İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 5. İstanbul Tasarım Bienali, Empatiye Dönüş: birden fazlası için tasarım temasıyla bugün açıldı. Mimar ve küratör Mariana Pestana'nın küratörlüğünü yaptığı bienal, empati kavramını, yalnızca kişilerarası duygularla değil, aynı zamanda insanın bölgelerle, arazilerle, mikroorganizmalarla ve sınırsız diğer türlerle ilişkileri üzerinden yorumluyor. Teknolojik bir telaşın, ekolojik krizin ve COVID-19 pandemisinin damgasını vurduğu bir zamanda Mariana Pestana ve bienal direktörü Deniz Ova ile bir araya geldik; giderek küreselleşen bir dünyada insan/insan dışı ayrımını, çıkarma ve üretim uygulamalarını, bağlantı ve yerellik ritüellerini sorguladık. Yeni izleyici katılım stratejilerinin sanat ve kültür ortamını güçlendireceğini ve Deniz Ova’nın sözleriyle hepimizi "bu yorgunluktan, bu yalnızlığın üstesinden gelmeye" ve "geleceğe inanmaya" motive edeceğini umuyoruz
Söyleşi: Ecem Arslanay
Solda: Mariana Pestana, Sağda: Deniz Ova, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
COVID-19 kriziyle bienalin teması her zamankinden daha kritik ve hatta acil hale geldi. Kendini hiyerarşik bir varoluş düzleminin en üst noktasına yerleştirme eğiliminde olan bir tür olarak biz insanlar var olma kapasitemizin düşündüğümüzden çok daha kırılgan olduğunu gördük. İnsan olmayanların köleleştirilmiş pasif nesneler olmadıklarını, bizim gibi aktif özneler olduklarını ve bizi tam bir yıkım noktasına kadar etkileme gücüne sahip olduklarını korkunç bir şekilde anladık. Peki bu virüs 5. İstanbul Tasarım Bienali'nin nasıl etkiledi?
Mariana Pestana: Bir virüsün hayatlarımızı kökten değiştirdiği bir yılda tasarımın insan olmayan süjelerle ilişkilerimize nasıl aracılık ettiğine bakıyoruz. Bienali ertelemedik çünkü yapılması gereken önemli bir tartışmaydı; virüsün kendisi yüzünden değil virüsün sosyal izolasyon gibi günlük hayat üzerindeki etkilerini ve aynı zamanda küresel endüstriyel düzene olan bağlılığımızı da görünür kılması açısından önemliydi. Pandemi nedeniyle ve izleyici etkileşimine getirdiği yeni zorluklar için çeşitli programlara dayalı bir plan geliştirdik.Yeni Yurttaşlık Ritüelleri şehirde gerçekleşiyor; insanların günlük yaşamlarında kullandıkları kamusal alan ve bahçelerde yapılıyor. Eleştirel Yemek Yapma Programı, İnternet’e erişimi olan herkes tarafından evden izlenebilecek dijital bir program. Kara ve Deniz Kütüphanesi, önümüzdeki birkaç yıl içinde gelişeceğini görmeyi umduğumuz başlangıç noktaları olan bir dizi araştırma projesi. Empati Seansları, Pera Müzesi'nde film ve karşılaşmalar biçiminde empati üzerine düşünen işler sunuyor. Genel olarak, bienal sadece bu sonbaharda olanlarla ilgilenmiyor. Yeni başlangıçlar yaratmayı umuyor. Dijital programda gıda ile ilişkimize dair eleştirel düşüncelerden, insanların yaşamlarını ve tercihlerini etkileyebilecek olan, Bienal sonrası Akdeniz bölgesinde projelere dönüşebilecek araştırmalara, birçoğu uzun süre şehirde kalacak olan Yeni Yurttaşlık Ritüelleri müdahalelerine geniş bir yelpazede düşünüyoruz.
