Zilberman | Berlin, Berlin'in Schlüterstraße 45 adresindeki yeni mekânının açılışını Transit sergisiyle yapmaya hazırlanıyor. Küratörlüğünü Lotte Laub ve Susanne Weiß'in üstlendiği Transit, Yane Calovski & Hristina Ivanoska, Antje Engelmann, Memed Erdener, Hanna Frenzel, Itamar Gov, Fatoş İrwen, İz Öztat & Zişan & BAÇOY KOOP, Judith Raum, Sim Chi Yin ve Annette Weisser'in işlerini bir araya getirecek
Yane Calovski & Hristina Ivanoska, Wayside (Antoinette van Eyck's Study of Garments, 1935), 2020 Farklı boyutlarda kumaşlar ve iplik. Fotoğraf: Andrej Peunik
Zilberman | Berlin, Berlin-Charlottenburg'da Schlüterstraße 45 adresindeki yeni ve şehirdeki ikinci galeri mekânının açılışını 29 Nisan 2023 tarihinde küratörlüğünü Lotte Laub ve Susanne Weiß'in üstlendiği Transit adlı karma sergiyle yapmaya hazırlanıyor.
2008 yılında İstanbul'da kurulan, iki galeri, bir proje alanı ve bir sanatçı rezidansına sahip olan Zilberman, 2016 yılında genişleyerek Berlin-Charlottenburg'daki Goethestraße 82 adresinde bir sanatçı rezidansını da içeren ilk mekânını açmıştı. Goethestraße 82’de yer alan mekan açık kalarak önce, 27 Nisan 2023 tarihinde açılacak olan Itamar Gov'un kişisel sergisi "Chemistry and Physics in the Household”a ev sahipliği yapacak ve Eylül 2023'ten itibaren kâr amacı gütmeyen faaliyetlere açık bir mekan olarak varlığını sürdürecek.
Zilberman'ın Berlin'deki yeni mekânında sergilenmek üzere hazırlanan Transit sergisine dair küratörler Lotte Laub ve Susanne Weiß'ın yazdığı küratöryal metni Türkçeleştirerek paylaşıyoruz. Metnin İngilizce versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz.
TRANSIT
Lotte Laub ve Susanne Weiß
"Ey imparatorluk Şehri," diye haykırdım, "Güçlendirilmiş Şehir, Büyük Kral'ın Şehri, En Yüce'nin çadırı, hizmetkârlarının övgüsü, hizmetkârlarının şarkısı ve yabancıların gözde sığınağı, Şehir kraliçelerinin kraliçesi, şarkıların şarkısı ve ihtişamların ihtişamı ve dünyanın nadir harikalarının en nadidesi, bizi sevgili annelerinden biricik çocuklarını koparır gibi senden koparan kim? Bize ne olacak?"
Bizanslı tarihçi Niketas Choniates 1204 yılında bu satırlarla Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis'in yıkıcı fethine ve yağmalanmasına hayıflanıyordu. Kendisi, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul'un dünyanın dört bir yanından gelen yabancılar için bir sığınak olma rolünün daha da geliştiğini görecek kadar yaşayamayacaktı - ta ki 20. yüzyılda sular bir kez daha tersine dönene kadar. Türkiye'nin bir ulus-devlet olarak kurulmasıyla birlikte, yaşanan şiddetli kitlesel yer değiştirmeler, büyük demografik değişimleri de beraberinde getirdi. REFUGE OF ALL STRANGERS (TÜM YABANCILARIN SIĞINAĞI), Transit'te sergilediğimiz Itamar Gov'un bir yerleştirmesinin ismi. Bu kelimeler, iskele üzerine monte edilmiş bir neon tabelada gösteriliyor ve eski otellerin çatılarına monte edilen ve yoldan geçenlere hem yönlendirme hem de vaat sunan tabelaları hatırlatıyor. Gov'un neon tabelası belirsiz bir anlam taşıyor: tüm yabancılar için bir sığınak olacağı vaadi ile sürgünde (evinden kaçan) bir yabancı olma durumu arasındaki uçuruma işaret ediyor. Bununla birlikte, sanatı, kaybolmuş, unutulmuş ya da sessizlik içinde geçip gitmiş olanların sonraki nesiller tarafından korunabileceği bir sığınak mekânı olarak düşünmeye bir davet olarak da okunabilir.
