top of page
Elâ Atakan

Zamanda işleyen anlatı

Homeros’un Komşuları sergisi Hara Bahariou, Selim Birsel, Ayça Telgeren ve Stella Tsakiri’in davetiyle 1 Ağustos’ta Sakız’ın Volissos köyünün Pythonas meydanında açıldı. Birbirinden ayrı dilleri, kimlikleri olan, bambaşka hikâyeler taşıyan on sanatçının bir araya gelmesiyle oluşan sergi, Volissos’un kıvrılarak çıkılan, geçmişin tüm izlerini taşlarında barındıran, insanı hiç yabancı hissettirmeyen sokaklarına yayılıyor


Yazı: Elâ Atakan


Sakız adası, Volissos köyü


Çeşme’den Sakız’a yapılan yolculuk ne denli kısa süreli, alışılageldik ve Sakız’ın meydanı ne kadar tanıdık, uysal ise, kıvrılarak Yılan Dağı’nı geçmek gerektiğinden, adanın Kuzeybatı’sında yer alan Volissos’a doğru yapılan yolculuk o denli dolambaçlı, inişli, çıkışlıydı. Çam ağaçlarıyla örtülü tepeciklerden geçen ıssız, kısa bodur makilerle çevrelenmiş yollar, insanda sanki çok uzaklara gidiyormuş gibi bir his yaratıyor; insanı kendi geçmişinden, tanıdıklarından uzaklaştırıyor ve yepyeni bir hikâyenin içerisine doğru çekiyor. Belki de bunun ardında yatan sebep, Chios’un, Sakız Adası’nın, bin yıllardır hikâye ve şiirle iç içe geçmiş olmasıdır.


Azra Erhat, A. Kadir ile Antik Yunanca aslından çevirdiği İlyada destanının ön yazısında Homeros’un kim olduğunu, nereli olduğunu anlatır: ‘‘Platon’a değin Homeros’u anmayan tek bir Yunan yazarı yok gibidir, ne var ki bu anılar birbirini pek tutmaz. Kimi Chioslu adam, kimi Chioslu ve İzmirli der ona, kimi bütün Yunan destanlarını onun yazdığına inanır, kimi birkaç dizesini eserine alır, kimi de bu büyük eserin Homeros’tan çıktığını söyler.’’ […] Peki Homeros ile Chios’un, Sakız Adası’nın arasındaki bağın ardında ne yatar? ‘‘Homerosoğulları adını taşıyan torunlarının bu adada yaşandığı söylenir. Homerosoğulları, Sakız Adası’nda okul kurmuş olan bir ozan topluluğudur. İÖ altıncı yüzyıldan beri bütün Yunanistan’da ün saldıkları, Homeros destanlarını okumayı tekellerine aldıkları, hatta Homeros’la akrabalığı manevi bağdan da ileri götürüp Homeros’un oğulları, torunları olmakla övündükleri biliniyor. Bunlara Yunanca rhapsodoi deniyordu, yani ellerinde rhabdos değneğini tutarak destan okuyan ozanlar.’’*


Hara Bahariou, Selim Birsel, Ayça Telgeren ve Stella Tsakiri ‘nin davetiyle gerçekleşen Homeros’un Komşuları sergisinde, Homerosoğullarının izine çok başka bir yaklaşımla rastlıyoruz. Birsel, bu sergiyi adeta bir ozanın sözcüklerin alt katmanlarıyla şiirin içerisinde dizişi gibi köyün içine yerleştirmiş. Eserlerin yapısı, kelimeler gibi kendi içinde bir şiirsellik taşımıyor, ama yerleştirilen mekânların hikâyesini bambaşka anlamlarda katmanlandırıyor ve okutuyor. Thomas’ın dükkanındaki, Telgeren’e ait işaret eden, asılan betondan parmak da, Clémence B.T.D. Barret’nin küçük bir aralıkta, karanlıkta duran, gri bir perdenin ardına gizlenen tuvali de, ya da serginin ana mekânındaki eserlerin yerleştirme şekilleri de, mekânın hikâyesi, sanatçıların geçmişi, şimdisi ve belki de geleceğiyle işleniyor, çalışıyor, anlamları çoğalıyor. Köye bir şiir metodolojisiyle yerleşen sergi, Volissos’un tarihinden şimdiye akan, iyi bir dinleyicinin hem suyunda yıkanabileceği hem de şarkısını duyumsayabileceği bir kaynağı andırıyor.

