dönüşüme açık imajıyla, ilgili zamanın kamuoyunda büyük yankı ve tepkiye sebep olmasını bilmişti.
1978 tarihli Incision, AAA-AAA ve Relation in Time gibi kült performansları ile bildiğimiz Ulay ve Abramović'in gerek estetik ve gerekse duygusal ilişkileri, resmî mânâda 37. Venedik Bienali'nde, 1976'da çırılçıplak vaziyette ortaya koydukları 58 dakikalık bir performansla zuhur etti.
İkili, günümüz için antika sayılabilecek ve bir çok sanat eserlerine de ilham kaynağı ve nesnesi diyebileceğimiz bir Citroen minibüste, 10 yılı aşkın süreyi paylaştı. Sanatçıların, yukarıda andığımız retrospektiflerde de video -fotografik ve obje kaynaklı sanat tarihsel yapıt- belgeleriyle gördüğümüz bir çok ortak yapıtı, günümüz izleyicisi ve sanat tarihçilerinin kaynağı halini aldı.
Bunlar arasında sanatçıların öpüşme, birbirlerine şiddet gösterisi, ya da ok ve yay ile yine birbirlerinin tahammül eşiklerini sınadıkları çalışmaları, ya da sahneledikleri esnada resmî görevlilerce engellenerek kaldırılan, sergi alanında giriş eşiğinde çırılçıplak durdukları "beden-geçit"leri de yer almaktaydı.
Beden sanatçısı, kavramsal sanatçı, film yapımcısı, fotoğrafçı Ulay'ın babası kendisi henüz 14 yaşında iken hayata gözlerini yumdu. 1969'da, dönemin Almanya'sında tecrübe ettiği "burjuva iklimi"nden bunalarak Amsterdam'a göç eden sanatçının Polaroid ile ilişkisi ise, bu marka altında danışmanlık sorumluluğunu almasıyla başladı. Sanatçının Renais sense isimli serisi de, zaten 1972 ve 1975 yılları arasında, bu süreç zarfında ortaya çıktı. Bu süreçte ayrıca, S'he (1973), WT (1974) ve Sex Stretcher (1974) ile, Bir Travestinin Ölümü (1973-2018) isimli çalışmalarını sanat dünyasına sundu. Ulay, yine 1975'te Amsterdam'ın De Appel Vakfı'nın oluşumuna bizzat destek verdi. Zaten tam da bu süreçte ayrıca, "fotoğraf hakkındaki her mevzuyu neticlendirmek" adına, 1975 ve 1976 tarihleri arasında da, Fototot isimli projesini ortaya koydu.
Ulay ve Abramović arasında üç yaş vardı. Abramović Ulay'dan üç yaş büyüktü. Ancak her ikisi de 30 Kasım tarihinde dünyaya gelmişti. Ulay, yedi senedir kanser ile mücadele etmesine karşın, bu süreci de (tıpkı metinlerine bir metafor olarak kanseri alan Jean Baudrillard gibi) sanatına mal etmeyi ihmal etmedi.
Diğer yandan, yakın tarihli başka bir söyleşisinde Büyük Britanya'nın Avrupa Birliği'nden ayrılışını da kinayeli bir dille eleştiren sanatçı, şu ifadeleri kullanmıştı:
"İngiltere: Bye-Land/Hoşçakal-Yurdu. Tüm bu parti politikaları, hepsi gittikçe daha az ilgi çeker halde ve anlamsız. İkinci bir referandum bile, demokrasi adına bir hakaret."
Ulay, yaşamının en zor döneminde bile, Project Cancer isimli bir belgeselin yapımı için düğmeye bastı. 2013'te kanseri ağır bir kemoterapi ardından yenmesini bilen Ulay'ı bu hale getiren en önemli unsurlardan biri, sürekli parmak arasında kendisine yoldaşlık eden kırmızı beyaz Amerikan sigarası (Marlboro) idi.
İkilinin Çin Seddi performansının üzerinden yıllar geçtikten sonra, iletişimlerini de kestikleri esnada, Ulay'ın galericisi Sean Kelly'nin girişimi üzerine Ulay, elindeki bütün fiziksel arşivi Abramović'e sattı. Bu sözleşme uyarınca, tekrar satışı mümkün olan her yapıt için, Ulay'a biçilen kâr yüzdesi ise, 20 olacaktı. Ancak zaman içinde Ulay, Abramović'in bu sözleşmeyi ihlal ettiğini düşünerek, sanatçıya ve eski ortağına, sevgilisine bir tazminat davası açtı ve ölümünden önce de bu davayı, maddi manevi olarak kazandı. Ve Abramović, Ulay'a 2015 Eylül'ünde toplam 250 bin avroluk tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Keza, yakın zaman önce Amsterdam'da Abramović'e gönderme ile A Skeleton in The Closet (Dolapta bir İskelet) başlıklı bir performans ortaya koyan Ulay'ın benzer yakınmaları, kendi entelektüel mirası ve hafızasının, Abramović tarafından türlü eleştirel, sanat tarihsel metinler veya söyleşilerde de doğru aktarılmadığı da üzerineydi.
