top of page

Kan kırmızı bir sergi


İzmir, Bayraklı’da yer alan, kendini sanatın sunumunu bir sosyal sorumluluk olarak ele alıp kâr amacı gütmeyen bir galeri olarak tanımlayan Folkart’ta konsept sergilerin bir yenisi açıldı geçtiğimiz ay: Kan Kırmızı.

26 Aralık’a kadar açık kalacak serginin küratörlüğü Zeynep Yasa Yaman direktörlüğü ise galerinin genel koordinatörlüğünü de yapan Fahri Özdemir tarafından üstlenilmiş.

Kan Kırmızı sergi görüntüsü, Folkart, İzmir, Fotoğraf: Soner Çağlar

Adı yıllardır Nobel edebiyat ödülünün güçlü adayları arasında anılan Suriyeli şair Adonis’le, eserleri kırmızı ile özdeşleşen Habip Aydoğdu’yu bir araya getiren sergi, sanat ve sanatçı üzerinden ortaklıklarla farklı okumaları barındırıyor. Aydoğdu'nun büyük yağlı boya tuvallerine Adonis'in çizimleri eşlik ediyor.

Bunun ötesinde eserlerde de sıkça atıf yapılan Ortadoğu’nun şiddetle özdeşleşen görünümüne yeniden bakıyor bu sergi. Savaş, terör, göç kaosunda; hamaset söylemleri, karşılıklı restleşmeler, masa başında yapılan pazarlıklar dışında başka türlü, içten, insani, gerçek bir diyaloğa dikkat çekiyor. Başka bir açıdan iki sanatçının üretim üzerinden yarattıkları bu diyalog, aynı zamanda olabilir umudunun simgesine dönüşüyor.

Habip Aydoğdu, Fotoğraf: Soner Çağlar

Adonis, Fotoğraf: Soner Çağlar

NY: Önce eserlerinizle tanıdınız birbirinizi bir araya gelip ortak üretim yapmaya başlayınca birbirinize bakışınızda, algınızda değişim yaşadınız mı?

Habip Aydoğdu: Adonis’i Nobel edebiyat ödülüne aday olduğu zamanlardan beri tanıyordum. Karşılaştığımızda kırk yıllık bir dostumla yeniden görüşmüşüm gibi hissettim. Onunla tanıştıktan sonra da aynı yere baktığımızı gördüm. Aynı sorunlar, aynı duygular. Ben Adonis günlükleri diye bir defter tutmuştum. Şiirlerinden beni sarsan, etkileyen direkt kendimi bulabildiğim şiirlerdi seçtiklerim. Zaten 70’li yıllardan bu yana günlük tutma geleneğim vardır. Resimli günlüklerdir bunlar. Adonis’le beraber çalışırken Adonis benim sayfalarıma tamamen doğaçlama müdahaleler de bulundu. Araya şiirler yazdı. Benim kırmızıyla olan ilişkimi herkes bilir. Güzel bir kesişme ki Adonis’in rengi de kırmızı. Kırmızı Adonis için aşkın rengi. Bende isyanın, eylemin, hayatın rengi. Ortak bir coğrafyadan geliyoruz bir yandan. Bu coğrafya, darbeler, küresel terör, savaş ve göçle anılıyor. Sanırım biraz da bu yüzden rengimiz kırmızı bizim. Küratörümüz Zeynep Yasa Yaman’ın önerisiyle de sergimizin adı Kan Kırmızı.

Adonis: Buluştuğumuzda belleğimde beliren Habip Aydoğdu kişiliğini tıpatıp karşımda gördüm. Ben böylesi ortak bir çalışma yapmayı hep düşledim, çünkü ben sanata aşk gibi bakarım. Nasıl aşk iki kişi arasında olursa sanatta da aşk iki kişi arasında olmalı. Ben şiire sözcüklerin dizimi olarak bakmıyorum. Şiir, bir tablo olmazsa şiir olmaz. Aynı zaman da tablonun da şiir olması lazım. Bir sanatsal eser bütün sanatları özetleyebilmeli. Tabloda nasıl bir dans, ritim, müzik görüyorsak niye bir şiir görmeyelim? Gerçek şu ki insan diğeriyle kendini keşfedebilir. Nasıl aşık maşukta kendini görüyorsa, iki sanatçıdan her biri de kendini diğerinden görür. Elbette bizim yaptığımız bir deneme. Aslında hiçbir şey tam değil belki bir temel ya da sadece bir başlangıç. Bu adım da sanırım iyi bir adım.

Habip Aydoğdu tablosu önünde Suriyeli şair Adonis, Fotoğraf: Soner Çağlar

NY: Sergiyle ilgili Adonis’in bir cümlesini okumuştum. “Bu yüzden benim şiirim ile Habip’in resimleri siyasi anlamda neredeyse kopma durumuna gelen iki kültürü de tekrar birleştirecek” İnanç üzerinden bir ortaklık kurma algısı ile yönlendiriliyoruz. Peki, temelde kültürlerimiz arasında bir ortaklık var mı?

