top of page

Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı


Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı, Emre Senan Tasarım Vakfı’nın kurmuş olduğu Yahşibey Tasarım Çalışmaları’nda 10 yılda gerçekleşen 40 projenin ‘hesabını vermek’ üzerine hazırlanan ve 23 Mart’a kadar Studio-X’te görülebilecek olan bir sergi. Sergiye eşlik eden İkinci 20 Kitabı ise, son 20 projenin detaylarını ve sonuçlarını belgelemek için hazırlanmış. Yahşibey Tasarım Çalışmaları’nın 10 yılını, Emre Senan ile konuştuk

Emre Senan

Kâr amacı gütmeden 10 yıldır Yahşibey Tasarım Çalışmaları adı altında çalışmakta olan Emre Senan Tasarım Vakfı, Emre Senan ve Ayşegül İzen tarafından İzmir’in Dikili ilçesine bağlı Yahşibey Köyü’nde, mimar Nevzat Sayın’ın tasarladığı proje evinde gerçekleşiyor. Her yıl yaz döneminde 15’er günlük tasarım çalışmaları* düzenleyen vakıf, 10-12 öğrenciyi bir tema altında toplayarak araştırmaya ve proje geliştirmeye davet ediyor. Seçilen öğrenciler 15 gün boyunca proje evinde hem sürdürülebilir bir yaşam tarzında kendi işlerini görerek yaşıyor, hem de proje geliştiriyorlar. Vakfın en ayırt edici özelliklerinden biriyse, katılımcılardan veya herhangi başka kurumlardan para veya bağış kabul etmemesi.

İkinci 20 Kitabı, 40. tasarım çalışması süresinde öğrenciler tarafından hazırlandı. Kitabın adı da tasarımı da 2010 yılında yayınlanmış olan İlk 20 Kitabı’na gönderme yapıyor. Son 20 tasarım çalışmasının yer aldığı İkinci 20 Kitabı’nda her tasarım çalışması ayrı bir bölüm ve farklı bir tasarım diliyle karşımıza çıkıyor. Burada bölümleri birbirlerinden bağımsız olarak hazırlayan öğrenciler, her tasarım çalışmasının temasına uyacak farklı tasarımlar ile bu bölümleri ayrıştırmayı tercih etmiş.

Studio-X’te düzenlenen Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı ise, kumaş paneller üzerine basılmış, şimdiye kadar gerçekleşmiş 40 projenin fotoğraflarını sergilemek üzerine kurgulanmış. Bu paneller izleyici tarafından döndürülerek okunabiliyor ve her biri tasarım çalışmalarından görseller içeriyor. Sergiyi QR kod okuyucu ile gezmek önemli, çünkü bu panellerde çalışmalar ile ilgili detaylar bulunmuyor; çalışmalarla ilgilenenlerin, QR kodları okutarak yeni düzenlenmiş olan yahsiworkshops.com sitesinden detayları okumaları gerekiyor. Sergi alanına yerleştirilmiş olan İkinci 20 Kitabı satın alınarak hem vakfa destek olunabilir, hem de proje detaylarına ulaşılabilir. Sergide bir de göz atılması gereken bir kısa film var. Bu kısa filmde Yahşibey Tasarım Çalışmaları’nda öğrencilerin bir gününden kesitler gösteriliyor.

Yahşibey Tasarım Çalışmaları

Yahşibey Tasarım Çalışmaları’na proje başına 10-12 öğrenci katılabiliyor, bu öğrencileri seçerken portfolyolarında nelere dikkat ediyorsunuz? Yahşibey Tasarım Çalışmaları’na seçilebilmek için nasıl özelliklere sahip olmak gerekiyor?

Aslında öğrencileri başvuruyla değil, bizim gözlemlerimiz sonucunda seçmeye gayret ediyoruz. Tabii ki bütün öğrencileri bu şekilde seçemiyoruz ama gelmek istediğimiz nokta bu. Örneğin grafik tasarımı ele alırsak, Türkiye’de grafik tasarım eğitimi veren okulları ziyaret ediyoruz, yıl sonu sergilerini geziyoruz, kimi zaman üniversiteler bizi workshop’lara veya portfolyo incelemeye çağırıyorlar, gittiğimizde de o gözle bir seçim yapıyoruz. Örneğin Mimar Sinan Üniversitesi'nde gerçekleşen Grafist etkinliği büyük bir imkân bu anlamda, öğrencileri toplu halde işleriyle değerlendirebiliyoruz. Ancak diğer disiplinlerde bunu uygulamak o kadar kolay olmuyor. Vakfımızın çevresinde ciddi bir akademisyen topluluğu var, öğrencilere erişimimiz bu bakımdan bir çok yere göre daha kolay. Öğrenci seçiminde son kararıysa atölye lideri veriyor.

