top of page

Tristan Tzara ile Kayıt Dışı Metinler: Dada Manifestoları


Yazar Fatih Tan’ın, edebiyatın ve felsefenin kültleşmiş isimlerini güncel ve deneysel bir yaklaşımla ele aldığı Kayıt Dışı Metinler yazı dizisi, ayda bir Cuma günü yer bulduğu yeni mekânı unlimitedrag.com'da on birinci metniyle devam ediyor. Kayıt Dışı Metinler’in kısmen yapı-sökümcü kısmen de kurmacaya dayalı dünyasının bu haftaki konuğu: Tristan Tzara


Yazı: Fatih Tan



Tristan Tzara


Tristan Tzara 16 Nisan 1896 yılında Romanya’nın Moinești şehrinde Yahudi kökenli varlıklı bir Rumen ailesinde dünyaya geldi. Doğası gereği son derece özgün bir düşünür olan Tzara, ilk yıllarında yaşadığı küçük tarım kasabasından sıkılmış ve Bükreş'te okula giderken sembolizmin büyüsüne kapılmıştı. Daha o dönemlerde Ion Vinea ve Marcel Janco ile birlikte Simbolul isimli edebiyat ve sanat dergisini kurarak, pejoratif bir dille düzen karşıtı eleştiriler yayınladılar. Dergi dört sayı yayınlamasına rağmen, bilhassa fovizm ve kübizm gibi modernist akımları işleyerek popüler hale getirmeleri, Rumen edebiyat ve sanatının avangard akımlarla tanışmasında büyük bir rol oynadı. Tzara, I. Dünya Savaşının devam ettiği sırada, 1915 yılında felsefe okumak için devrimci fikirlerin yuvası olan Zürih'e yerleşti. Özgür düşünceli olması ve anti-burjuva tavrından dolayı ailesiyle ve özellikle babasıyla ciddi çatışmalar yaşayan Tzara, ileriki zamanlarda babası için, "onun için öldüm" cümlesini yazacaktı.

Zürih’e yerleştikten kısa bir süre sonra 1916 yılında aralarında Jean Arp, Richard Huelsenbeck, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in olduğu arkadaş grubuyla birlikte, sürekli gittikleri ve Hugo Ball’a ait olan Cabaret Voltaire’de savaş karşıtı tavır ve eleştirilerin entelektüel fikri tartışmalarını gerçekleştirdiler. Bu tartışmaların sonucunda, nihilist entropiye dayalı "DADA" düşüncesi ortaya çıktı. Hugo Ball’ın günlüğüne göre, Tzara’nın, şiirlerini okuma faaliyetleri Dada etkinliklerinin koordinasyonunda ve planlamasında aktif bir yol oynamıştı. Şiirlerine ses kırıntılarını, gazete parçalarını ve Afrika lehçelerine benzeyen ifadeleri bir kolaj gibi dahil etmişti. Larousse sözlüğünün rastgele sayfalarını açarak ve yine oradan rastgele harfleri kesip bir şapkanın içine atıp ve rastgele seçerek, oyuncak “Tahta At” anlamına gelen DADA ismini belirlediler. Çünkü Dada hareketinin özü, mantığın ve doğal akışın uzamını tersyüz etmekti. O yüzden hareketin ismini de bu çerçeve dâhilinde belirlediler. Dadaist manifestonun ilki (Le Manifeste DaDa), Zürih’teki Waag Hall’de 14 Temmuz 1916 yılında Hugo Ball tarafından okundu.


Geleneğe, ereksel tarihe ve zararlı olarak gördüğü burjuvazi kültür normuna bir alternatif bulmaya kararlı olan bu hareket, Dünya Savaşı'nın barbarlığına karşı çıkmıştır. Sanat alanındaki sembol ve mitlere, gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve pornografik anlatıma bir protesto olmuştur. Savaş söylemine ve toplumsal düzene hiçbir etkisi ve katkısı olmayan Avrupa’daki sanatsal oluşumların, mantıksız bir ihtiyacın görevini üstlendiğini dile getiren bu avangard hareketin ana karakterini, hepsinin fundamental olarak reddedilmesini savunan radikal söylemi oluşturuyordu.

