Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzere YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında Fahrelnissa Zeid var
Yazı: Necmi Sönmez
Fahrelnissa Zeid, Paris'teki stüdyosunda, 1960'lar. Raad Zeid Al-Hussein Koleksiyonu
7 Ocak 1901 Fahrelnissa Zeid’in “resmi” doğum günü. Büyükada’daki Şakir Paşa köşkünde bu dünyaya gözlerini açan sanatçı 5 Eylül 1991’de Amman’da ışıklı yolculuğuna çıktığında daha önce Türk Sanatı'nda görülmemiş sıçrayışlarla dolu parlak bir kariyeri ardında bırakmıştı. Onun vefatından sonra adeta tekrar keşfedilmesi 2017’de Tate retrospektif sergisiyle farklı çizgilerde ilerledi. Uluslararası boyutlarda varlığını duyuran ilk Türk Moderni olan Fahrelnissa’nın 122. doğum günü onun yaşamına, eserlerine farklı perspektiflerden bakarak yeni bir portresini çizmek için önemli bir neden.
Bu yeni portre her şeyden önce Fahrelnissa’ya “paşa kızı, sosyete güzeli, büyükelçi eşi, prenses, Müslüman kadın sanatçı” gibi giydirilen farklı elbiselerin gereksizliğinden başlamak zorunda. Evet onun her zaman koket, farklılığını özellikle ortaya çıkaran medeni cesareti, hırsları, eğitim aldığı Notre-Dame-de Sion’dan beri üzerinden çıkarmadığı frankofonluğu, farklılığı vardı. Sırf bu özellikleriyle bile yaşadığı dönemin tüm beklentilerini altüst eden Fahrelnissa’nın resim sanatına yönelmesinde ağabeyi Halikarnas Balıkçısı’nın özel bir yeri olduğunu unutmamak gerekiyor. Onu renklerle, kağıtlarla tanıştıran Cevat olmuştu. Kısa sürede tutkuya dönüşen resim yapma isteği, genç sanatçıyı I. Dünya Savaşı’nın ortasında her gün Büyükada’dan Sultanahmet’e, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ne, vapurla gidip gelmeyi göze almasıyla mani olmuyordu. Bu okulda sadece bir yıl ders almasının ardından 1928’de Paris’te Académie Ranson’da, 1929’da kısa bir süre İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Namık İsmail’le çalışan sanatçının kendi yolunu kendisinin bulduğunu söylemek bir zorunluluktur.
Fahrünnisa Zeid sergisi, Ralli Apartmanı, İstanbul, 1945/6, Fotoğraf: Sabah Istanbul
Raad Zeid Al-Hussein izniyle, Düzenlenme: Laval Studio
1920-34 arasındaki ilk evliliği sırasında çalışmalarını sergilememesine rağmen durmaksızın şekilde resim yapar. 1934’te dönemin Irak Krallığı’nın Türkiye Büyükelçisi olan Emir Zeid’le evlenmesi, 1935-38 arasını Berlin’de geçirdikten sonra 1939’tan itibaren Bağdat-İstanbul-Budapeşte arasında 1941’e kadar depresyon, hastalık ve çıkış yolu arayarak geçirdiği yıllar Fahrelnissa için önemlidir. Çünkü 1944’te d Grubu sergisine davet edilene dek, yani 1920-1944 arasında sanatçı eşi benzeri görülmemiş bir yalnızlık içindeydi. Ailesi, çocukları ve sosyal statüsü gereği birçok parçaya bölünmüştü ama resim yapmayı, çalışmayı, direnmeyi hiç mi hiç elden bırakmamıştı. Dile kolay, 24 yıl biriktirdikten, bekledikten sonra, resimlerini ilk kez 1945’te Nişantaşı Ralli Apartmanı’ndaki katında sergileyen sanatçının hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz “ilk dönemi” üzerinde durulması gereken bir ayrıcalığa sahiptir.
Fahrelnissa Zeid ve Asaf Halef Çelebi'nin ortak çalışması Lamelif, 1945 şiir ile çizginin buluşması
1945’te Fahrelnissa Zeid’in iki önemli şiir kitabını resimlediği bugüne dek yeterli olarak araştırılmamış bir konudur. Asaf Halet Çelebi’nin Lâmelif, Orhan Veli Kanık’ın Vazgeçemediğim kitapları için desenler çizen sanatçı bir yanıyla Dışavurumcu, diğer yanıyla Soyut ve Gerçeküstücü özellikler taşıyan bu çalışmalarıyla o yıllardaki İstanbul sanat ortamında görülmeyen bir ataklıkla “kendine çıkış yolu” aradığını duyumsatır. Bu çalışmaları ve 1946’ta kendi evinde tekrarladığı ikinci kişisel sergiyle Fahrelnissa kendi yolunu adeta sezgileriyle bulur. Bir yanıyla Asaf Halet Çelebi’nin “mistik”, diğer yanıyla Orhan Veli’nin “modern” olma mücadelesi onun uzun süren sanat yaşamında karşıtlıkları birleştirmeye, sentezlemeye yönelik çabasına dair önemli ipuçlarını taşır.