Adonis: Bazen insanların arasında ortak olan çok basit şeyler de olabilir ya da bazen insanlar çok basit ortaklıklarda buluşabilir. Örneğin, bir ailede aynı ana babadan gelen çocukları düşünün. Aynı terbiyeyi görmüşler, aynı yemekleri yiyip aynı camiye gidip ibadet etmişler. Ama sonuçta hiçbiri diğerine benzemez. Özellikle düş konusunda. Bu kendine özgü olan bir şeydir. Ben Habip’e göre geleneği farklı olan bir toplumdan geldim. Birçok alışkanlığımız birbirinden farklı. Ama burada bizi birbirimize çeken özel bir şey var ve bu özel şey bazen aynı toplumdan olan insanları değil farklılıkları birleştirir. Burada Habip ile kurduğum yakınlığı kendi toplumumdan ya da çevremden insanlarla kuramıyorum bazen. İnsanlar arasındaki ortaklığın özel olduğunu düşünüyorum. Bu yüzeysel ya da sıradanın dışında kalan, herkesin görmediği, gerçek anlamda görülmeyen, içten, özel olan bir ortaklık. Toplum, gelenek ve din bu özelliğe karşıdır. Din bile senin kendine göre ibadet etmeni kabul etmez. O, genel geçer, yüzeysel ortaklığa seni çekmek ister.

NY: Kan Kırmızı, şiir, resim, imge ve politik olan üzerinden okumaları çağırıyor. Ben ister istemez kadın üzerinden de baktım. Adonis’in bir şiirinde söylediğiniz gibi: “Niye dişiliğin kanı erkekliğin sofralarına eviriliyor?”

Adonis: Ben bu soruya Habip’ten sonra cevap verip bir şeyler eklemek istiyorum.

Habip Aydoğdu: Özellikle yaşadığımız coğrafyada kadının durumu gerçekten zor. “Cennet anaların ayakları altındadır”, diyerek göklere çıkarıp horluyoruz kadını. Medeni kanunla gelen kadın haklarından söz ediyoruz ama kadınların da haklarını içselleştirdiğinden söz edemiyoruz. Çok basit, onlara acı bir yaşam öneren cemaatlerde kadınların müride dönüşüp çırpındığını görüyorum ve bunu anlayamıyorum. Bununla birlikte kadın-erkek meselesinin dünyada çözülemediği bir gerçek. Gelişmiş ya da medeni diye nitelediğimiz ülkelerde bile kadına şiddetin olduğunu görüyoruz. Öte yandan kadının bazen cinselliği, bazen emeği, bazen anneliği, kız kardeşliği çoğu zaman erkekliğin sofralarına meze olabiliyor. Bizim gibi düşünen, hisseden insanlar için bu çok acı. Adonis tek mısrayla özetlemiş zaten.

Adonis: Bu, Adem ile Havva meselesi. Allah’ın suretinde yaratılan Adem. Mesele bu kadar derine gider. Bu bakış açısı Tanrısal bir bakış açısı. Büyük mutasavvıf İbn-i Arabi’ye zor bir soru sorup onu köşeye sıkıştırmak istemişler. “Niye Allah erkeği kendi suretine göre yaratmış?” O da cevap vermiş: “Allah kadını kendine göre yaratmış.” Ve burada bir deyime dönüşen sözü var: “Her yer dişilik olmazsa ona dayanılmaz.” Onun için ne kadar hukuksal hak verirseniz verin sistemin düşlediğiniz gibi olması mümkün değil. Bu dinlerden kaynaklanıyor. Tevrat indiğinden beri kadına her şeyi biz hibe olarak veriyormuşuz gibi davranıyoruz. Onun için üstten bakma tavrı var her zaman. Kadının durumu özünde hiç değişmedi. Değişen sadece derece ama kalitede değişen bir şey yok. Onun için bütün devrimlerde; İslam devrimi dahil; hiç kimse kadın için konuşmadı. Biz Müslüman olduğumuz için İslam’dan yola çıktık. Onun için eğer bir devrim olacaksa onun metinden başlaması lazım. O metnin devrimsel okunması lazım. Burada önemli bir noktaya değinmek istiyorum. İslam toplumunda kadın köleleştiriliyorsa burada gerçek köle erkektir ve böyle yaşayan bir insanın zulmü daha fazla olur. İbn-i Arabi’ye dönelim. Eğer bir değişim olacaksa kadın erkek eşitliği üzerinden olmalı geriye kalanın hiçbir anlamı yoktur.

Kan Kırmızı sergi görüntüsü, Folkart, İzmir, Fotoğraf: Soner Çağlar

NY: Shayagan “Yaralı Bilinç” çalışmasında postmoderniteye selam gönderir. Doğu kökenli entelektüeller olarak bilinciniz yaralı mı?

