top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Üretimde gelenek: İstanbul’un geleneksel üreticileriyle söyleşiler

İstanbul’un çeşitli semtlerindeki anlık üretimlerin izini sürdüğü Halletmek projesiyle 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan tasarımcı-araştırmacı Nur Horsanalı, İstanbul’daki beş üreticiyle bir araya gelerek geleneksel üretimin geçmişini ve bugününü konuştu

Hazırlayan: Nur Horsanalı



Ara Topaloğulları

Gümüş dövme ustası, Eminönü


Galata-Şişhane bölgesindeki üretim kültürüne tasarım eğitimim boyunca bölgede çalıştığım için nispeten hakimdim. Çok daha eski bir üretim bölgesi olan Kapalıçarşı ve çevresini, daha değerli madenlerle çalışılan kuyum ve gümüş atölyelerini merak ediyorum; ve Zincirli Han, Kalcılar Han gibi yüzlerce yıllık hanları keşfediyorum. Kapalıçarşı’nın yoğunluğu ardından Büyük Yeni Han’daki sakin ve salt üretim hali beni özellikle etkiliyor. Burada ustasından öğrendiği zanaati bugün güncel kaynaklardan öğrendikleri ile geliştiren, kendisi için üreten Ara Usta ile tanışıyorum. Yankılanan çekiç seslerini takip ederek koridorlarında gezindiğim handa gümüşün işlendiği diğer dövme ve kakma atölyelerini de ziyaret ediyor; Halep’li bir ustanın mavi atölyesini buluyorum.




Bu zanaate nasıl başladınız? Atölyenin geçmişinden bahseden misiniz?

Benim ustam bu atölyeyi amcasından 1973’te devralıyor; onun amcası da 1960’larda almış. Akrabamız olduğu için beni bu atölye verdiler. Bizim dönemimizden gelen ustaların çoğu ilkokul bittikten sonra çarşıya geliyor ve bu işlere giriyor. Sonrasında ya kendi işini açıyor ya ustasının atölyesinde devam ediyor. Bir de Ermeniyiz; Ermeni olunca sanata, el üretimine yatkınlık oluyor. Ermeniler yıllarca Doğu’da yaşamışlar, toprakla çalışmışlar; hayatlarını sürdürebilmek için hep ellerini kullanmışlar…


Geçmişte gümüşün gündelik hayatımızda nasıl bir yeri vardı? Sizin üretimleriniz gelenekten nasıl besleniyor?

Gümüş eskiden daha rövanştaydı. Çatal bıçak, tepsi, gondol, şamdan, hamam tası… Evler için objeler üretiliyordu; şimdi daha çok nişan ve düğünler için dekoratif objeler üretiyoruz. Yeni nesil gümüş tercih etmiyor çünkü gümüşün bakımı, temizlemesi uğraş ister. Tabii, bir yandan, ülkemiz hiçbir zaman gümüş bardaklar, yemek takımları alıp evinde gündelik kullanabilecek kadar zengin olmadı. Bunlar daha çok yüksek gelirliler içindi.


Benim ustam daha geleneksel çalışırdı; çay takımları, gondollar yapardı. Bugün üretimlerinde gelenekten, Osmanlı’dan etkilenenler hala var ama benim tarzım o değil. İşlemeli, kıvrımlı, girişli, çıkışlı değil de daha düz ve Batı tarzı yapıyorum.


Geleneksel üretimin kaybolduğunu düşünüyor musunuz? Bunda neler etkili oluyor?

Tabii, bu işlerin çoğu artık fabrikasyona döndü. Adam plastikten üretiyor, üzerini gümüş gibi kaplıyor, bitiyor. Artık “maker”lar var; her malzemeden ürünler yapıyorlar, gümüşten bile… Bir de insanların zevk anlayışı değişti, alışkanlıkları değişti, evler bile değişti. Eskiden evlere objeler, çatal bıçaklar yapılırdı; evler büyüktü, misafir çoktu… Şimdi evlere kaç tane misafir geliyor?


Yani hayat tarzlarımız değiştiği için üretim de değişiyor…

Kesinlikle, hayat tarzı değiştiği zaman her şey değişiyor. Bu hiç anormal değil, çok doğal. Bence bunda üzülecek bir şey de yok. Önceden dolu meslek yok olmuş, yine meslekler yok olacak. Yalnız Türkiye’de değil, dünyada da durum böyle. Bu meslek geleneksel olarak babadan oğula geçiyordu. Artık kimse çocukluktan bu işe girmiyor. Çocukken girmezsen bu işi yapamazsın, alışkanlık olmaz. Olmasın da zaten; jenerasyonlar değiştikçe başka şeylere yönelecek insanlar. Bugün kimse çocuğunu bu işe zorlayamaz çünkü geleceği olmayan, para kazandırmayan bir iş. İnsanlar parasız yaşayamıyor; çok para istemese bile elektrik parası var, su parası var, kira var…


Peki sizin atölyenizde ya da üretiminizde geçmişten bugüne neler değişti? Ustanızdan kalan üretim geleneklerini nasıl geliştirdiniz?