Müdahaleler ilgi çekici ve yerel kültürle güçlü ilişkiler kurabilen bir çalışma biçimi. Bu bienalin şehirle olan ilişkisinin geçmiş edisyonlardan daha güçlü olduğunu düşünüyor musunuz? İstanbul Tasarım Bienali’nin, geçmişte katkıda bulunanların önceki edisyonlara dönüp baktığı podcast dizisini dinliyordum; Emre Arolat'ın bienalin İstanbul'la ilişkisinin eskisi kadar güçlü olmadığını söyleyen eleştirel ifadesine rastladım. Bunun dünyadaki bienallerde yaygın bir eğilim olduğunu düşünüyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz Ova: İlk bienalin küratörlerinden biri olan Emre Arolat, çok güçlü bir yerel bağlam yaratmıştı. Musibet başlığı altında derlenen projeler, büyük ölçüde İstanbul'a, şehre ve içinde neler olduğuna odaklandı; çünkü bu o zamanın en önemli konularından biriydi ve yenilenmeye tanık olan ve değişimin parçası olan mimarlardan biriydi. İlerleyen edisyonlarda şehre yapılan vurgu o kadar güçlü olmamasına rağmen yerel bağlam her zaman önemli bir faktördü. Yine de bienal sadece yerel konularla ilgili değil. Bazen “yerel” ile etkileşim düzeyi, ona nasıl yaklaşıldığı farklı yoğunluklara ve katmanlara sahiptir. Ancak ben gerçekten “yerel”in ne demek olduğunu sorguluyorum. Acil durumların çoğu, etkileri yalnızca yerel temelde değil, coğrafi ve bağlamsal olarak yaygın olduğundan küresel hale geliyor. Bunu söylemesi çok basit olsa da, buradaki düğmeye basarsanız, bilinçli veya bilinçsiz olarak dünyanın diğer tarafında olup bitenleri etkileyebilirsiniz. Yerelliği küresel bağlamda anlamak çok önemli. O zaman bazı projelerin anlatılarını farklı şekillerde görebilir ve anlayabiliriz.
Geçen yüzyılda "empati" kelimesinin kazandığı insan merkezli anlamı eleştiriyorsunuz. Bu kavramı “yeniden gözden geçirme” ihtiyacından bahsedebilir misiniz?
Mariana Pestana: Terim ilk ortaya çıktığında, Almanca Einfühlung kelimesinin çevirisiydi; doğal dünyadan, tasarım nesnelerinden ve sanat eserleri ile insan ve insan olmayan özneler arasında estetik bir deneyimi anlatıyordu. Bu terimin köklerine geri dönerek kurtarmakla ilgileniyoruz. Ekolojik kriz bizi endüstriyel, maden çıkarıcı, küreselleşmiş üretim sistemlerine karşı şüpheci kıldı, değil mi? Yine de rakamlar ve istatistikler bizim için pek bir şey ifade etmiyor. "Gerçekler" davranışımızı değiştirmiyor; ancak çevre ile duygusal bir bağın davranışımızı değiştirme potansiyeli var. Biyolojik çeşitliliği koruyan, toprak, su ve yakın çevresi ile daha bilinçli ilişkiler sürdüren yerlerde, nispeten küçük ölçekli topluluklar olduğunu görebiliyoruz. İlişkiyi bu alanlarda sadece üretken veya yerden çıkarma odaklı kılan şey, toplulukların bu anlayışı günlük pratikleriyle uyumlu hale getirmiş olmalarıdır. Bunun Deniz'in yerelliği küresel bağlamda anlamakla ilgili söyledikleriyle bir ilgisi var. Aynı zamanda, nerede olursak olalım, yakın bağlamımızla olan ilişkimizle ilgilidir ve belki de bu, küresel endüstriye bağlı olmayan yeni bir tasarım paradigmasıdır.
