Türkiye'deki yeni sinemacıların filmleri ve kişisel hikâyeleri odağında şekillenen röportaj serimiz Yeni Türkiye Sineması'ndan manzaralar, sinema dünyasındaki sanatsal, kültürel ve politik gelişmeleri kayıt altına almayı ve yeni sinemacıların sesini daha fazla duyurmayı amaçlıyor. Serinin sıradaki konuğu yönetmen ve senarist Emre Kayiş
Röportaj: Çağnur Öztürk
Yönetmen ve senarist Emre Kayiş
Emre Kayiş’in yazıp yönettiği başrollerini Uğur Polat ve İpek Türktan’ın paylaştığı ilk uzun metraj filmi Anadolu Leoparı, dünya prömiyerini 46. Toronto Uluslararası Film Festivali’nin Keşif bölümünde gerçekleştirmişti ve festivalde FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu) Ödülü’ne layık görülmüştü.
Bu başarının ardından, 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Türkiye prömiyerini yapan ve Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü alan Anadolu Leoparı, ardından 32. Ankara Film Festivali'nde En İyi Film dahil birçok ödülün sahibi olarak ülkemiz festivallerinin en çok konuşulan filmlerinden oldu.
Film, bir hayvanat bahçesi müdürünün, kurumun özelleştirmesini önlemek amacıyla verdiği mücadeleyi konu alıyor. Ankapark projesiyle Atatürk Orman Çiftliği’nin talan edilmesi, Kayiş’ın çıkış noktalarından biri. Her ne kadar filmin dilinde bir zamansızlık ve mekânsızlık dili hakim de olsa; sermaye ile mücadele eden ana karakter Fikret üzerinden nesli tükenmekte olan Anadolu Leoparı özdeşliği kurarak bir Yeni Türkiye panoraması da çizmiş oluyor Kayiş.
Anadolu Leoparı filminden bir sahne
Anadolu Leoparı'nı yazma süreciniz nasıl gelişti? Sanıyorum ki filmin ismi ilk başta sadece "Leopar" olacaktı? Nesli tükenmekte olan Anadolu leoparı ile hayvanat bahçesi müdürü Fikret'in yazgı birliği nasıl oluştu?
Son kısa filmim Çevirmen’i tamamladıktan sonra, uzun zamandır içimde taşıdığım bir duyguyu işlemek istediğime karar verdim. Dönüşen değerler ve toplumsal çürümenin etkisiyle savrulan, edilginlik öğesinin, sürüklenip gitmenin, ses çıkartmamanın, korkaklığın ve eylemsizliğin içine sıkışmış karakterlerin ürkekçe içinde dolaştığı tekinsiz bir dünyaya dair çok tanıdık ve bir o kadar da karmaşık bir duyguydu bu. Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan ve yalnızca Anadolu’ya ait olan bir canlı olan Anadolu leoparının hüzünlü ve bir o kadar da ironik hikâyesiyle, eski görkemli günlerini geride bırakmış köhnemiş bir kurumun talihsiz müdürünün yazgılarını birleştirme düşüncesi bu duygunun tesiridir sanıyorum.
Anadolu Leoparı filminden bir sahne
Soyu tükenen hayvan, soyu tükenen insan yanında soyu tükenen "mekân"ın da birleştiği soyu tükenen bir ruh meselesi var bence filmde. Siz ne dersiniz?
Tabii, bu filmin tartıştığı temel meselelerden bir tanesi. Çürümenin, bana göre lanetli bir değişim ırmağı olan bu dekadansın, bu karşı konulamaz debinin önüne katıp parçaladığı mekânlar ve insanların sürüklendiği bir evren üzerine kurulu Anadolu Leoparı.
“Filmin formunu, tamamen günümüz gerçekliğinden koparmayı tercih etmedim.”
Fikret'in varoluş sancılarını da ben oldukça gerçekçi buldum, Fikret her an bir rezalet çıkacak hissiyle bir yandan mutlu olmadığı bir oluşun içindeyken bir yandan da bir eylemsizlik ve kayıtsızlık, sıkışmışlık halinde. Fikret karakterini inşa ederken özellikle nelere dikkat ettiniz, referans noktalarınız neler oldu?
Fikret’i boyutlandırırken referans noktasının duyumsal deneyimlerim ve yukarıda da kısaca değinmeye çalıştığım o daima içimde taşıdığım karmaşık duyguyu anlamlandırma çabası olduğunu düşünüyorum. Fikret’i benim için çekici kılan en önemli noktalardan biri, onun “zamanımızın bir kahramanı” olmaktan öte Oblomovvari bir “boşlukta sallanan adam” oluşuydu. Bir başka deyişle eylemsizlik ve kayıtsızlığın soylu olduğunu düşünen, kendini kahraman sanan bir anti kahraman Fikret. Eyleme geçmenin soyluluğunu zedeleyeceğinden ölesiye korkan, konfor alanının daralmasının yarattığı giderek artan sıkışmışlık duygusunu bir türlü yırtıp atamayan ve gittikçe katılaşıp ağırlaşan, bu anlamda da bana ülkenin gerilemekte olan muhalif burjuva sınıfının melankolik mizahi çözümlemesini yapma fırsatı tanıyan bir karakter.