Heinz Rewald, Nasyonal Sosyalist Almanya'nın zulmünden kaçarak Bogota'ya sığınır. 1964'te Berlin'e döndüğünde Schlüterstraße 45'te Hotel Bogota'yı kurarak zor durumda sığındığı bu şehre bir saygı duruşunda bulunur. Otel 1976 yılında Rissmann ailesi tarafından alınarak 2013 yılına kadar oğulları Joachim Rissmann tarafından işletilir. Sergide ayrıca Rissmann'ın binanın tarihine ilişkin sağladığı arşiv malzemeleri de yer alıyor. Itamar Gov'un çalışması bu otelin tarihi ve 1921 yılında o zamanki konut binasının sahibi ve sakini olarak listelenen işadamı M. Nedim'in 1922 yılında İstanbul'a göç ettiği gerçeğinde de bir yankı buluyor.
1930'lu yılların başarılı moda fotoğrafçısı Yva'nın (Else Ernestine Neuländer) stüdyosu da bu yapı içerisinde bulunuyordu. Sergide, Joachim Rissmann'ın özel koleksiyonundan Yva'nın birkaç fotoğrafı gösteriliyor. Yahudi olduğu için 1938'den sonra Nasyonal Sosyalist istihdam yasağı nedeniyle çalışması yasaklanmıştı. 1942'de kocasıyla birlikte Gestapo tarafından tutuklandı, Sobibor imha kampına sürüldü ve Majdanek'te öldürüldü. Schlüterstraße'deki ev 1942 yılında kamulaştırıldı ve Reichskulturkammer (Reich Kültür Odası) tarafından işgal edildi. İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından işgalci İngiliz yetkililer binada bir Nazilerden arındırma ajansı kurdu. Kısa bir süre sonra Kammer der Kulturschaffenden (Yaratıcı Sanatçılar Odası) kuruldu ve 1945 yılında Naziler tarafından "dejenere" olarak nitelendirilen sanatı gösteren savaş sonrası ilk sergiyi düzenledi.
Anna Seghers, Transit adlı romanını Naziler tarafından yakalanma korkusuyla kaçarken yazdı ve Meksika'da sürgünde tamamladı. "Her şey havada uçuşuyordu, her şey geçiciydi. Ama bu durumun yarına kadar mı, birkaç hafta ya da yıl daha mı, yoksa hayatımızın sonuna kadar mı süreceğini henüz bilmiyorduk." Transit, bir yandan sürgün bağlamında her göçmenin ihtiyaç duyduğu transit vizesine, diğer yandan da mültecilerin kendilerini içinde buldukları geçiş durumuna atıfta bulunuyor; öte yandan da insan varoluşunun geçici, her zaman risk altında olan niteliğini çağrıştırıyor. Geçiş halindeki yaşam, Seghers'in çalışmalarında yoğun bir düşünme konusu haline geliyor. Yinelenen temalarından biri, yaşayanlar ile ölüler arasındaki ilişki ve ölülerin hikaye anlatımı yoluyla nasıl hayata geri çağrıldıkları. Bu düşünceyi sergimizde ana motif olarak kullanıyoruz. Transit, yaşanmış deneyimin nesiller arası aktarımını ele alıyor; yok olan, sergilediğimiz eserler tarafından görünür, hatta elle tutulur hale getiriliyor.
Sim Chi Yin, kuşaklar arası hafıza ve miras üzerine spekülasyon yapmak için babasının büyükbabasının uzun süredir gizlenen tarihini bir çıkış noktası olarak kullanıyor. İngiliz Malaya'sındaki sömürgecilik karşıtı savaşta solcu bir gazeteci ve aktivist olan büyükbaba, 1949'da İngilizler tarafından Çin'deki atalarının köyüne sürülmüş ve Komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden kısa bir süre önce milliyetçi Kuomintang tarafından idam edilmişti. Sim, bu tarihi, ailesinin sessizliğinin onu mahkum ettiği unutulmuşluktan kurtararak, büyük büyükbabasının adını taşıyan küçük oğluna aktarıyor. İki kanallı bir video yerleştirmesinde sanatçı, büyükbabasının Malaya'dan yaptığı olası son yolculuğun izlerini bir araya getiriyor ve aynı zamanda onun hayata başladığı ve sonlandırdığı yeri çağrıştırıyor: Çin. Filmin tünel tasviri de bir zaman yolculuğu çağrışımı olarak anlaşılabilir. Sim'in 1900'lerden kalma ve Güneydoğu Asya'yı gösteren Büyülü Fener slaytlarına yaptığı müdahaleler de arşivlerde yapılan bir tür zaman yolculuğu.