Orkan Telhan & Elii, Microbial Fruits of Istanbul, 2020
Tasarımda süje konumlandırması açısından da bir paradigma değişikliğinin eşiğinde miyiz? Tasarım yaklaşımımızda “insanı” merkezden uzaklaştırmaya mı başladık? Yoksa biz onlara verdiğimiz zararın farkına varmadan önce bizi merkezden uzaklaştıranlar insan olmayanlar mı olacak?
Mariana Pestana: Pandemi krizin başlangıcından bu yana, bazıları bunun bir "doğanın cezası" olduğunu savundu, sanki doğa virüsten insan kaynaklı çevresel felaketlere yanıt olarak bir intikam üretmiş gibi, ama bence bu düşünceyi takip etmek tehlikeli. İnsan merkeziyetçilikle ilgili olarak, insandan daha fazlası için tasarım yapmakla ciddi şekilde ilgilenen yeni nesil tasarımcılar görüyorum. Tasarımlarının bilinçli bir şekilde işlemesini sağlamak istiyorlar çünkü her tasarımın -isteyerek veya kasıtsız olarak- insanları ve sayısız başka aracı ve yeri -sadece yakın olanları değil- etkilediğini kabul ediyorlar. Bu bilinç değişikliğini veya paradigmayı ne inşa etti? Kuşkusuz Donna Haraway ve Timothy Morton gibi düşünürler etkili oldu, aynı zamanda Maria Puig de la Bellacasa ve Rosi Braidotti’nin katkıları var. Yakın geçmişte Anna Lowenhaupt Tsing’in The Mushroom at the End of the World (2015) kitabı, Arturo Escobar’ın Designs for the Pluriverse (2018) kitabı önemli. Tasarım açısından, gerçekten bir paradigma değişimiyle karşı karşıya olabiliriz ve bu yeni paradigma, başlıkta aktarmayı amaçladığım, “birden fazlası için tasarım” fikridir.
Mariana, küratörlük pratiğinde, kurguyu gelecekteki olasılıkları canlandırmak için bir araç olarak kullandığın ilginç bir yönteme sahipsin. Bunu detaylandırır mısın? Bu yöntem bienale nasıl yansıyor?
Mariana Pestana: Günlük gerçeklikte deneyler yapan ve ellerini kirleten türden bir kurgu ile ilgileniyorum. Tasarladığınız veya tasvir ettiğiniz bir olasılığı hayal ettiğiniz, ancak onu gerçek dünyadan ayrı tuttuğunuz bir tür kurgu var; Kitaplarda, renderlarda, bilgisayarlarda, post prodüksiyon stüdyolarında yaratılan kurgu gibi. Ancak tasarım, gerçek dünyadan çok net bir şekilde ayrılmayan bir tür kurgu üretebilir. Sonuçta tasarımın geleceği üretme konusunda inanılmaz bir kapasitesi var. Bunu 2008 yılında ekonomik kriz sonrası dönemde düşünmeye başladım; 2010-2011'de yaşadığım ve çalıştığım Londra'da ekonomik kriz sonrası üzerine düşündüm. Kurgusal önermelerini kamusal alanda oluşturmaya başlayan bir mimarlar topluluğunun parçasıydım. The Decorators ile çalışıyordum ve bizim gibi diğer pratiklerle ilgili yazıyordum. Bienaller, müzeler ve çeşitli kültür kurumları gibi platformlar bu olasılıklar için gerçekten ilginç test alanlarıdır. Bu bienalde Studio Ossidiana'nın kamu projesi, tasarımdaki "insandan fazlası" na doğru "paradigma kaymasının" harika bir örneğidir. Bienal, hayali önermelerinin gerçeğe dönüştürülmesi için bir bağlam yaratıyor ve bu çok heyecan verici.
Yıllar içerisinde İstanbul Tasarım Bienali geleceğe dair birçok spekülasyona ev sahipliği yaptı. İkinci bienalin adı Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil idi; bu yüzden bu “geçmiş” gelecekler hakkında soru sormak istiyorum. Yakın gelecekle nasıl ilişki kuruyorlar? Pandemi ile ilgili bazı projelerin altını çizebilir misiniz?