Benzer fikir ve uygulama ayrılığı (veya ihlâli), sanatçının MoMA'daki The Artist is Present retrospektifinde bulunan aynı adlı performansı da kapsıyordu. Ulay bu çalışmanın da, ikilinin vaktiyle 90 gün boyu ortaya koyduğu, geçmişteki Nightsea Crossing (1981-1987) isimli (ikilinin bir masa ve iki sandalye ile birbirlerine bakıştığı, tanıdık) performans serisinden kendi rızası dışında 'cımbızlandığı' ve bunun bir haksızlık olduğu meyanında idi. Ulay, 2015'te verdiği bir röportajda geldiği durumu şöyle dillendiriyordu:
"Çok, çok acı vericiydi. Düşünülemeyecek bir şey, hiç haklı, doğru değildi. Birlikte çalıştığımızda, harika biriydi. Ama sonra, bilirsiniz, aldığı yön, bir yıldız olma arzusu, benim imrenmediğim bir şey oldu. Düşlerimin, niyetlerimin, tutkularımın çok ötesindeydi. Hepsi sadece onun kafasındaydı."
Ancak yine de, Kopenhag'ın çeperindeki Louisiana Modern Sanat Müzesi'nde 2017 Haziran ve Ekim ayları arasındaki bir diğer retrospektif vesilesi ile, sevgili Abramović'iyle 2017 yılının Haziran ayında bir araya gelmeyi ihmal etmemiş Ulay'ın verdiği söyleşilerdeki vaat ve kaygılarının hemen her biri, en az performansları kadar tahrik, tahrip, tahlil ve tabir yüklüydü. Ulay bu zaman diliminde yine beklenmedik olanı yaptı ve Abramović'in verdiği bir sanatçı konuşması sırasında karşısında belirdi.
Yine verdiği bir demeçte, hepimize şu önemli öğüdü bıraktı ve sonsuzluğun peşine takılıp, gitti: "40 gün boyu yemeden mahrum olabilirsiniz. dört gün, sudan ayrı. Dört dakikalığına nefesinizi yitirebilirsiniz. Ancak, izlenimsiz anca dört saniye dayanabilirsiniz. İşte sanat da bu yüzden önemli."
Yaşamının son dönem performanslarından birini daha, 2016'da 30 yıldan sonra New York'ta, bu sefer Water Mark başlığı ile, Frieze Sanat Fuarı ekseninde, Kustera Projects Red Hook bünyesinde, Sloven sanatçı Jasa ile ortaya koyan - ve sigarasını yine elinden düşürmeyen - Ulay'ın bu yapıtı, temelde, "suyun özelleştirilmesi"ni işliyordu. Proje, Yeni Su Kültürü isimli bir enstitü projesinin katkılarıyla ortaya konmuştu. Kâr amacı gütmeyen bu girişim, dünyadaki su kaynaklarının hakça ve doğal zenginlikle korunmasını hedeflerken, Ulay'ın ilgili girişime destek veren öteki sanatçı dostları arasında, John Baldessari ve Marilyn Minter ile Marcel Dzama gibi isimler de yer almaktaydı. Keza, yapımın imzacıları arasında, sanatçının Sloven asıllı üvey kızı Rosa Lux de yer alıyordu. Dünya Su Kataloğu (Earth Water Catalogue) isimli ve su bazlı sanatsal, kültürel üretimin 2012'den bugüne arşivlendiği bir girişimin de kurucusu olan Ulay bu vesile ile verdiği demeçte, suyun dünyadaki haksız ve sözde paylaşımı için şu ifadeleri kullanmıştı: "Bu bir suç. Suyun emin biçimde içilmesi herkese yönelik olabilmeli. Bu, kesinlikle kabul edilebilir değil."