Fatoş İrwen de dedesinin izini sürerek, onun savaştan harap olmuş Diyarbakır'daki evini ziyaret ediyor. Sayfaları rüzgârda dalgalanan açık bir kitap, ilim dolu bir hayata tanıklık ediyor. Fatoş İrwen, 2017 yılında, diğer birçok mevcut rejim muhalifi gibi, Türkiye'nin kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş terörle mücadele yasaları kapsamında, hiçbir inandırıcı kanıt gösterilmeksizin tutuklandı ve gözaltına alındı. Hapishanedeyken, çay ile ten rengine boyadığı kâğıtları kullanarak ve kâğıttaki yırtıkları kadın saçı ile dikerek bir dizi iş üretti. Bu narin çalışmalar, şiddet deneyimi ile kendi kendini iyileştirme çabası arasında gidip gelen, dikilmiş yaralar izlenimi uyandırıyor.
1915'te İstanbul'dan Berlin'e kaçan Zişan (1894-1970), İz Öztat'a bir hayalet ve alter ego olarak görünür ve Ermeni Soykırımı'nın inkârını ele almak için günümüze geri döner. Zişan'ın Felaket adlı eseri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ve felaketlerle dolu bir yüzyılın başlangıcına işaret eden 1923 yılına ait. Öztat, Zişan'ın Felaket'ini, siyah bir kareyi, Sonra başlıklı mekâna özgü yerleştirmesinin çıkış noktası olarak ele alıyor. Öztat, yüzyıllık sistematik devlet şiddetini temsil etmenin ve yasını tutmanın imkânsızlığıyla yüzleşmek için geometrik soyutlamaya başvuruyor. Siyah kareleri çevreleyen kırmızı üçgenler yan yana duruyor ve zorla kaybetmeler için adalet talep eden kolektif eylemleri akla getiriyor. Öztat'ın yerleştirmesi, diğer işlerin yanı sıra, BAÇOY KOOP tarafından kolektif olarak üretilen bir baskı serisini de içeriyor. Baskıların formatı ve görüntüleri, muhalif içerikli el ilanları dağıtmak için kullanılan ve kuşçuluk adı verilen pratiğe gönderme yapıyor. Büyük bir kalabalığın tepesinden havaya atılan el ilanları, bir kuş sürüsü gibi dağılıyor ve sürü tarafından korunan yazar tanımlanamıyor. Eser, kamusal alanda ifade özgürlüğüne duyulan özlemi şiirsel bir şekilde sahneliyor.
Memed Erdener'in Some Days Were Missing Last Year (Geçen Sene Bazı Günler Boş Geçti, 2015) adlı eseri 33 kadın ayakkabısı ve bir coptan oluşuyor. Aynı şekilde devlet destekli şiddeti ve 1980 askeri darbesinin ardından Türkiye'de Cumartesi Anneleri tarafından düzenli olarak gerçekleştirilen protesto ve anma eylemlerini hatırlatıyor. Sanatçı 2012 yılında Extramücadele takma adıyla yayınladığı manifestosunda adalet, eşitlik ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir ülke hayal etmekteydi. İster tarihte ister günümüzde uygulanmış olsun, tüm baskı mekanizmalarını eleştiren Erdener, birilerinin birilerine tahakküm etmesinin adaletsizlik, eşitsizlik ve zulümle sonuçlanmaya mahkûm olduğunu savunuyor. Bu nedenle, mücadele dışarıdan (dış Mücadele) değil, içeriden (iç Mücadele) yürütülmesi gereken bir mücadele. Erdener, 2018 yılında Zilberman'daki misafir sanatçı programı sırasında, aralarında Fatoş İrwen ile insan hakları aktivisti ve sanat hamisi Osman Kavala'nın da bulunduğu, Türkiye'de tutuklu bulunan çeşitli sanatçı ve sanat profesyonellerinin imzalarını kaligrafi ile işlediği bir dizi çizim yaptı. İmgelere dönüştürülen isimlerinin harfleri, ortaçağ saat kitaplarını hatırlatıyor ve izleyiciyi gizli bir mesajı çözmeye teşvik ediyordu.