Deniz Ova: Dediğin gibi, çoğu edisyonda gelecekte neler olabileceğini öngören projeler var. Bunun nedeni, bienal platformunun ileri görüşlü projelere zemin vermesidir; bu da tasarım uygulamasının özüne geri dönüyor. Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil (2014) daha çok günlük ritüeller ve bunların nasıl değişebileceğiyle ilgiliydi; sonraki bienallerde daha büyük bir tartışma haline geldi. Üçüncü bienal Biz İnsan Mıyız? (2016) çevremiz konusunda daha bilinçli olmazsak geleceğin neler getireceğini çarpıcı bir şekilde göstermeye çalıştı. Antroposen konusu, bazı projeler için çok güçlü bir kılavuz oldu. Bienal aynı zamanda insanın başına gelenlerle ilgiliydi; kendimizi nasıl tasarladığımızı, günlük ritüellerimizi, topluluklarımızı, ekonomimizi ve politikamızı. Bazı şeyleri şimdi durdurmamız gerektiğini anlayabilmemiz için dünyanın farklı bir okumasına ihtiyacımız olduğunu anlamamızı sağlamaya çalıştı. Podcast dizimizde, gelecekte davranışlarımızı değiştirebilecek organizmalara bakan eski paydaşlarla konuştuk. Bienal ayrıca bilim adamları ve tasarımcılar arasında bazı işbirliklerine de ev sahipliği yaptı. Alexandra Daisy Ginsberg'in ikinci bienal projesi olan Designing for the Sixth Extinction (2014), sentetik biyolojinin potansiyelini araştırıyor. İzolasyon Enstitüsü'nün (2016) Lucy McRae'nin gözleme dayalı belgeseli, izolasyonun veya aşırı deneyimin insan direncini eğitmek için bir geçit olarak kullanılıp kullanılamayacağını araştırdı. Bugün bu durumla kolayca ilişki kurabiliriz. İki yıl önce bienalde garip görünen şey artık daha normal, ya da kabul edilmiş ya da en azından zihnimizde daha yaygın. Bugüne kadar bienallerin günlük davranışlarımızı ve dünyayla nasıl ilişki kurduğumuzu yeniden düşünmeyi tetiklediğini düşünüyorum. Bu edisyon, tüm bunları çok düzgün bir okumayla birleştiriyor ve şimdi başlarsak gerçekten bir şeyler yapabileceğimiz konusunda rahatlatıcı bir fikir veriyor. Biraz geç görünse de yine de başka bir gelecek yaratma şansımız var.
Alexandra Daisy Ginsberg, Designing for the Sixth Extinction, 2. İstanbul Tasarım Bienali, Galata Rum Okulu sergi görüntüsü, Fotoğraf: Sahir Uğur Eren
Bu bienaldeki projeler salgınla nasıl bağlantılı? Sorunla doğrudan ilgilenenler var mı?
Mariana Pestana: Evet, bazı projeler var ama pandemiye tepki veren bir bienal yapmak istemiyoruz. Deniz'in de dediği gibi, bu bienal zaman zaman çok karmaşık ve zor konularla uğraşsa da rahatlatmak için yapılıyor. Bu anın alaycı olma zamanı değil, harekete geçme ve insanları motive etme zamanı olduğuna inanıyoruz. Pandemiyi yansıtan çok fazla projemiz olmasa da bunu yapmak için biraz erken olduğuna inanıyoruz; bunu dolaylı yoldan ele alan birkaç projemiz var. Salgının neden olduğu sosyal izolasyon gibi bazı gerçeklere odaklanılıyor.
