top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Uluç cinsi konuşuyor

Ömer Uluç’un doğumgününü yakın arkadaşı, sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez’in sanatçının son sergisinin kataloğu için yazdığı kısa bir oyunla andığımız Mart 2010’da yayımlanan yazısıyla kutluyoruz. Uluç Cinsi Konuşuyor isimli iki sahnelik oyun, Uluç’un üç boyutlu figürleri; Galapagos Adalarından kaplumbağa Lonesome George ve Beatles esinli, 2.5 milyon yıllık kalıntı bir kadın Lucy arasında gelişen diyalogdan oluşuyor


Yazı: Ayşegül Sönmez



(Lucy, kendi kendine konuşmaya başlamadan önce Beatles’tan Lucy in the Sky şarkısı çalar. Bu esnada sahnedeki ekran şarkının Türkçe sözlerini göstermektedir.)


Lucy:

George gerçekten kafamı karıştırdı.

Nereden geldiğim konusunda değil.


Bunu çok iyi biliyorum. Sizi yanıltmış olabileceğini düşünüyorum. Ressamla ilgili sizi kimsenin yanıltmasına müsaade edemem. Bunu yapamam. Dediğim gibi ben oyum çünkü… Ben bir ışıktım. Bir sürü ışıktan yalnızca biri. Bir sürü sarmaldan yalnızca biri. Zamanın ve mekanın ve nedenselliğin dışında olduğu sürece irade özgürdür. Sonuçta ortadan kaldırılamaz. Öncesiz sonrasız ve şimdi… Bunlar bir şey ifade ediyor mu? Ressamın iradesini kast ediyorum. Ben yalnızca bir dış görünüş değil miyim? Ben Lucy, ressamın üç boyutlu heykeli, ressamın figürü. Neydi? Ressamın organik figür pratiği… Geldiğim alemdeki tüm o şeylerin içindeki öncesiz-sonrasız töz neyse her zaman öyle kalacaktır o töz. Bireyler silinip gider, yalnızca cinsler, yani öncesiz-sonrasız fikirler ortadan kalkmaz ve silinip gitmez. Böylelikle tüm o söylenmiş sözler, silinip gider ama töz yani irade kendi varlığı içinde özdeştir, ortadan kaldırılamaz yok olamaz, özgürdür. Ben özgürüm. Ressam gibi. Ama tasarım olarak ben, sonsuz olarak çeşitlilik gösteririm. Değişikliğe uğramış biriyim. Değişikliğe uğrayacak biriyim.

(Lucy, ressamın sesiyle konuşmaya başlar…)


Hareket boyaya dönüştüğü zaman bana neredeyse kozmosun parçası gibi gelen o büyük tuvallerin dilsizliği, sağırlığı içinde ortaya çıktıkları zaman bu sağınımlar nerdeyse kozmostaki sağınımlardı. Hareket onlardan geliyordu. Galaksilerde durmadan hareket eden, kendi etraflarında dönen, birbirlerinin etrafında dönen planetler ve yıldızlar, bunlar neyi anlatıyor? Neyi çiziyorlar? Belki birtakım varlıkları çiziyorlar eninde sonunda sarmalların yoğunlaşmasıyla sarmalların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan figürler. Kozmos, o boşluk ve oradaki hareketlerle çizilmiş varlıklar, yaratıklar. Bir tarafta da genetik sarmallar var. Genetiğin sırrı bu sarmallarda. Büyük sarmalların bir mikro yankısı mı insandaki sarmallar?

George: O Fransız sanat tarihçiyi hatırlıyor musun?

Lucy: Elbette… Piedepul döpiyesi, kırmızı topuğu çoktan gitmiş ayakkabıları, ince uzun, biri bitirmeden öbürünü yaktığı sigaraları vardı, teker teker içine çekerken her birine rujunu bulaştırıyordu. Ressam gittikten sonra paketini unutmuştu. Ve teker teker ben de içtim her birinden…

George: Ressama şunu sormuştu; Bizans’ı yeniden mi yorumluyorsunuz?

Bunu söyleyebilir miyim sizinle ilgili? Daha doğrusu şöyle, yorumladığınızı belirtirsem yanlış bir söz etmiş olur muyum?

Lucy: Tanrı’ya inanıyor musunuz? İslam dininde suret yasaktır peki ama Bizans’ta?