Tema ve lider önceden belli oluyor o halde?

Tabii. Yıllık plan yaparken önce hangi konularda, kimlerle çalışacağımıza karar veriyoruz. Bu kişilerle neler yapılacağı konusunda el sıkışıyoruz, sonra da atölyelerde yer alabilecek öğrencileri seçmeye başlıyoruz. Seçimlerimizde kriterlerimiz de var; örneğin birinci ve ikinci sınıflardan öğrenci almıyoruz, katılımcılarımızın biraz daha pişmiş olmalarını istiyoruz, mutlaka portfolyoları inceliyoruz, mülakat yapıyoruz, varsa referanslarına dikkat ediyoruz. Yurtiçinde de yurtdışında da bu sistem çalışıyor, bu güne kadar kriterlerimize uymayan öğrenci davet ettiğimiz hiç olmadı. Becerdik yani.

İkinci 20 Kitabı’na baktığımda her tasarım çalışmasının farklı özelliklere sahip olduğunu gördüm; bir çalışmada Yahşibey Müzesi için mimari projeler hazırlanırken, bir başka projede tipografik posterler de hazırladığınız olmuş. Bu temalara nasıl karar veriyorsunuz? Temalara göre, seçtiğiniz öğrencilerin bölümleri etkili oluyor mu?

Biz de yapa yapa öğreniyoruz diyebilirim. Dünya da artık tasarımda çoklu disipline geçiyor. Biz aslında bunun öncüsü sayılabiliriz, çünkü ilk adımda bunu yapacak cesaretimiz vardı. Bir mimarla hem grafik tasarımcıyı hem şehir planlamacısını aynı atölyeye alabildik ve alıyoruz. Ama öğrenci karmasından çok, hangi konularda çalışacağımıza, birlikte çalışmadığımız kimlerin olduğuna bakıyoruz. Her yıl mutlaka bir grafik tasarım ve mimarlık projesi oluyor, onun yanına bir endüstri ürünleri tasarımı projesi, yemek projesi, müzik veya moda projesi de gelebiliyor. Disiplinleri birleştirerek ilerlettiğimiz bir çok projemiz de oldu, buna dikkat ettiğimizi söyleyebilirim.

Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı sergisinden

Kamusal alan için yaptığınız projeler öğrencilerin Yahşibey köyünde yaptığı araştırmalar sonucunda ortaya çıkıyor, peki yerli halk, yani köylüler bu projelerin çıktılarına sıcak bakıyorlar mı?

Bizim oradaki hayatımızın büyük bir kısmını kapsayan, önemli bir soru bu. Kamusal adını koyduğumuz bütün projelerin bilgi girişi köyden ve köyün çevresinden geliyor. Konulara çoğunlukla öğrencinin köylerde dolaşarak, oralardaki ilişkileri gözleyerek varacağı veriler üstünden karar veriliyor. Ayrıca kişisel haberleşme dışında mümkün olduğu kadar internet kullanmamaya çalışıyoruz. “Google amca”yı işin içine sokmamaya çalışıyoruz, çünkü öğrencilerin araştırma yapma, hayatın içinde bilgiye erişme yeteneklerini sivriltmek istiyoruz. Zaten köylü çok açıktır bu tip araştırma işlerine.

Yahşibey 200-250 kişilik bir köy yanılmıyorsam?

Evet, hatta kış nüfusu daha da az, ayrıca yaşlı bir nüfus. Ama aydın bir köy, civarında daha büyük, nüfusu 1000’e yakın köyler de var. Kuzey Ege’nin çok ilginç bir kesiti burada. İçe kapalı, yabancıyı reddeden bir yapıları yok. Elbette rezervleri vardır, kontrol ederler ama siz dürüst ve saygılıysanız bağırlarına basmaya da hazırlardır. O yüzden şimdiye kadar hiç sıkıntımız olmadı. Bütün projelerimiz, özellikle mimari projeler hep onlardan besleniyor. Dolayısıyla o köyün hayatını etkileyebilecek bir sürü proje ortaya çıktı. Aslında hepsi köyün tüketimine açık.

Şimdiye kadar hangi projeleriniz Yahşibey köyünde kullanıma açıldı?