Tristan Tzara, Zürih’teki Meisse Hall’da 23 Temmuz 1918 yılında Manifeste Dada 1918 isimli ikinci bir manifesto yayınladı ve bu manifesto, aynı zamanda sanat tarihinde yer edinen dadaizm akımının manifestosunun kendisi oldu. Tzara bunu yayınlarken, ilerde sanat tarihinin tartışmasız tüm zamanların en avangard akımı olacağını tahmin etmiyordu. Dada, Tzara’nın manifestosuyla bir sanat hareketinden çok, kültürel, sosyal ve politik değişimin bir aracı olarak daha geniş bir misyon temelinde ortaya çıktı. Tzara, sanatın rasyonel mantığını reddediyordu. Sanattaki mantığı, ispat ve önermelerin bağlamlarının bir esareti gibi görüyordu. Ona göre sanatın, ispat ve önerme gibi hiçbir yükümlülüğü yoktu. Sanatı özgür ve öznel yapan şey -yani bağımsız bir fenomen yapan şey- tam da buydu. Tzara, sanattaki eylemden önce, izleyiciye şüphe yerleştirerek, önsel ve a priori bir eyleme maruz bırakmayı savunurdu. Ondaki önsel öncelik ve bundan kaynaklı oluşan ham deneyimsizlik bu pratiğin bir parçasıydı. Tzara, sanat eseri üretmesine ve bilhassa şiir yazmasına rağmen, birincil katkısı Dada'nın hedeflerini özetleyen manifestolar yayınlamak ve bunları olabildiğince geniş kitlelere dağıtmaktı. Tzara'nın Afrika sanatına ve şiirine olan ilgisi, uzun süredir devam eden Batı geleneğinden kopmanın bir yolu olarak sözde ilkel sanatla ilgilenen birçok çağdaş Avrupalı sanatçının ilgi alanlarıyla paraleldi. Afrika ilahilerini ve danslarını performanslarına dâhil etmesi, Avrupalı izleyicilerinin çoğunun aşina olmadığı yeni bir durumdu ve Dadaistler arasında ilkel sanatlar ile bilinçaltı arasında sorunlu olsa bile ortak bir ilişkinin yolunu açtı.


Tzara ve arkadaşları, izleyicilerini şok etmeyi ve tüm ön yargılı beklentileri altüst etmeyi amaçlayan, yapısı bozulmuş bir dil ve çirkin eylemler içeren kaba ve şok edici performanslar düzenlediler. Tzara, Dada'yı yaymak için çok çalıştı. Dada ürünlerini dünya çapında kataloglamayı amaçlayan Dadaglobe projesini formüle etti ve 1920'lerin ortalarında Paris’e gelerek, Littérature tarafından düzenlenen bir şiir okumasında avangard edebiyat sahnesine çıkarak, kendi kaotik gösteri markasını tanıttı. Tzara’nın tüm çabası, bir kısmı artık önceden anlaşılan herhangi bir toplumsal standarda dayanmayan bir tür anti-sanat yayma çabasıydı. Sanatçı, Dada etkinliklerini Paris'te de sürdürdü. Başlangıçtan itibaren halk üzerinde bir tür "aldatmaca" veya "hile" olarak tasarlanan performansları organize etse de, sonrasında bu performanslar, edebi ve avangard toplantıların birer dinamiğine dönüştü. André Breton, Francis Picabia, Alfred Jarry gibi Paris avangardını etkileyerek onlarla yakın bir ilişki geliştirdi. Özellikle André Breton, Philippe Soupault ve Louis Aragon ile halkı şok etmek ve dilin yapı ve biçimlerini parçalamak adına De Littérature isimli dergiyi yayınladılar. Keza Antonin Artaud’nun çağdaş tiyatro performansları da bu hareketten önemli ölçüde etkilenerek, Dada versiyonlarının bir kombinasyonu olarak sahnelendi. Tzara, bütün kariyeri boyunca revüler bir dili benimsedi ve burjuva toplumunun, kötülüklerin ve estetik biçimsizliğin asıl kaynağı olduğunu düşündü. Bunların üstesinden gelmeye ve onların yerine, belirgin bir tarihsel emsal eksikliğine dayanan bir estetik panzehiri sunmaya çalıştı.