Anadolu Leoparı filminden bir sahne
Filmin Ankara’da bir hayvanat bahçesinde geçtiğini bilsek de filme bir zamansızlık ve mekânsızlık hali var. Boşlukta gibi. Ve ben bu boşluk ve sonsuzluk hissini de çok sevdim. "Herkesin sineması" gibi zor yakalanan bir dili var bence filmin. Bunu yaratmak için özellikle neler yaptınız?
Zamanın ve mekânın “izafi muğlaklığı” benim oluşturmaya çalıştığım film formunun en önemli parçaları. Mekânlar, objeler ve kostümleri bu eksende belirli bir renk ve ruh paletine uygun olarak seçip tasarladık. Bununla beraber kurgu araçları ve sinematografik enstrümanları duygusal manipülasyonu azaltacak biçimde minimalist bir eksende kullanmaya gayret edip, mizansenleri belirlerken aktör performansları, sahne içi zaman baskısı ve ritim oluşumlarını sıkı bir biçimde denetlemeye gayret ettim.
Anadolu Leoparı filminden bir sahne
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi sanat yönetimi ödülü aldınız. Bazı bölümlerin Polonya'da çekildiğini biliyorum. Filmde bu mekânsızlık, zamansızlık hissi hakimken bir yandan günümüze, Günümüz Türkiyesi’ne de göndermeler var... Bütün bunları tasarlama süreciniz nasıldı?
Oluşturmaya çalıştığım sinema dilinde, yukarıda da değindiğim izafi muğlaklık, bir başka deyişle zamansızlık ve mekânsızlığın göreliliği benim için oldukça önemli bir konu. Bu göreliliğin bir uzantısı olarak katı gerçeklik ve sürreal olan arasında uzanan geniş skalada filmin duracağı noktaya karar vermek için bir hayli zaman harcadığımı söylemeliyim. Sonuç olarak filmin formunu tamamen günümüz gerçekliğinden koparmayı tercih etmedim. İzleyicinin kerteriz alabileceği birtakım ipuçları bırakmaya karar verdim. Bu tercihimde ne denli cesur davranabildiğimi ve gelecekteki filmlerimde nasıl bir denge kuracağımı mütemadiyen sorguluyorum.
“Estetik yargı doğası gereği antidemokratiktir.”
Kısa filmlerinizle epey ödül almıştınız ve ilk uzun metrajınız Anadolu Leoparı’nı çektiniz. Kısa film ve uzun metrajlı arasında nasıl bağlar ve farklar var sizce dünyada çok iyi uzun metrajlı filmler çeken yönetmenlerin tekrar kısa filmler çektiğini görüyoruz. Siz de çeker misiniz bundan sonra?
Kısa film ve uzun metraj arasında biçimsel ve pratik anlamda yapısal pek çok fark var. Kısa filmler kariyerlerinin başlangıcında olan yönetmenlerin artistik vizyon ve becerilerini sergilemeleri ve bu sayede uzun metrajlı filmlerini gerçekleştirmek için fırsat bulmalarını sağlaması bakımından daha işlevsel bir rol oynuyor. Benim için de kısa metrajlı filmlerimin böyle bir katkısı olduğunu söyleyebilirim. Başarılı yönetmenlerin kariyerlerinin devamında gerçekleştirdikleri kısa filmler ise böylesine bir işlevsellik barındırmadığı, daha ziyade farklı birer form yaratma denemeleri oldukları için ilgimi çekiyor. İleride, şayet şartlar oluşursa kısa filmler de çekebilirim.
Anadolu Leoparı filminden bir sahne
Toronto’da FIPRESCI ödülü aldıktan sonra Antalya’da En İyi İlk Film ve Ankara’da En İyi Film dâhil birçok ödül aldınız. Ödül almış olmak neler hissettiriyor? Bir yük ve sorumluluk hissi geliyor mu? Ödül törenleri sonrası ödülü "hak etme" sorunsalı üzerine neler demek istersiniz?
Filmin birbirinden farklı jürilerce ödüllendirilmesi elbette mutluluk verici. Estetik yargı doğası gereği antidemokratiktir; bu sebeple de bu hususta bir hak etme sorunsalı olduğunu düşünmüyor, herhangi bir yük yahut sorumluluk hissi duymuyorum.
Comments