Bugüne kadar yaptığımız projelerden hiç biri uygulanmadı, çünkü bütçe meselesi işin içine giriyor. Ne yazıkki yasal olarak da bu tür yerlerde artık ne yapılacağına devlet karar veriyor, hele hele kamusal bir yapı yapılacaksa hiç şans yok. Yahşibey artık köy bile değil, bu sergi de ona işaret ediyor aslında. Bizim yıllardır köy demeye ısrar ettiğimiz yer mahalle oldu. Her anlamda bunu söylüyorum; muhtar da, köyün ihtiyar heyeti manasızlaştı. Ama buna rağmen biz projeler hazırlıyoruz, öneriyoruz, yayınlıyoruz. İlgilenen ilgilenir. Buradan o köye ve çevre köylere hiç bir fiziksel katkımız olmadığı sonucu çıkmasın. Küçük de olsa bir çok müdahalede bulunuldu, sergide bunlara da yer verdik.

Bizim için önemli olan bir projenin tamamen gerçekleşmesi değil, öğrencilerin gerçekleşebilecek projeler üretebilecek seviyeye gelebilmeleri, bir mesleki sıçrama yapabilmelerini sağlamak. Yani esas odak noktamız öğrencide bir şeyleri değiştirmek, ona bir şeyler katmış olmak.

Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı sergisinden

Yerel halk 40 proje sonunda artık sizi tanımıştır, ilk başladığınız zamandan son projelerinize baktığınızda tasarımcı-vatandaş ilişkisinin değişimini/gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu 40 proje aslında 10 sene demek. Arada ciddi sağlık problemleri nedeniyle hiçbir çalışma yapamadığımız iki yıl oldu, yani aslında serüvenimiz 12 yıllık. O dönemlerde köylü hemen gelip öğrencilerin nerede olduğunu sordu. Çünkü öğrenci kitlesi artık köyün yaz hayatının bir parçası oldu. Arıyorlar, geldikleri zaman hakikaten bağırlarına basıyorlar. Örneğin baştaki sunumlarımıza gelmekteki tedirginlikleri artık yok, şimdi bütün sunumlarımız köylüyle dolup taşıyor.

Onlar da yorum yapıyorlardır.

Tabii ki, bütün tartışmalara katılıyorlar. Matrak bir şey anlatayım; projelerden birinde bir grup öğrenci, köylülerin bir araya gelip, konuşabilecekleri alanlar tasarlamakla ilgili bir konuya giriştiler. Köyde gördükleri şey ise, bir tane kahve, orada akşamüstleri insanların toplanıp çay içmesi, maç olduğu zaman her beraber seyretmeleri. Bu kahve dışında camiye bir kamusal alan denebilir ama çok da kuvvetli bir cemaat yok, daha çok gölgelik yerlere atılmış koltuklar var, köyün yaşlıları oralarda oturup sohbet ediyorlar. Şimdi buradan bu grubun çok derin araştırmadan vardıkları sonuç, “Köyde zaten çok insan yok, yaşlılar da sığınacak gölge arıyorlar” oldu. Bunu bu şekilde köylüye sundukları zaman ise müthiş bir itiraz koptu. Köylüler; “Biz sabah 5'te kalkıp çalışıyoruz, hayvanımıza, bahçemize gidiyoruz, işlerimizi hallediyoruz, sizin uyandığınız saatte de işlerimiz bittiği için dinlenmeye çekiliyoruz, o yüzden köyü bu kadar boş görüyorsunuz” dediler. Bizimkilere böyle sıkı bir gol atmışlardı mesela. Kısacası, her etkinliğimize katılıyorlar. Her derdimizi doğru anlatamıyor olabiliriz tabii, biz de orada bir sunum dili geliştirmeye çalışıyoruz. Bu da orada yapmaya çalıştığımız şeyin bir parçası.

Tasarımcı olarak üreticiyle de son kullanıcıyla da doğru iletişime geçebilmek çok önemli.

Çok doğru. Tasarımcı anlaşılmak zorundadır. Bizim öğrencilerimizle yaptığımız en temel tartışmalardan biri de bu sanat ve tasarım arasındaki ilişki, aralarındaki gri alanlar. Bu meseleleri de konuşuyoruz, bu da alt başlıklardan bir tanesi. Bir şey sunuyorsan, sunduğun şey anlaşılır olmak zorunda. Dilini doğru kurmalısın.

Yahşibey Tasarım Çalışmaları: 10 Yılın Hesabı sergisinden

Kamusal alan projelerinizde belediyeler ile iletişiminiz nasıl?