Tzara, hem görsel hem de edebi eseri için cut-up olarak adlandırdığı belirli bir stil kullandı. Bu stilin yöntemi, bir metin (şiir) ya da bir görüntüyü (resim ve baskı) parçalara ayırıp, sonra yeniden rastgele bir araya getirerek düzenlemeye dayanıyordu. Nihai çalışma, şans ve yan yana koymanın bir sonucuydu. Tzara’nın fikirleri, rüya gibi durumlar, gizli gerçeklikler ve bilinçdışının işleyişi hakkında bir araştırmayı benimseyen yeni uygulamalara açıktı. 1922’den sonra dadaizmin etkisini yitirmesiyle, 1930’dan 1935’e kadar, Tzara sürrealist faaliyetlerin ve ideolojinin tanımına çok ciddi katkılarda bulundu. Aynı zamanda aktif bir komünizm sempatizanıydı ve Almanların Paris’i işgali sırasında direnişin bir üyesiydi.


Dolayısıyla sanat tarihinde en büyük kırılmalara yol açan ve sanat tarihine yön veren bu müthiş düşünsel akım, mevcut burjuva estetiğine hapsolmuş sanat karşıtı bir hareket olarak ortaya çıktı. Fakat bana göre Dada tartışmasız, 20. yüzyılın en belirleyici ve etkileyici hareketidir. Kaldı ki yenilikleri günümüzde bile o kadar yaygın ki, bugün herkes tarafından sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. Ve günümüz tüm çağdaş sanatların dil, kavram ve imge temelini oluşturuyor. Dada, geçmişi, geleceği ve savaşı yaratan bütün geleneksel ve kültürel normları yok etmiştir. Asıl tarihi yıkımı sanat nesnesine yönelik yapmış ve yeni bir üretimin düşünsel formunu, fabrikasyona dayalı sıradan tüketime yönelik hazır objeye indirgemiştir. Ve bu tarihi olay, devasa bir Batı Helenistik dönemini, bilhassa Rönesans’ın anatomik kutsiyetini ve Grek estetik ethosunu yerle yeksan etmiştir. Yok etme ve köktenci yıkımı, sanatta sonsuz olanaklar açıp, yeni sanat formlarının biçimsel doğuşuna ön ayak olmuştur. O yüzden benim burada yazacaklarımın çok ötesinde ve tahayyül edilemez bir külliyata haiz olan bu hareketi ben ancak yazarak sınırlandırırım. Bazı akım ve sanatçılar, yazılarak ve anlamlandırılarak sınırlandırılır ve içi boşaltılır. Kaldı ki Dada, tam da bu mantıklı ve rasyonel anlamlandırmalara karşı bir tepki olarak çıkmıştı. Dolayısıyla bu karşı geleneğe sadık kalarak ve gözeterek, Tristan Tzara ve arkadaşlarının yazı ve manifestolarından oluşan, Dada Manifestoları isimli kitabı Kayıt Dışı Metinler kapsamında yeniden ele aldım.

Yukarıda da belirtiğim gibi, sanat tarihine yön vermiş bu tarz avangard kişi ve akımlara bir şeyler yazmak her zaman hem yazanı hem de yazılanın yetisini sınırlandırır. Çünkü bütün bu isim ve akımlar herhangi bir yazının zaman aralığına ve belli bir konu formuna ait değiller; ya bir yazı ediminin ve dilinin kurmacası ya da o oluşturulan kurmacanın büyük bir parçasıdırlar. Bu noktadaki ilişkisellik her zaman böyledir ki Dada, Tristan Tzara, André Breton, Guy Debord, Fluxus, Marcel Duchamp bunlardan bazılarıdır. Ancak tarihi bir belge veya dokümantasyon olarak ele alınabilirler. Ya da en belirgin olarak bir hayranlık ve referans noktasında sınırlı tutulabilirler. Aksi takdirde bıçak sırtı ve riskli bir durum oluşur.