Tabii, şimdi internet var; bütün dünyayı görüyorsun. Muazzam işlerin yapıldığını görüyorsun Japonya’da, Çin’de, Avrupa’da… Biz de kötü değiliz ama onlar da çok güzel yapıyorlar bu işi. Önceden görmüyorduk tabii ama şimdi adam yaptığını çekiyor, Youtube’a koyuyor; bakır vuruyor, gümüş vuruyor, gümüş işliyor…


Eskiden yaptığınız ürünlerle internet sonrası yaptığınız ürünler arasında farklılıklar var yani…

Olmaz olur mu? İnsan seyrediyor, etkileniyor, işine ekliyor. Zaten iş değişmektir. Daha doğrusu öyle olmalıdır. Biz gelişen varlıklarız; kendini dışarıya kapatırsan gelişemezsin. İnsan merak ettiği şeyler olunca etrafa bakar, araştırır, seyreder… Tüm bunlar bir araya gelince bir süre sonra ortaya bir ürün çıkıyor. Bir kısmını bir yerlerden etkileniyorum, bir kısmını kendim ekliyorum; bir karışım yapmış oluyorum. Tabii, mümkün olduğu kadar etkilenmeden yapmak lazım ama etkilenmemek de imkansız. İnsanlar üretiyorlar, bir yöntem buluyorlar, seninle paylaşıyorlar; sen onunla paylaşıyorsun ve bir ilişki oluşuyor. Paylaşmak bence güzel. Önemli olan öğrendikten sonra onun üstüne koymak, daha farklı bir şey üretmeye çalışmak.




Bu bölgede kalan ustalarla paylaşımlarınız, ilişkileriniz devam ediyor mu?

Biz zaten yalnız çalışmıyoruz; bir ürün tamamlanana kadar dört beş atölyeye girip çıkıyor. Kakmacısı var, silindiri var, cilacısı var… Gümüş önce silindire gider, orada mal erir ve bize astar olarak döner. Biz gümüşe formunu veririz; sonra kakmacıya gidebilir.


Zaten bu bölgede kalan on tane dövme ustası var. Ustalarla konuşuyoruz, sohbet ediyoruz ama gerçekten işler çok az olduğu için kimsenin paylaşacağı bir şey yok. Düzgün çalıştığı yok ki; günde iki üç saat geliyoruz, varsa ufak tefek şeylerle oyalanıp gidiyoruz. İş olmadığı zaman insanlar gelmek de istemiyorlar, motivasyonları azalıyor. Tabii bu insanın karakteriyle de ilgili. Hiç işin olmasa bile gelip bir şeyler üretmek istersin, çalışır yeni şeyler öğrenirsin. Ben böyle üretiyorum; satılır ya da satılmaz. Bugün ben daha çok kendime yönelik üretiyorum.

Kapalıçarşı bölgesinde Galata-Şişhane’ye kıyasla daha çok çırak var gibi gözüküyor. Siz çırak yetiştirdiniz mi?

Tabii, üç-dört çırağımız oldu. Bazıları devam etti, bazıları etmedi. Bugün eskisi gibi disiplin yok; çıraklar daha rahat. Çırakken sabah erken kalmayı öğrenirsin, işe gelmeyi öğrenirsin; o disiplin olmazsa zanaat de öğrenilmez… Biz çırakken ustalar çok sertti. Ben de sert bir ustaydım ama bugün bana hep yumuşadığımı söylüyorlar. Dediğim gibi, ben daha çok kendime dönük olduğum için çıraklarla çok fazla ilgilenemedim.

Bugün üretim makineleşmiş, ucuzlamışken elle üretmenin sizce ne gibi değerleri var?

Benim gözlemlediğim kadarıyla sanatla çok para kazanmak zor. Ama sanatın kendi içinde çok güzel bir huzuru var eğer yakalarsan. Ben burada dinleniyorum, sakinleşiyorum, kafam rahatlıyor… Bu işin daha fabrikasyon tarafına girersin, para da kazanırsın ama onun ruhu az olur, hatta ruhsuz olur.

Comments


bottom of page