Fahrelnissa Zeid, Londra'daki stüdyosunda çalışırken, 1949 (Fahrelnissa Zeid, Painter of Inner Worlds, Lalidi-Hanieh, Adila, s. 103)
Sanatçı 1945 sonunda yerleştiği Londra ve kısa bir süre sonra Paris’te açacağı atölyesinde gerçekleştireceği resimleriyle sanatsal araştırmalarında en etkin olduğu devreye girer. 1950’ye kadar eşi benzeri görülmeyen bir çalışma temposuyla ürettikleriyle “kendi tarzını” bulur. Soyut, mozaik taşlarını andıran renkli dev boyutlu resimleri o yıllarda Paris’te dikkatleri üzerine çeker. Önemli kişisel ve grup sergilerinde geliştirmiş olduğu “soyut anlatım tarzı” Fahrelnissa’yı dönemin yıldızı haline getirir. İsmini Arapçalaştırdığı gibi başına Prenses sıfatını da ekler. Ressam prenses daha önce kimsenin ayak basmadığı yerlerden getirdiği renkleri, formlarıyla izleyenleri mistik bir dünyaya çeken bir gizem geliştirir. 1954’te Londra’daki Institute of Contemporary Arts’taki kişisel sergisi efsanevi bir çıkış olur. Ardından gelen Paris, Brüksel sergilerindeki resimleri onun duyarlı, güçlü kompozisyon tekniğiyle geliştirdiği “şiirsel soyutlama” tekniğinin zirvesidir.
Fahrelnissa Zeid 1951'de Paris'te şöförlük denemelerinde
Ancak sanat hayatındaki bu üst nokta 1958’de Irak’taki askeri darbeyle alt üst olur. Kraliyet ailesinin tüm üyelerinin öldürüldüğü darbeden eşi Emir Zeid Avrupa’da olduğu için tesadüf eseri kurtulmuştur. Bu olay sanatçının dünyaya bakış açısını ve tüm yaşam tarzını alt üst eder. Elli yedi yaşında ilk kez mutfağa girerek ailesi için yemek hazırlayan sanatçı soyut resimlerine bir süre ara vererek yakın çevresindeki kişilerin portrelerini yapmaya başlar. 1961’de Paris’teki kişisel sergisi onun soyut-somut kategorilerini aşarak kendine özgü bir senteze varma çabasında olduğunu gösterir. Zeid atölyesini 1969’da Londra’dan Paris’e taşıdığında hayatının da, sanatının da ayrıcalıklı bir noktasına gelmiştir. Çünkü dev boyutlu soyut resimlerinin getirdiği özgüven ve tecrübeyle güçlü renklerin adeta dans ettiği dışavurumcu-figüratif deneylere girerek araştırmalarını sürdürür. Tavuk kemiklerini boyayarak giriştiği deneylere şeffaf polyester, reçine gibi malzemelerle devam eder. Bu heykel çalışmaları için yeni bir kelime bulur: Paléokrystalos.
1970’te vefat eden eşi Emir Zeid’in ardından giriştiği büyük portreleri “yaşama bağlanma” nedeni olur. Bu çalışmalarında “huzur arayışı” vardır. Tuvalin tamamını kaplayan yüzler adeta bir savaş alanına dönmüş soyut, dışavurumcu çizgilerle, kazımalarla adeta “unutmama uğraşısının” çekim alanındadır. Kişisel olarak bu portreleri kavramakta çok zorluk çekiyordum. Ancak bir gün hiç beklenmedik bir yerde bulduğum bir siyah beyaz Fahrelnissa portresinde, sanatçının kendi yüzünü de tıpkı eşinin resimdeki gibi karaladığını, çizdiğini keşfettim. Bu bence onun büyük bir tutkuyla bağlı oldu eşiyle “tek bir varlık” olma mücadelesinin iziydi. Sanatçı böylece hiç beklenilmeyen bir tarz geliştirerek soyut ile somut, yaşamla ölüm arasında bir bağ kurmaya çalışıyordu.
1975’te atölyesini Paris’ten oğlu Prens Raad’ın yaşadığı Amman’a taşıdığında Zeid sanatsal gelişim sürecinde kendisine özgü sentezin son noktasına doğru yol almaktadır. Ürdün’deki atölyesi kısa bir süre sonra kadın öğrencilerinin varlığıyla bir tür akademiye dönüşür. Öğrencileriyle birlikte açtığı sergiler bu ülkede yeni sanatsal oluşumları tetikler. İstanbul, Paris ve Londra’da geçen aktif yılların ardından 1975 sonrası gelen sessizlik dönemi 1990’da sonlanır. Sanatsal mücadelesindeki ilk 24 yılla birlikte değerlendirildiğinde Amman’daki 15 yılın sanatçıyı yolundan alı koymaması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bugüne kadar hakkında pek konuşulmasa da, kırk yıllık bir dönemi kapsayan bu zorlu yıllar Fahrelnissa’nın varoluş serüvenindeki tutkuyu, pes etmemeyi gündeme getiriyorlar.
Galiba Fahrelnissa’yı böylesine farklı, ayrıcalıklı kılan yaptığına önkoşulsuz olarak inanması ve her koşulda, her dönemde resimlerine kendi ruh dünyasından izler bırakması. Mutluluğun, coşkunun olduğu kadar, bunalımların, korkunun, depresyonların izdüşümleri Zeid’in resmini canlı tutan özellikler arasında yer alıyor.
1991’de Aachen’deki Neue Galerie- Sammlung Ludwig’in açılan kapsamlı sergi sayesinde sanatçı adeta kendi küllerinden yeniden doğar. Yaşamının son yılında gerçekleşen bu sergi Zeid’in Paris’te (1991), İstanbul’da (2006), Münih’te (2016) gösterilmesinin kapısını araladı. 2017’de Londra ve Berlin’de düzenlenen retrospektif sergileri onun öncü kimliğinin tescili olduğu kadar yaşamı boyunca verdiği mücadelenin karşılığını bulduğunun kanıtıdır.
Zeid’in 122. yaş gününün onun sanatının kimlik-cinsiyet politikalarına, ötekileştirmeye sığmayan özelliklerini keşfetmek için bir başlangıç olması dileğiyle.
Comments