Bütün bunların doğrultusunda ben de, Platon’dan günümüze neredeyse tüm estetik tarihini reddetmeyi başaran ve Batının geleneksel sanatını yerle bir eden Dada felsefesinin şüphesiz simgesi haline gelmiş deha sanatçı Marcel Duchamp’ı kurmacaya dâhil ettim. Bu kurmacayı -kısmen manifestoya kaçan- Duchamp’ı anlama ve anlamlandırma olarak değil, sadece onun eril tahakküme karşı müthiş yaratıcı “alter egosuna” duyduğum kişisel hayranlığı dile getirmek adına ve onun fenomene dönüşmüş avangard kişiliğine yönelik oluşturdum.

Rrose Sélavy (Marcel Duchamp)

Dada Manifestoları


Görüntünün gelişi imgeyi köreltir. İmgeden, görüntüden sıyrılan mantığın dizge oluşumuna katkı sağlayan nesne nedir? Sanatı dışlayan söylemin, zihnin ve vücudun törpülendiği şey, bir semiyotik midir? Yoksa tırnakların mı Rrose Sélavy?


Rrose Sélavy söyler misin? İnsan ifadesi esasen ilişkilerse (kelimelerin birbiriyle ilişkisi, bir insan ile diğeri arasındaki ilişki), o zaman görüntü, ilişkilerde bir kopuş yaratır ve kelimeler dikey bir izolasyonun boşluğu içinde konumlanır. Bu onların tek desteği ve çerçevesi olur. Görüntü, bir referans noktası, geçmişi veya onu sürdürecek bir söylemi olmayan bir mermer bloktan başka bir şey değildir. Söz bir nesne, görüntü ise tüm potansiyel anlamlarla dolu bir dikeylikler dizisi haline gelir.


Rrose Sélavy, güzelliğin ve görüntünün karşısında yeni bir biçim vaat ediyorsun. Bir yargı edimini... Belki de ojeli sanık tarafını kim bilir?


Rrose Sélavy içimi kemiriyorsun. Estetik bir düzlemde biçimi parçalıyor ve yeni manalar ve yeni manaların ihanetinde bulunuyorsun. Masumiyet bir hiçliktir Rrose! Hapşırırken, dudağındaki ruja hiç aldırış etmeden dalgın olmayı tercih ediyorsun. Hapşırmayı nasıl tercih ediyorsun Sélavy?

Nefesini içine doğru çekerken, içe doğru bir sıcaklık oluşuyor. Ritim değişiyor. Gözünü açık bırakman, bütün kaslarının gerilmesine ve anatominin tersyüz olmasına neden olur. Bu tıbbi bir vaka Sélavy! Kasları, damarları, dokuyu, kemiği ve bilhassa Michelangelo’yu önemsemiyorsun. Bir boşluk vadediyorsun. Boşluk çok sıkıcı Rrose. Bu boşluk senin taxidermy düşüncen. Boşluğu düşünce için doldurulması gereken bir alan olarak görmüyorsun, oysa sen boşluğun kendi düşüncesinin olduğunu hep iddia ettin. Gözün açık Sélavy. Hapşırma bir boşluğa yönelik soğuk bir akış. Gözlerindeki rimel, bir boşluğun ayırdına yönelik keskin bir sirke gibi dökülüyor.

Sélavy hakikat şu ki, senden nefret ediyorum!


Termometreye aldırış etmediğini biliyorum. Gözlerin kapalıyken ince ince damarların çekiliyor, yüzündeki doku kasılıyor. Nefesin bazen yavaş bazen de hızlı atıyor. Nefesinin armonisi düşüncene bağlı, bunu hissediyorum. Hapşırırken gözlerini açık bırakıyorsun, makyajın ve saçın hiç bozulmuyor. Cloche şapkanın, senden sonra derin bir anlamı olacak. Bununla ilgilenmiyorum. Yüzünde yayılan kasılma, belki de yüzündeki çizgilerin belirsizliğiyle ilgilenmek istiyorum.