Deniz Ova: Bienalde günlük hayatımızdaki şeyler, dünyadaki acil konular hakkında çok konuşuyoruz ve sanki tasarımdan bahsetmiyormuşuz gibi görünüyor; ama bu doğru değil. Sunduğumuz kişiler bu konulara her zaman tasarım açısından bakıyorlar. Bienal sadece tasarımcıları veya tasarımı sunmakla ilgili değil, gerçekten dünyayı farklı anlamak ve belki de geleceğe daha rahat bakmak, bu soruları bir profesyonel ya da tasarımcı olarak değil, bir insan olarak sormayı öğrenmektir. Bu benim romantik bakış açım olabilir, ancak bienalin insanların davranışlarını yeniden düşünerek tekrar odaklarını düşünmeye ve nasıl tükettiklerini, nasıl ilişki kurduklarını ya da sadece dünyaya bakmaya yönlendirdiğine inanıyorum.
Gıda ve üretimi neden son bienallerin önemli bir parçası oldu? Bu bienal bağlamında her zamankinden de önemli görünüyor.
Mariana Pestana: Gıda, muhtemelen iklim kriziyle mücadele etmenin en doğrudan yoludur. Bu gezegende uyumlu bir şekilde yaşamaya devam edebilmemiz için yediklerimizde köklü değişiklikler yapmamız gerekecek. Bugünün tarımsal-sanayi kompleksi çok sorunlu. Araziler, toprak ve su ile çıkarımcı ilişki sürdürülebilir değil. Yemek, tasarım ve düşünme açısından da çok ilginç çünkü muazzam ölçeklerde çalışıyor. Yemek hakkında konuşurken, tabağınızda olanı yemekten bahsediyorsunuz ama aynı zamanda o yemeğin yapımında yer alan tüm arazilerden, ayrıca tabaktan, jestlerden, birlikte yemenin ortaklığından, sosyal karşılaşmalardan da bahsediyorsunuz. Tasarım, gıda ile birçok yönden ilişkili. Yemek konusu davetkar ve daha karmaşık temalar üzerine konuşmalar başlatmak için kullanılabilecek anlamda bir "Truva atı" dır. Sonuçta, herkes yemek hakkında bir şeyler biliyor ve herkes bu konuda bir sohbete davet ediliyor. Eleştirel Yemek Yapma Programı’nda Arjantin'deki mezbahaların mimarisine bakarak sığırlarla olan ilişkimizden bahseden bölümler var. Bir diğeri, avokadoların Şili'nin doğal ve politik arazisini nasıl dönüştürdüğüne bakıyor. Bunlar, bienalin tezini her bölümde çevremizle nasıl bir ilişki kurduğumuza dair eleştirel bir yansıma olarak gösteren birçok örnekten sadece ikisi.
Bienal her zaman kendisi için belirlenen fiziksel sınırları ve zaman çerçevesini aşmaya çalıştı. Dördüncü bienal bittikten sonra Avrupa'daki birçok platforma gitti. Ayrıca Beatriz Colomina ve Mark Wigley, üçüncü edisyonun sorusu Biz İnsan Mıyız? ile etkileşimde olmayı hiç bırakmadı ve bu soru çevresinde birçok etkinlik düzenlediler. Bu bienale ilişkin sürdürülebilirlik stratejileri nelerdir? Her zaman çevrelerini etkileme gücüne sahip insan dışı şeyler olarak, bu projelerin yaşamları nasıl ilerleyecek?
Mariana Pestana: Bienalin kilit programlarından biri, kente yapılan bir dizi müdahaleden oluşan Yeni Sivil Ritüeller olacak. Seçtiğimiz tasarımcılar, işlerinin birlikte yaşayacağı topluluklarla uzun süre çalışmaya alışkın, çok özenli kişiler. Bu edisyon için ve ilk kez, İstanbul merkezli küratörlerden oluşan seçilmiş bir grup olan Genç Küratörler Grubu’nu oluşturduk. Projelerin yaşayacağı İstanbul'un yerel bağlamı ile projeler arasında ilişkiler kurmaya çalışıyorlar; çünkü bu projeler -her şeyden çok- bir bilgi alışverişi. İstanbul'a paraşütle gelip bir ay kalıp gitmiyorlar. Daha uzun vadeli ilişkiler kurmayı umuyoruz. Ayrıca Kara ve Deniz Kütüphanesi, Akdeniz bölgesine odaklanan, mutfakların, çiftliklerin ve bölgelerin belirli jeopolitik koşullarını araştıran araştırma projelerinden oluşan bir program. Bu bienalin bu tür projeler için sadece bir başlangıç noktası olduğuna inanıyoruz.