George: İzin verir misin Lucy?

Lucy: Veremem George. Gerçekten veremem. Çünkü o günü gün gibi yoksa dün gibi mi demeliyim, hatırlıyorum. Ressam ne demişti? Hatırlıyor musun George? Ressam ne demişti? Hatırla George.

Bunu söyleyemem. Söylemem. Yorumladım demek hiç de çağdaş olmaz. Çağdaş bir sanatçı böyle şeyler demez. Böyle şeyler denilsin de istemez. Ya da en azından denilmesinde söz sahibi olmak istemez. Tabii böyle anlar vardır. Bizans anım. Bizans anılarım. Bizans kültürüne ilişkin… Bir takım böyle adalar vardır, bazen onlar batar, sular altında kalır, boyalar mı demeliyim? (Lucy, ressamın kahkahasını kesik kesik taklit eder… hahah ahahah) Bazen tekrar sular çekilir onlar belirir. Ama Bizans’ı yorumluyorum demem. Bütün o adalara haksızlık etmiş olurum ya da suya kafa tutmuş. (Tekrar kahkaha atar ressamın kahkahasından hahaha) Bir anlamda dünyaya o uçucu şeye…Gülünç olur bunu söylemek, YORUMLUYORUM, alıyorum da naifliktir öte yandan, böyle konuşmak….

George: Gelenekle ilişki niye seni bu kadar delirtiyor? Gelenek seni kızdırıyor. Gelenek seni çıldırtıyor. Modern sanat nedir Lucy? Bir gelenek değil mi artık? Çağdaş sanat da onun devamı onun oğlu, kızı? Niye bunları konuşamıyoruz? Niye geldiğin yeri boşluk olarak tanımlıyor ressamın iradesini de her şeyin üzerine bir yere koyuyorsun? Nedir bu ısrarın? Turgut Cansever ne der? “Her sanatçı diğer sanatçıyı avlayacak biri gibi görür.” Ben de şöyle diyorum: her sanatçı, geleneği avlayacak biri gibi görür. Ve ressamın avına bakıyorum. Sana…

Lucy: Ben av değilim. Sen git kendine bak aynada. Hayır aynada bakma. Art in America’nın 74. sayısına bak. Orada varsın. Ressamın karısı salsa yapar. Bunu biliyor muydun?

George: İşte yine başlıyoruz. Ressamın karısının salsası, ressamın içkisi, barı, gezdiği gördüğü yerleri… Konumuzla ve aslında seninle hiç ilgisi yok… Çok mu yalnızsın sen Lucy?

Lucy: Değilim. Nereden çıktı şimdi benim yalnızlığım? Yalnız değilim ama tek başınayım. Ressamın asistanı kıza, terapisti tavsiye etmiş. Yalnızlık başkaymış, tek başınalık başka. Tek başınalığı seçermişsin, yalnızlık ise kötü bir şeymiş.

George: Benim için gelenek gibi senin için önemli bir şey söyler misin merak ediyorum Lucy…

Lucy: Şunu söyleyebilirim. Bütün bu konuşmada aslında hiç konuşmadığımızı. Tek başına değilim evet, yalnızım. Kesinlikle yalnızım.

George: Salsa mı demiştin?

Lucy: Salsa, geleneksel midir? İlk Karayipli salsa yapandan ne günlere? Karayipli salsa yapan gibi mi salsa yapmaktadır dünyanın dört bir yanında üst katlarda, yerin altında havalandırmalı mekanlarda attıkları adımlarla onca birbirini tanımayan ve Karayipli olmayan insanoğlu… İrade özgürdür. Kalıcı olan salsadır. İlk salsa yapandan bağımsız gelişen adım teknolojisi…

George: Seni takip edemiyorum. Salsa sonuçta belli adımlarla yapılan bir dans….

Lucy: Belli adımlarla ama o adımları atman senin salsa yapmanı sağlar ama geleneksel kılmaz.

Cinler Korosu

Nemli şehir bize de yer açıyor

Onun içinde suda aspirin gibi dağılıyoruz

Kaldırım kenarlarında çağ ortasından kalma külüstür

ve rengarenk Chevroletler Buickler Mercuryler ve Fordlar∗ (TK s.71)



*Vivet Kanette, Turuncu Kayık, s. 71,İletişim Yayınları.

Comentários


bottom of page