Serginin kendisi de bir geçit olan ilk odasında, bir gardıropta olması gerektiği gibi kancalara yan yana asılmış ham yünden yapılmış çeşitli giysiler yer alıyor. Wayside (Yol Kenarı, Antoinette van Eyck'in Giysi Koleksiyonu) başlıklı bu heykelsi duvar yerleştirmesi, ortak çalışmalarında genellikle tarihin bir kenarında kalmış ya da resmi anlatılar olarak hatırlanmaması gereken olaylara (ve arşivlere) odaklanan sanatçı çift Yane Calovski ve Hristina Ivanoska tarafından üretildi. Antoinette van Eyck adında Hollandalı bir kadın tarafından 1935 yılında hazırlanan ve tesadüfen bulunan giysi kalıpları eskiz defteri de bu türden bir çalışma; Calovski defteri 2003 yılında Maastricht'te bulmuş ve satın almış. Son ve tamamlanmamış eskiz, duygusal bir ifadeyle başlığa dökülmüş: "Bu kadar yeter." Bu ifade gençliğin sabırsızlığı ya da yetenekli ama dezavantajlı bir terzi çırağının yaşadığı sosyal hayal kırıklığı olarak yorumlanabilir. Bu söz aynı zamanda, yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ortaya çıkacak sosyo-politik dehşete genç bir kadının bakış açısından bir göz atmamızı sağlıyor. Sanatçılar, van Eyck'in modern kadını hayattan daha büyük boyutlarda giydirmeyi amaçlayan giysi kalıplarından bir seçkiyi hayata geçirerek onları zamanın ve modanın üzerine çıkarıyorlar. Kullandıkları malzeme de aynı şekilde bir dönemin sonunu işaret ediyor. Aslında ekmek hamurunun kabartılmasında kullanılmak üzere tasarlanmış olan yün kumaş, Makedonya'nın sosyalist döneminde Kalkandelen halkının ekonomisinin temelini oluşturan ve artık kullanılmayan Teteks tekstil fabrikasından geliyor. Orijinal eskiz defteri yerleştirmeyi tamamlıyor.
Geçici olanın bir başka yönü de liminal-eşik hali. Ziyaretçiler, örneğin Judith Raum'un insan ve hayvan arasındaki sınırı aşmasında; Mehmed Erdener'in Rind ve Zahid'inde veya Antje Engelmann'ın Die große Mutter'inde olduğu gibi gerçeküstü bağlamlara yerleştirilen gündelik nesnelerin başkalaşımında; ve Annette Weisser'in çocukluktan ergenliğe geçişi işaret eden isyanı ele alan enstalasyonunda bu durumun çağrışımlarını görecekler.
Judith Raum'un Iguana başlıklı dört renkli kalem çizimi, İtalyan yazar Anna Maria Ortese'nin (1914-1988) 1965 tarihli aynı adlı romanından hareketle bize bir arzu koreografisi sunuyor. Ortese romanında, ekoloji söyleminde ortaya atılan soruları, hakim normları aşan bir cinselliğin taslağıyla ilişkilendiriyor. Iguana, Ocaña adlı şimdiye kadar haritası çıkarılmamış bir adada köle benzeri koşullarda yaşayan ve yine de isyan etmeye cesaret eden dişi bir iguananın savunmasız varlığını ayrıntılı olarak anlatıyor. Kitap, İguana'yı özgürlüğünü satın alarak köle olarak varoluşundan kurtarmaya karar veren zengin bir kontun hissettiği arzuyu, 20. yüzyıl boyunca giderek saptırılan hayvanlar ve insanlar arasındaki doğal etkileşimlerin kaybına dair bir metafor olarak ele alıyor. Aynı zamanda, erotizm ve aşkın genişletilmiş biçimlerini de yansıtır. Raum'un geniş formatlı çizimlerinde kullandığı berrak renk katmanları, konunun belirsizliğini ve edebi kaynağının masalsı karakterini pekiştiriyor.