Selim Birsel, Ayça Telgeren, Stella Tsakiri Homeros’un Komşuları adını verdikleri sergiyi yapmaya Hara Bahariou’nun evinin terasında karar vermişler. Serginin ardında yatan fikir, Azra Erhat’ın çevirdiği İlyada‘da yer alan, o dönemin komşuluk/misafirperverlik anlatısından ilham alıyor: ‘‘Homeros dünyasında insanlar epey yolculuk ederler. İş için olsun, konukluk için olsun, gemiyle, arabayla Ege çevresindeki ülkelere gidip gelirler. Homeros destanları bu yolculuk öyküleriyle doludur. Tanrı misafirliği o eski zamanlardan kalma olsa gerek bu çevrede. Bir eve konuk geldi mi, kılığına kıyafetine bakılmaz, adı sanı sorulmaz, hemen içeriye alınır, eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar giydirilir, ocak başına oturtulur ve yemek ikram edilir. Fırsat düşerse, kim olduğu, nereden geldiği nereye gittiği sorulur, ama fazla da ısrar edilmez.’’ […] ‘‘Böylece ev sahibi ile konuk arasında kuşaktan kuşağa süregelecek konukluk bağları kurulur.’’ İnsanların birbirleriyle karşılıksız değiş tokuş yapması serginin tam anlamıyla omurgasını oluşturmanın ötesinde, sergideki sanatçıların köyle ve birbirleriyle kurdukları ilişkiye ve Volissos’ta yaşama kültürüne dair ipuçları da sunuyor.


 

"Köye bir şiir metodolojisiyle yerleşen sergi, Volissos’un tarihinden şimdiye akan, iyi bir dinleyicinin hem suyunda yıkanabileceği hem de şarkısını duyumsayabileceği bir kaynağı andırıyor."

 

Volissos’a geldiğimiz ilk akşam biz de o dönemin yolcuları gibi hiç tanımadığımız bir evde tanımadığımız insanların sofrasına oturduk ve ağırlandık. Bu buluşma, serginin sanatçılarından Stella Tsakiri’nin atölye olarak da kullandığı evinin bahçesindeydi. Sanatçı yıllar önce bahçesine küçük bir amfitiyatro ve taşlarla bezenmiş çemberden oluşan sahne yapmış. Eve varışımızdan az sonra tüm davetliler ellerinde büyük tepsiler, içi dolu çanaklar, şişeler, kendi kültürlerini yansıtan yiyeceklerle gelerek amfitiyatronun ilk basamağını donatmaya başladılar ve iskemlelerini sahneye, toprağa taşlarla gömülerek çizilmiş çemberin etrafına dizdiler. Aynı zamanda komşu olan tüm davetliler bu yeme ritüelinden haberdardı. O gece bu ritüeli çağrıştıran yemekte tatların çeşitliliği de, Babil Kulesi’ni andırır gibi konuşulan diller de oldukça çeşitliydi. Herkes nasıl yemeklerin farklı tatlarını keşfetmeye nasıl heyecan duyuyorsa, birbirinin hikâyesini de dinlemeye o denli meraklıydı. Stella Tsakiri bu küçük amfitiyatro ve çemberden oluşan sahneyi yıllar önce insanların kendilerini rahatça ifade etmeleri için tasarlanmıştı. Belki de bu amfitiyatro sayesinde, o gece geçmişimizden, hikâyelerimizden rahatlıkla bahsettik ve ötekilerinin hikâyelerini dinledik.


Selim Birsel, Kibele'nin Sofrası


Selim Birsel, Volissos’a ilk kez bundan tam on sekiz yıl önce gelmiş ve ilk ziyaretinin ardından köyü asla unutamamış. Hikâyelerle derinleşen bu dağ köyü ruhunda iz bırakmış. Altı yıl önce de buraya gelip birkaç gün içerisinde şu anda yaşadığı ve eserlerini ürettiği iki kemerin üzerinde duran evini satın almış. 1980’lerde herkesin köyleri terk ettiği bir dönemde buraya ailesiyle gelip yerleşmiş olan Stella Tsakiri için Selim Birsel’in köye gelişi bir yabancıyla karşılaşmaktan ziyade uzun zamandır beklenen bir tanıdıkla kavuşmak gibiymiş.