Deniz Ova: Aslında, başlangıç noktaları olarak görülebilecek, bitmemiş projeleri her zaman dahil etmeye çalışıyoruz. Bu edisyon için özellikle araştırma projeleri genişletilmiş bir odak noktası olacak. Bienal ziyaretçileri ile buluştuktan sonra yaşam döngülerini sürdürüyorlar. Her zaman yeni angajman biçimlerine açılan yeni uygulamalar yaratmakla ilgileniyoruz. Bienalin formatı bile her zaman açık bir sorudur. Çok ilginç ve heyecan verici olduğu kanıtlanan yeni formatlar var ve bunlara yoğunlaşarak devam etmek istiyoruz. Araştırmaya dayalı projeler üzerinde çalışmaya devam edeceğiz, ancak büyük yeni projeler veya çok uzun taahhütler üretmek için mali imkanlarımız olup olmayacağını bilmiyorum. Yerel pratiklere güçlü bir şekilde bakacağız ve bunları uluslararası ağlarla bir araya getireceğiz. Sorguladığımız başka bir şey de, gerçekten her iki yılda bir küratör seçmemizin gerekip gerekmediği veya çeşitli uygulama ve yöntemleri barındırmanın farklı bir yolu olup olmadığı. Sanırım artık bunu düşünmek için daha fazla zamanımız var. Büyük bir sergiyi dört gözle beklemek yerine, daha çok proje bazlı çalışarak, yerel ve uluslararası kurumlarla daha fazla işbirliği yapmak istiyoruz. Zaman içinde aktive edilmesi gereken farklı anlar olduğuna inanıyorum. Bazı projeler için bienalin bir sonraki edisyonunu beklememiz gerekmeyebilir. Bu, önümüzdeki birkaç ay içinde çözmemiz gereken bir şey ve umarım bu edisyonun küratöryel ekibiyle işbirliğimiz bize yeni fikirler için ilham verir. Belki farklı formatlarda birlikte çalışmaya devam edebiliriz; en başından beri katılımcılarımıza ve küratörlerimize çok uzun bir süre bağlı kalma ve işbirliklerimizi sürdürme veya genişletme eğilimindeyiz. Küratörlerimiz, pratiğimizin organik bir parçası oldu. Öylece kurtulamazsınız; sürekli bir öğrenme sürecine birlikte devam ediyoruz.
Daniel Zamarbide, Chef Walter El Nagar & Filipe Felizardo, Mush Rooms, 2020
Yeni uygulamalardan bahsederken bienalin bu versiyonunun sergi tasarımı açısından oldukça sıradışı olacağını tahmin ediyorum. Belki bundan sonraki etkinlikler için örnek teşkil edebilir. Bu konudaki kararlarınızı detaylandırır mısınız?