Klişeler hem baskı kalıpları hem de toplumumuzu nasıl yönlendirdiğimize dair geleneksel fikirler olarak hizmet eder. Antje Engelmann bu klişe imgeleri ele alıyor ve videodan fotoğrafa, kolajdan performansa kadar çeşitli mecraları kullanarak onları cerrahi bir müdahaleyle bileşenlerine ayırıyor. Engelmann'ın mizahi ve acımasız araştırmalarının merkezinde, aslen Tuna Svabiyanları (Hapsburg İmparatorluğu döneminde Tuna vadisine yerleşen Almanlar) olan ailesinin, dört kuşak boyunca hiçbir zaman yeterince yüzleşmedikleri travmatik bir zulüm ve kaçış deneyimini ne ölçüde aktardıkları sorusu yatıyor. Engelmann, Die große Mutter'de (Büyük Anne) ilk bakışta Madonna figürüyle ikonografik saflık ve tertemiz gebe kalma çağrışımlarımıza hitap ediyor gibi görünür. Ancak daha sonra, birlikte açmayı henüz bitirdikleri strudel hamurunu teyzesi Renate'nin üzerine örttüğünde, gelenekler ve beden birbirleriyle yakın, maddi bir ilişki içine giriyor. Şeffaf hamur, neredeyse nefes alacak yer bırakmayan gevrek bir ikinci deri oluveriyor. Engelmann bu şekilde, karmaşıklığı azaltılmış Madonna motifinin altını oyar ve utanç ve suçlulukla ilgili soruların izini doğrudan aile içindeki kaynaklarına kadar sürüyor.
Performans sanatçısı Hanna Frenzel, Asse'deki tuz madenlerinde 1995 yılında pleksiglas bir borunun içinde duruyor ve boynuna kadar tuzla kaplanmasına izin veriyor. Kelimenin tam anlamıyla taşlaşarak bir tuz sütununa dönüşüyor. Bir kum saatinin gözle görülür damlamasının aksine, buradaki tuz sadece yavaşça ve fark edilmeden akıyor. Frenzel'in Chronos adlı filmi, 1995'ten beri nükleer atıkların imha edildiği tonozlu bir tuz odasında, yeryüzünün 500 metre altında gerçekleşen bu performansı gösteriyor. Frenzel performansıyla, İncil'de Lut'un ailesinin günahkâr şehirler Sodom ve Gomorrha'nın yıkımından -kaçışları sırasında arkalarına bakmamaları şartıyla- nasıl kurtarıldığına dair hikâyeyi güncelliyor. Lut'un karısı arkasına baktığında bir tuz sütununa dönüşüyor. Zorluk ve kurtuluş arasındaki salınım insanlık tarihini karakterize eder - ya da alternatif olarak: Zorluklara katlanmak kurtuluşu mümkün kılabilir.
Annette Weisser'in sanatsal pratiği de benzer şekilde toplumsal gelenekler bağlamında dayanıklılık konusuyla ilgili. Çalışmalarında tekrarlayan figürlerden biri, kayıt cihazı çalan iyi, konformist kızdır. Ghosts, Gates, Spills, and a Fog Machine (Hayaletler, Kapılar, Döküntüler ve Sis Makinesi) adlı yerleştirmesinin merkezinde, zaman zaman küçük duman bulutları çıkaran dört kayıt cihazından oluşan bir grup görüyoruz. Esere adını veren Inga, Kathrin, Judith, Christin adlı müzisyenler hem yok, hem de var. Kendi nefesimizin kullanımı tüm üflemeli çalgılarla aramızda özel bir ilişki yaratır ve sigara ürünlerinin tüketimi de aynı şekilde sigara içen kişinin nefesine bağlı olarak gerçekleşir. Bununla birlikte, toplumsal çağrışımlarında, bir kayıt cihazı çalmak ve sigara içmek taban tabana zıttır. Weisser burada, sigaranın genellikle toplumsal beklentilere karşı bir isyan sembolü olarak kullanıldığı çocukluktan ergenliğe geçişi ima ediyor. Sigara içen kayıt cihazı imgesi bu nedenle bir geçiş imgesi.
Komentáře