İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Çağdaş İstanbul Vakfı (CIF), iş birliği yaparak Istanbul The Lights projesine imza attılar. Küratörlüğünü CIF Sanat ve Kültür Programları Direktörü Ayça Okay ve Contemporary Istanbul Plugin Küratörü Esra Özkan'ın üstlendiği, geniş kitlelere ulaşmaya çalışan Istanbul The Lights projenin sorumlularının izleyiciye ulaşabilme arzusunu tatmin etti mi? Geçtiğimiz haftalarda başladığımız yazı dizisi bu hafta “yeni medya” kavramına odaklanarak festivali inceliyor
Yazı: Ayşegül Düşek
Her türlü medyumun sanat nesnesi ve yöntemi olabileceği ortamda, 90 sonrası iyice gelişen ve yaygınlaşan teknolojinin açık ara etkileri gözden kaçmaz. Sanat terminolojisine bakıldığında medya sanatı, dijital sanat, bilgisayar sanatı, merceğe dayalı sanat gibi birçok farklı biçimde isimlendirilen teknolojik medyumlar kapsamına; video, ses, holografik yerleştirmeler, melez formları da alarak “yeni medya sanatı” şeklinde adlandırılmıştır. Yeni medya sanatı, çağdaş sanatın karakteristik bir özelliği olarak eşsiz bir ifade aracı olmanın yanında; taşınabilir, erişilebilir, kolayca kopyalanabilir, verileştirilebilir nitelikleriyle de yükselen bilgi ve teknoloji çağının özelliklerini yakalayarak bugünkü yetkinliğine ulaşıyor.
İnternet kullanımının 2000’li yıllardan itibaren gösterdiği hız, istatistiksel bir veri olarak dünya nüfusunun yüzde elli dokuzunun İnternet, yüzde kırk dokuzunun sosyal medya hesabı kullandığı gerçeği, deneyimlemenin nasıl bildiğimiz biçimlerden uzaklaştığını açıkça ortaya koyar. Bu yeni deneyimlemenin sanattaki karşılığında yeni medyanın deneyimsel paralelliği gözlemlenebilir. Yeni medya sanatı formlarının tezahür ediş biçimi kendi kavramsal zemini oluşturan ve onu bir tür “fütüristik” görselliğin ötesine taşıyan eserlerle kendine vücut bulmuştur. Belki de tam bu sebepten dijital sanat basit bir ışık şovunun ya da sanal gerçekliği arttırılmış bir oyun deneyimi olmanın ötesine geçerek kendini 21. yüzyılın neo-kitsch’i olmaktan nasıl kurtardığına dair önemli bir duruş sergiler.
Dijital çağın alametifarikası olarak kendini her türlü yaratı alanında muzip bir şekilde sahneleyebilen yeni medya sanatının; deneyimlemenin sadece fiziki boyutta olmadığına aşina olan, alışverişlerini İnternet üzerinden yapan, sanal uygulamalarda tanışıp aşk yaşayan, üç boyutlu filmler izleyen ve her bakımdan dijitalleşmenin günlük hayatın bir parçası olduğu çağın insanı için mükemmel bir izleyici deneyimi olduğu söylenebilir. Sterlac’ın tıbbın nimetlerinden faydalanarak gerçekleştirdiği kendini cyborg’a çevirme işinde, izleyicinin kancalarla asılı bedenindeki halatları oynatması, bir İnternet ağının varlığı sayesinde yalnızca bir tık uzaktadır. Benzer bir interaktif deneyim Rafael Lozano’nun yazılımla taçlandırarak sergi mekânına yerleştiği izleyiciyle kontağı koparmayan bir gözün varlığı da paralel bir deneyim alanı sunar. Bu örnekler dijital bir verinin sürekli işleyicisi olan izleyici için günün sonundaki melez deneyimlerinin bir sonucudur. Yeni medya sanatının sadece geleneksel deneyim vasıtasıyla modern izleyiciye bu kadar yakın durduğunu söylemek cılız olacaktır. Dijital sanat, aynı zamanda tam da bu “ulaşılabilirlik” ve kendini kurgulayabilme çağındaki çelişkinin de anahtarlarını elinde tutacak şekilde baş verebilir. Jenny Holzer’in modern dünyanın vazgeçilmezi olan avm’ler, bankalar gibi yapıların üzerine yansıttığı son derece duygusal ve kişisel olan günlükleri, şiirleri ve söylemleriyle mekân ve içerik arasındaki ilişkiyi tersyüz eder. Burada modern insanın günlük deneyimine evde bırakmaya çalıştığı bir halka eklemlenir. Holzer’in basit şekilde projeksiyona döktüğü kelimeler mekânın absürtlüğünde yeni bir duyumsama alanı yaratır. Bu absürtlük modern yaşamın tüketim kültürünün sistemleştiği kamusal alanların insani bir özle karşılaşıp derin okuma katmanları yarattığı bir deneyimlemeyi mümkün hale getirir. Yeni medya sanatının çağın izleyicisi için biçilmiş bir kaftan olarak, onunla kurduğu bağa, ona ulaşma biçimine, etkileyiciliğinin gündelik hayatta bulduğu karşılığına değin geniş bir skalada etkin bir güce sahip olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Görüntünün, sesin, ışığın, teknolojik ve dijital etkileşimin en olanaklı şekilde kurgulanabildiği bu melez formlar, tam da bu sebepten 21. yüzyıl izleyicisine sanatsal deneyim ile yaşamsal pratiği paralel bir zeminde buluşturma imkânı veriyor.
Çağdaş İstanbul Vakfı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve izleyiciye yeni bir deneyimi vadeden İstanbul Işık Festivali bu bağlamda incelendiğinde, pandemiden dolayı sönük geçen yeni yıl kutlamalarının görkemli sokak ışıklandırmalarına dahi ulaşamadığını söylemek mümkün. Başından beri sanatçı listesi değişiklikleri, içerik yoksunluğu eleştirileri ve süslemeciliğe kadar uzanan ithamları bir tarafa kaldıracak olursak; serginin pandemi sürecindeki izleyici için deneysel bir alan sunma misyonuna karşın, ışık meselesini sadece geceye ait bir unsura dönüştürmesi sebebiyle, akşam sokağa çıkışlarına yönelik kısıtlama bulunan bu dönemde erişilebilirlik yönünden sınıfta kalıyor. Istanbul The Lights Festivali sanat çevresinin yüzünü güldürememişken, üstlendiği izleyiciyi ışıkla buluşması vaadini de gerçekleştiremeyerek muhtemel bir hayalet sergi olarak anılma yolunda...
Comments