Homeros’un Komşuları sergisi Volissos köyünün sokaklarına taşınsa da, ana sergi mekânı olarak Pyhtonas (Yılan) Meydan’ınındaki eski bir Μπακάλικο (bakkal) dükkanında bir araya geliyor. Sergi komşuluk ve paylaşma ritüeline işaret ederek, Selim Birsel’in bu yıl Ark Kültür’de sergilediği Kibele’nin Sofrası ile başlıyor. Sanatçı sininin içine buğday yerine, bu sefer incirler, limonlar, acur, keçiboynuzu gibi köye ve mevsime kucak açan meyveleri, yemişleri yerleştirmiş. Sergi mekânına girer girmez insanı saran bir diğer doğal koku da çam ve kantaron çiçeği kokusu oluyor.


Solda: Ayça Telgeren, Çam yerleştirmesi

Sağda: Ayça Telgeren, Parmaklar


Bu kokunun kaynağı Ayça Telgeren’in eski bakkalın raflarına kurumuş çam iğne yapraklarından yaptığı yerleştirme. Sanatçının kızıl bir nehre benzettiği çam yapraklarından oluşan gövde raflarda kıvrılıyor ve sıklıkla kullandığı saç imgesini çağrıştırarak, kantaron çiçekleriyle süsleniyor. Bu çiçekleri ise Stella Tsakiri köyün dağından Telgeren için toplamış ve sanatçının eserini yerleştirdiği günün sabahında bir kucak dolusu kantaron çiçeğini ona getirmiş.


Bakaliko’da içeriye doğru girdiğinizde karşınızda, Hara Bahariou’nun bir tiyatro sahnesinde iki oyuncuyu andıran ve saçları rüzgarda uçuşan heykellerini görüyoruz. Bahariou’nun işlerine, Murat Burhanoğlu’nun Yunan mitolojisindeki imgeleri anımsatan mavi yarı insan yarı hayvan figürleri ve yanlarında düğümlenen yılanları eşlik ediyor. Sağında bir eve ait olduğunu düşündürten tek kanatlı kapının üzerinde ise tesadüfen serginin açılışının da denk geldiği dolunay imgesi ve Volissos’un tepeciklerini andıran bir manzara var. Murat Burhanoğlu’nun eserlerindeki imgeler, bir adada yaşanan hislerle örtüşerek gündelik duyguları, içinden çıkılması güç durumları, korkuları, arzuları temsil ediyor.


Sevgi Yanar’ın cam eserleri bakaliko’nun dolaplarından çıkma çekmecelerinin içine yerleştirilmiş. Yanar’ın bu kış açtığı Boşluk Bir Yer adlı sergide yer almış olan bu eserlerde genç bir kızı bir hikâyeyi takip edermişçesine denizde tek başına yüzerken görüyoruz. Sanatçıya göre, su çocuğun en korunaklı alanı. Ege Denizi’nde çektiği fotoğraflardan ilham alan sanatçı, su sayesinde genç kızın etrafını boşaltarak kendisine yanaşabilecek kötülüklerle onun genç bedenini mesafelendirdiğini anlatıyor. Bu mesafelenme durumunu sanatçının kullandığı Bizans mozaiklerinden tanıdığımız cam tekniğinde de gözlemleyebiliyoruz. İki eritilmiş camın arasındaki akrilik boya sayesinde resim ve dolayısıyla figür dokunulmaz bir hale gelerek bir zarla korunmuş oluyor.