Orada Dikili Belediyesi var, yıllardır iyi ve ilerici bir mantıkla çalışıyorlar. Hemen hemen her sunumumuza çağırıyoruz, kimi zaman gelebiliyorlar da. Çalışma alanımızı genişletmek istediğimiz durumlarda, yani diğer köylere ve kasabalara gezi düzenlerken çok yardımları dokunuyor. Gerçekten bize çok katkıları var ve iyi ilişkilerimiz olduğunu söyleyebilirim.

En büyük eksikliklerimizden biri fazlasıyla akademik bir şey yapıyor olmamız, çünkü belediye dediğimiz zaman işin bir de bürokrasiyle meseleleri çözme faslı giriyor ki o bizim müfredatımızda yok. Oradaki kısıtların farkındayız, ama sonuç olarak temel derdimiz uygulanabilir proje üretmekten çok oraya gelen öğrenciyi iki katı bilgiyle geri göndermek.

Tasarım çalışmalarının gerçekleştiği 15 günlük dönemlerde, Nevzat Sayın’ın yapmış olduğu proje evinde hem yaşıyorsunuz hem de projeleri ilerletiyorsunuz. Bir gününüzün nasıl geçtiğini merak ediyorum.

Çok yoğun geçiyor. Taş bir bina, içinde hiçbir lüks yok ama her temel ihtiyaç var: iyi bir çalışma alanı, iyi bir mutfak, yeterli malzeme, hijyenik bir ortam. Buranın bütün düzeninden de öğrenciler ve proje liderleri sorumlu, bu da bizim tasarladığımız çalışma sürecinin bir sonucu. Evin bir çalışanı yok, dolayısıyla oranın doğru yürümesi için ne gerekiyorsa kendileri yapıyorlar, bu da çok iyi bir planlama gerektiriyor. O binanın içinde her an minimum 12 kişi var, 12 kişi 15 gün çok zordur. İlgilenilmesi gereken o kadar çok konu var ki; yemek yapmak, günlük ve büyük temizlikler, havuz temizliği, bahçe sulanması, asıl mesele olan tasarım faaliyetlerinin yürütülmesi, çalışılması, gezmek, eğlenmek, alışveriş yapmak… Dolayısıyla tatil amaçlı gelen herkes hayal kırıklığıyla dönmüştür, ama her öğrencinin müthiş eğlendiğine eminim. Hayat en geç sabah 8'de başlıyor, gece 2’ye kadar sürüyor ve bütün bu süreci tamamen önceden planladıkları işleri yaparak ve çalışarak geçiriyorlar. O kadar hızlı yemek yapıp, temizleyip, işin başına oturmak gerekiyor ki, alışık olmayan bünyeler için başlangıçta zor olabiliyor, bir kaç gün sonra düzene oturuyor. Her şey gönüllülük aslında. İşin öyle yapılabileceğini idrak ettiğiniz anda daha önce hiç denememiş bile olsanız başarıyorsunuz. Bu da zaten iyi öğrenci seçmemizin nedenlerinden biri. Bunu anlayacak, icra edecek entelektüel kapasiteye, mesleki birikime ve iştaha sahip öğrencilerden bahsediyorum.

Yahşibey Tasarım Çalışmaları için yeni hedefleriniz var mı? Önümüzdeki yıllarda değişiklikler ve gelişmeler görecek miyiz?

Binanın kapasitesi ve işin nasıl yapıldığı belli. Biz yılda başarılı, parlak 30-45 arası öğrenciye erişebiliyoruz. Yayınlarımızla belki daha çok insana erişebiliyoruz. Bu kapasite öğrenci sayısı arttırılarak belki biraz daha zorlanabilir. Ama bundan 10 sene sonra çok da değişmeyeceğimizi öngörebiliyorum. Öğrenci ile birlikte yaptığımız tasarım çalışmasının odak noktalarını değiştirmeyeceğiz. Vakıf bir anda milyarder de olamayacağına göre, bu kapasiteyi koruyarak en iyiyi yapmaya devam edeceğiz. Mesela kışın atölye çalışması yapma hayalimiz yok, öğrenci bulamayız. Biraz daha uluslararası kapasitemizi arttırabiliriz ki o konuda da hiç fena değiliz, katılan öğrencileri neredeyse üçte biri yurtdışından, proje yürütücülerimizin de bir çoğu yurtdışından geliyor. İyi bir saygınlığımız ve bilinirliğimiz var, belki bu daha da arttırılabilir.

*Emre Senan “workshop” terimini “tasarım çalışması” olarak Türkçeleştirdiğini ve böyle kullandığını İkinci 20 Kitabı’nın önsöz kısmında belirtmiştir.

bottom of page