Mariana Pestana: Sergi tasarımı için böylesine olağanüstü bir işbirliği için harika bir ekip olan Future Anecdotes İstanbul ile çalışıyoruz. İzleyici katılımıyla ilgili olarak, standartlaştırılmış bir sergi tasarımına sahip olmak, özellikle günümüzde insanların sergileri nasıl ziyaret ettiğiyle ilgili çok sayıda yeni düzenleme varken bir anlam ifade etmiyordu. Pandeminin yarattığı zorluklar bizi farklı formatlarda görüntülenen birçok yeni içerik oluşturmaya yönlendirdi. Eleştirel Yemek Yapma Programı dijital bir şekilde gerçekleşecek; araştırma projeleri kütüphane (Kara ve Deniz Kütüphanesi) şeklinde olacak ve kamusal alanda da Yeni Sivil Ritüeller gerçekleşecek. Kütüphaneyi yaparkenki amacımız işii doğal bir şekilde sergilemekti. Ziyaretçilerin kontrolü, rezervasyon protokolü ve hatta belirli kıyafetleri giyme, bir kütüphanenin mekansal deneyimine zaten dahil edilmişti. Bir kütüphane aynı zamanda çok zaman geçirebileceğiniz ve eserlerle daha derin ilişkiler kurabileceğiniz bir alandır. Bir projeye hızlı bir şekilde bakıp geçemezsiniz. Bu tamamen yeni etkileşim modu, Yeni Sivil Ritüeller için de önemlidir. Future Anecdotes, empati istasyonları olarak adlandırdıkları destek yapıları üretiyor: yaslanacak veya oturulacak yerler ve tüm müdahaleler hakkında bilgi edinilecek alanlar. Bu şekilde kişi kendini duruma göre ayarlayabilir. Sergi tasarımı, izleyicinin belirli bir projenin yalnızca daha ileri gitmelerine izin veren büyük bir ağın parçası olduğunu anlamasını sağlamaya yardımcı olabilir.
Deniz Ova: Örnek teşkil edecek bir sergi tasarımı olduğunu söylemekten çekinsem de deneysel olduğu kesin. Eleştirel Yemek Yapma Programı’na bakarsanız, açıkça geçmişte farklı şekillerde gerçekleşmiş bir formatı benimsiyoruz. Dijital tamamen yeni bir dünya değil. Yine de bu bağlamda yeni bir şey sunuyoruz ve hala farklı baskılar üzerinde çalışan insanlara cesaret vermeyi umuyoruz. Ayrıca, izleyicilerin birbirleriyle iletişim kurmak için kendilerini rahat hissettikleri bir platform oluşturmayı da umuyoruz. Bu yorgunluktan, bu yalnızlıktan kurtulmak ve bir şeyler tekrar yapma cesaretini tetiklemek ve geleceğe güvenmek için 15 Ekim'de açılabilmek çalışıyoruz.
Üçüncü bienalin küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley, verem korkusunun modern mimarinin doğuşunda büyük bir etkisi olduğuna inanıyor. COVID-19'un genel olarak mimariyi ve tasarımı nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Mariana Pestana: Neyin olabileceğini veya olamayacağını tahmin etmek oldukça karmaşık olsa da mesafe ve zaman çerçevesi kavramlarımızda değişiklikler olacağını düşünüyorum. Önceki pandemiler mimaride inanılmaz değişiklikler yarattı. Bunun için, bazı öngörüler yüksek binalardan ve yüksek yoğunluklu şehirlerden düşük yoğunluklu şehirlere doğru bir geçişe ve yeşil alanlara erişimin ön plana çıkarılacağına işaret ediyor. Sanırım en büyük değişikliklerden biri, bu küresel endüstriyel modele geçmişte olduğu kadar güvenemeyeceğimizi kabul etmek olacaktır. Belki daha kısa mesafeler ve daha sürdürülebilir üretim ağları yaratabiliriz. İstanbul'da, katılımcılarımızdan biri olan Aslıhan Demirtaş'ın araştırdığı tarihi bir örnek, şehre çabuk bozulan yiyecekler sağlayan ve yerel geçime destek veren bir bahçe olan bostanlar. Bu eski bir model ama belki de bu krizin gıda açısından adapte edebileceği daha dayanıklı ve daha bilinçli bir üretim tarzı olduğu için bugün yeni bir önem kazandı. Birçok uzmanın bu virüsün son olmadığını, başkalarının da olacağını savunduğunu belirtmek önemli. Toprak ve peyzaj ile olan ilişkimizi çevre ile ciddi bir şekilde yeniden düşünmemiz aciliyetlidir ve tasarım bunu empatik olarak yapmamıza yardımcı olabilir.
Comentarios