Sevgi Yanar, Boşlukta Bir Yer

Bakaliko’nun yanında iki küçük aralıktan Stella Tsakiri’nin ve Fransız sanatçı Clémence B.T.D. Barret’nin eserlerini görebiliyoruz. Tsakiri’nin Volissos’a yakın bir köy olan Katavisi’den topladığı toprakla yaptığı ve doğal boyalarla renklendirdiği kilden seramikleri sanatçıya göre bir aileyi temsil ediyor. Tsakiri seramiklerin üzerine yakma, süte batırma gibi farklı tekniklerle müdahalelerde bulunuyor. Sergideki eserlerin çoğu köyün bir parçası olan doğal malzemelerle üretilirken, Selim Birsel’in bir pencereden, aralıktan, içeriden dışarıya bakan manzaralarının hepsi Volissos’un farklı mevsimlerdeki bambaşka ışıklarla yıkanmış anlarını gösteriyor. Birsel’in eserlerindeki, içeriden dışarıya bakma yaklaşımı, Ilektra M.K.’nın pencerelere yerleştirilmiş akrilikle boyanmış, salınan kumaş eserlerinde, Clémence B.T.D. Barret’nin bir perdenin örttüğü gizemli bir hikâyeyi anlatan tuvalinde ve Sevgi Yanar’ın Clémence’un balkonundan sarkıttığı, altı yerinden düğümlü adanın iki yakasını mavi ve kırmızıyla imleyen çarşaftan Hand in Hand eserinde gözlemleniyor.


Solda: Stella Tsakiri'nin seramikleri

Sağda: Sevgi Yanar, Hand in Hand

Bakaliko’nun tam karşısında, meydanın adını taşıyan Phytonas restoranında Murat Burhanoğlu’nun yılana sarılmış adam figürüyle karşılaşırken, aynanın içerisinde ise Selim Birsel’in köyden bir manzarasına Volissos’un azizesi Aya Merkela’nın kartpostalı eşlik ediyor. Öte yandan, tam karşılarındaki duvarda, birbiriyle dokularıyla konuşan Noémie Borziex’nin doğal yöntemler kullanılarak, sebze ve meyvelerin ezilmesiyle yaptığı baskı eserine Mairy Kotsanaros’un benzer dokular taşıyan, rengârenk kayalık fotoğrafları eşlik ediyor.


Sergi mekânlarından bir diğeri de Thomas’ın baston dükkanı. Karaburun’dan Sakız’a nasıl göç etmek zorunda bırakıldığını “git dediler gittik” şeklinde anlatan, 90 yaşlarında olan bu değerli ustanın dükkanında, bastonların arasında Ayça Telgeren’in havada asılı kalmış, ucunda kırmızı bir kurdele bağlı olan betondan parmak heykeli var. Bu işaret eden parmak, iki kültürde de geçmişte nasıl bir arada yaşadığımızı, komşuluğumuzu hatırlamaya çağırıyor. Papa Neofitos’un 1924’te Yunan harfleriyle Türkçe yazdığı şiir mübadele nedeniyle yaşanılan acıları, çekilen sıkıntıları tüm gerçekçiliğiyle aktarıyor: ‘‘Terk eyledik saray gibi evleri / Mekân tuttuk dağ başında köyleri,’’ ‘‘Çokları da açık çıplak kaldılar / Evinden bağından mahrum oldular.’’** Bu şiirin hikâyesi, Volissos’taki bu sergide yer alan tüm sanatçıların ailelerinin Anadolu’dan gelmesinin gerçeği ile bütünleşiyor. Stella Tsakiri’nin anneannesi Sultana Hanım Bursa’dan, Mairy Kotsanaros’un annesi Ortaköy’den, Hlektra M.K.’nın dedeleri de Kapadokya’dan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmışlar. Bu hüzün hissini, tüm anıların tazeliği ve ortak geçmiş, komşuluk duygusunun sıcaklığı alıp götürüyor.

Sakız adasının, Volissos köyünün, Pythonas meydanında Bakaliko’da ve köyün farklı köşelerinde izleyiciyle buluşan sergi, Bakaliko’nun kalıcı bir sanat mekânına dönüşmesine de sebebiyet veriyor. Bu iki katlı yapının sahipleri binanın üst katını da kalıcı olarak sanatçı ağırlama programına dönüştüreceklerini söylüyorlar. Bu sergi sayesinde ortak geçmiş tüm bu iç içe örülmüş hikâyelerle bambaşka bir derinlik kazandırırken, geleceğe de bir çentik atılmış oluyor.


 

* Homeros, çev. (Azra Erhat, A. Kadir), İlyada, Can Yayınları, İstanbul, 1984.

**Foti Bekisoy, Stefo Bekisoy, Türk Milliyetçiliğinde Katedilmemiş Bir Yol: Hristiyan Türkler ve Papa Eftim, İstos Yayınevi, İstanbul, 2022.




Bình luận


bottom of page