Sözsüz iletişim, transandantal meditasyon ve feminizmin güncel sanattaki politik-estetik ve kültürel ifade ile eylem olanaklarını ömrü boyunca Abramović ile soruşturup görselleştirerek tartışmalı kılmasını bilmiş olan Alman sanatçının son dönem kişisel sergilerinden biri de, yine New York'daki Boers Li Galerisi'nde, Polaroid'leri ile Renais Sense başlığı ile açıldı. Hatta bu vesile ile 2018 bahar-yaz döneminde ikili tekrar bir araya gelerek, barış, sevgi ve huzur içinde, ortak anılarını kaleme almak üzere sözleşti. Ulay, kariyerinin finaline doğru, Avrupa Birliği'nden (Ekmek ve Yağ, 1993) Vincent Van Gogh Psikiyatri Enstitüsü'nde ürettiğine değin (The Delusion/Buhran, 2002) bir çok alanda özel ve eleştirel güncel sanat projeleri ortaya çıkardı. Artık o ve temsil ettiği anılar, tüm uzaklığı, yakınlığı ile sarmaş dolaş vaziyette, hepimize ve zamana ait gibi.
Ardında eşi Lena ve üç evlat bırakan, Amsterdam'daki Nisan 2021 retrospektifini beklediğimiz günlerde vedalaştığımız değerli sanatçı Ulay, bedeni ve belleğiyle eylemciliğini her daim bilen, tüm parçalarını herkese dağıtacak kadar fedakâr bir insandı. Art Unlimited yazarı Murat Alat da, Ulay hakkında yazdığı 2015 tarihli bir metinde, şu arşivsel ifadelere başvurmuştu:
"Ulay’ın 1976’da gerçekleştirdiği “Sanatın kriminal bir yönü var” performasında sergilenen diğer videolardaki ölçek olarak küçük müdahalelerin yerini kitlesel çapta bir yer değiştirme girişimi alır. Ulay bu sefer sadece kendisini izlemeye gelenlerin ya da bir mahallenin sakinlerinin değil Alman Ulusu’nun imgesel yapısına müdahalede bulunur. Alman’ların ulusal gururunun ikonu olarak görülen, en pahalı ve en değerli tablo olan Spitzweg’in Yoksul Şairi'ni Ulusal Galeriden gün ortasında çalarak bir işçi göçmen Türk ailesinin salonuna asar. İki saat sonra da arayıp kendini ihbar eder. Sanatın limitlerinde gerçekleştirilen bu yer değiştirme pek çok satıhta iş görür. Sanatçının kimliği hırsızınkiyle yer değiştirir ama bu sadece Ulayın yaptığı hırsızlık değildir. Ters yönden okunduğunda yoksulluğu ait olduğu sınıftan çalıp onu korunan ve pahalı bir değişim nesnesi haline getiren sanat endüstrisidir. Ulay bu tabloyu ait olduğu yere, bir işçi ailenin duvarına asar. Böylece estetize edilip metalaştırılan, görünürün alanından kovulan yoksulluk bir anlığına da olsa belirgin olur. Sosyal sınıflar arasında açılmış olan bu hat aynı zamanda Almanların ulusal gurur kaynağı olarak gördüğü sanatsal üretimin imkanını sağlayan artık değerin kaynağını da açığa çıkarır. Hem göçmenlik hem işçi sınıfı Alman kültürünün karşısına yerleştirilir. Ulay’ın gerçekleştirdiği müdahale tabi ki sadece bir anlıktır. Basın anında Yoksul Şair çalındı diye haber yapar. Ardında da Ulay’ın deli olduğunu ileri sürerek sembolik düzendeki mevcut yırtığı tamir etmeye çalışır. Günümüzde ise Ulay’ın performansı sanat tarihinde yerini almıştır ve travmatik etkisinin üzeri iyice örtülmüştür. Performans sanatına gücünü veren ana içkin oluşu onun tarih içinde bir hatıradan öteye gitmesini de zorlaştırmaktadır."
Alat'ın da dediği gibi, eserleri günümüzde MoMA, Centre Pompidou ve Stedelijk Müzesi gibi kurumlarda muhafaza altına alınan Ulay'ın kalabalıklığı ve evrenselliğinin sırrı da tam olarak buradaydı. Sözü yine kendisine bırakacağım, bize hep geçmiş, bugün ve gelecek eşiğinde haber veren bu 'medyum' sanatçı, 2015'te Radikal'den sevgili Işıl Eğrikavuk'a ise, performansı hakkında şunları söylemişti:
"Ben 1969’da iş yapmaya başladım ve o zaman ağırlıklı olarak fotoğraf çekiyordum. Ama bir süre sonra fotoğrafın hep bir yüzey üzerinde kaldığını hissettim. Sonra başka şeyler denedim, fotoğrafı bedenle birleştirdim, piercing ve dövme yaparak vücudu işimin içine katmaya çalıştım. Ama performans buna en çok izin veren medyum oldu. Performans çok daha özel, çünkü diğer medyumların hiç biri işi bedenle yapmanıza ve algılamanıza izin vermiyor. Performans bilinç, beden ve hissi bir araya getirerek iş üretmenize izin veren tek medyum."
Comentarios