Adonis: Ben Shayagan’ın tüm düşüncelerine katılmıyorum. Metinlerini daha çok Marksist bir okuma biçimine dayandırıyor ama söylediği bazı şeyleri silik buluyorum. Ben zaten bir Arap’ın kendine hükmeden bağımsız bir birey olduğunu düşünmüyorum. Burada bir sürü meselesi var. Kul ve ümmet kavramları bir sürü tanımıdır. İmam Şafi’nin bir sözünü aktarmak istiyorum. “Kuran’da kendi yorumunu yapan doğru olsa bile yanlıştır.” Bu durumda insan birey olarak yoktur.

Habip Aydoğdu: Evet, biz sanatçı olarak Doğu’nun çelişkilerini yaşıyoruz. Öte yandan Batı’nın kavram olarak öne sürdüğü postmodernizmi de farkında olarak ya da olmayarak bizzat yaşıyoruz. Özellikle bizim gibi toplumlar ekonomide, kadın erkek ilişkilerinde, inançta, kısacası yaşamın her anında bu çelişkilerle yaşıyor. Ben bu coğrafyada yaşayan herkesin yaralı olduğuna inanıyorum. Baktığımda kendi zenginliklerini yok etmek için çırpınan bir Ortadoğu coğrafyası görüyorum. Kimlikler parçalanıyor diyeceğim ama tam bu noktada Adonis’in düşüncelerine de katıldığımı belirtmek istiyorum. Birey olamadık temelde. Bu ülkede yüz yıla yaklaşan bir Cumhuriyet deneyimimiz var ve hala ümmetmiş gibi hareket ediyoruz. Öte yandan benim eserlerimin çoğu tam da bu yaralar üzerine kurulu. Bütün bunları yaşıyoruz ve sıyrılmamız çok zor. Bu beni çok etkiliyor ve kaçınılmaz olarak benim adıma da söz alan yapıtımın temelini oluşturuyor. Sanatçı sadece diğer sanat pratikleriyle beslenmiyor. Bu coğrafyanın gaddarca çelişkileri işlere yansıyor. Öte yandan şu yaşadığımız geçiş döneminde zamanın ruhuyla buluşan, uzun süreli bellek oluşturan yapıtlar da ortaya çıkması yüksek olasılık. Bu acı verici ama tam da inançların, kimliklerin parçalandığı, insanlık birikiminin yok edildiği bir dönem bu. Bu da ister istemez hepimizi etkiliyor. Evet, kanıyoruz.

Adonis: Yaralı olmaktan daha fazlasını taşıyoruz. Bu kelime yeterli değil. Şimdi bir tesadüf yakaladım. Aslında bunu her zaman görüyordum. Üç harf var. Elif, lam, ha! Bunların iki okunuşu var. İlah ve alet! Bu rejimler, onların eşlikçisi din adamlarıyla bu kavram üzerinden kurulmuş bir sistem. Başka açıdan bakalım. Bizler çıkan bütün aletleri aldık. Arabaları ve daha fazlasını aldık ama onu oluşturan düşünceyi reddettik.

Habip Aydoğdu: Aslında bir türlü çözüme kavuşturamadığımız bu düşüncelerle sanat yoluyla baş etmeye çalışıyoruz. Adonis için her şey şiire benim için resme çıkıyor.

Habip Aydoğdu'nun Adonis Günlükleri (önde) ve Habip Aydoğdu tablosu ile Adonis çizimleriyel bezeli şiirleri (duvarda) , Folkart, İzmir, Fotoğraf: Soner Çağlar

NY: Horatius "Ressamlar ve şairler her şeye cesaret etme hakkına sahiptirler" der. Bu sergide her şeye cesaret edebildiniz mi?

Habip Aydoğdu: Üç yıllık bir serüveni var bu serginin. Bu süreç içinde ben çok yoğunlaştım. Elbette ki her şeyin daha iyisi var. Yine de olabileceğin en iyisini yapmaya çalıştığımızı düşünüyorum. En azından insanların görmek için arzu duyacakları bir proje gerçekleştirdiğimize inanıyorum. Bir sanatçı için sonsuz doyum çok mümkün değil ama benim için bu birliktelik değerliydi. Daha önce de farklı disiplinlerden gelen dostlarımla ortak çalışmalar yapmıştım. Üretimi bir yana bırakın sadece dostluklar bile besleyici. Deneysel tadı olan bir video gerçekleştirdik bu sergi için. Serhat Özdemir oldukça başarılı bir iş çıkardı. Oğlum Özgür Aydoğdu, etkileşimli bir iPad uygulaması yaptı. Benim Adonis günlüklerim buraya aktarıldı. İzleyiciler bu günlükleri iPad üzerinden izleyebilecek. Sonuçta ortaya güzel bir kitap da çıktı. Burada yeri gelmişken Folkart’a teşekkür etmek istiyorum.

Adonis: Habip’in söylediklerini yinelemeyeyim. Ben de Folkart’a teşekkür ediyorum. Keşke bütün sermaye sahipleri kendi sermayelerine bir kültür boyutu katsalar. Çünkü, herhangi bir ülkede ekonomik, politik gelişme, kalkınma kültürel boyut olmadan anlamsızdır.

Habip Aydoğdu, Nilgün Yüksel ve Adonis, İzmir, Fotoğraf: Soner Çağlar

bottom of page