Sélavy, soğuk bir mermer gibi yayılıyor düşüncelerin. Boşluğun kendi anlamı ve bu anlama sabitlenen bir obje, bir nesne ve ayrıksı varlığın. Varlığın kendisini sorgulayan kalbinin sinik bir gizini yeniden dile getirmen için, daha önce beyaz bir küpün ortasında biçimin kaybolan şeklini yeniden onarır gibisin. Bilinenin aksine sen kendi bedenini hiçe sayarak, görüntü ve biçimin onurunu kurtarıyorsun Greklere inat Sélavy. Saçların ve kül rengine çalan beyazlıktaki bir kafatası seninki, büyük burunlu, ince dudaklı ve yüzü parlak alnının altında, göz çukurlarının içindeki gözlerin yalnızca açık. Elmacık kemiklerin bir evin asimetrik hissizliği gibi duruyor. Burun deliklerin hapşırmaya meyilli. Bazen hızlı bazen yavaş hareket ediyor ve yayılıyor ve tekrardan yüzüne çarpıyor, içine çekiyorsun. Soğukluk seni rahatsız ediyor. Ve tekrar dışarı bırakıyorsun. İçine çekiyorsun ağzın uyuşuyor. Kafanın içinde dolaştırıyorsun hücrelerinle çarpışmasını göze alıyorsun. Hatta bunu istiyorsun, evet istiyorsun. Hücreler onu kontrol eder ve somutlar belki. Ama hava akımları içindeki başıboş gezintisini sürdürüyor. Hapşırığın içindeki mutlu bir anlamın ani kesilmesi değil, aynı zamanda bütününde dağılan bedeni özgür bıraktığı ölçüde karşı konulamaz olacaktır bu mutluluk anı Sélavy.


Gerçekten bir beden değil, yaşamıyorsun ama bir ceset de değilsin. Bu ayırım senin için özel olmaktan çoktan çıktı. Burada kendi olunan şeye benzer her şeyi görmek ve göstermek mümkündür. Ne yaşıyorsun ne de çürümüşsün. Mermerden bir mumya gibisin ve soğuk kokuyorsun. İğrenç bozulmaların hiçbirini taşımıyorsun. Gülünç duruma düşme korkusu ve utangaçlık; tersine, kendine ve bedenine dair keskin bir bilince, kendi bedenselliğiyle gözleri kamaşmış bir bilince bağlıdır. Bedenini göstermen, dışa vurmayı, kabul etmeyi ve ötekine sunulan bedenden hoşnut bir bilince sahip olmayı gerektirir, ki hiç şüphesiz bunu en iyi sen bilirsin Sélavy!


Dadaistler bize ne diyordu, “Sanat eseri satanlar tablo sevmezler.” Çünkü o tablonun içindeki saklı ruhu bilirler. Yerine ise imzalı resimlerin reprodüksiyonlarını alırlar. Sebebi ise snop olmaya karşıydılar. Komşunuzla aynı resme sahip olmak sizi daha az zeki yapmaz diyorlardı. Bence haklıydılar. “Kübizm düşüncede tamamen bir kıtlığı temsil ediyor” söylemleri de aynı haklılığı barındırıyordu. Francis Picabia’nın o meşhur sloganını hatırlatmak isterim, “Duvardaki sinek lekelerine son!” Sendeki zarafet Barok saçmalığında yok. Pornografik bir form olarak sunulan kaba estetik ruh, senin hapşırırken dışarıya (Bacchus’nun kasesine) attığın katı dışkındır. Tzara’nın 1918 Dada Manifestosu'nda dediği gibi, "Gazeteciler için beklenmedik bir dünyaya kapı açan kelimenin sihri -DADA!-,bizim için hiçbir önem taşımıyor.”


Rrose Sélavy (Marcel Duchamp), 1921, Fotoğraf: Man Ray


Rrose Bir hayvan! Bir hastalık! Bir ulama! Senin için anlamsız, kafesindeki değersiz objelerin için bir sihir ama!


Sélavy, yıkımları betimliyorsun. Ne yürüyebiliyor, ne soluk alabiliyor, ne beslenebiliyorsun. Soluğun mermerden. Susuzluktan ölüyorsun! Floransa’dan nefret ettiğini biliyorum! Düşünce senin kulaklarından aşağıya doğru taşıyor. Bir gölet oluşturuyor düşüncelerin ve kibrin. Taşıyor ve kapkara bir mağaraya doğru ilerliyor. Göletin içinde durmadan boğularak kahkaha atıyorsun. Hepsini duyuyorum. Balçıkla sıvadığın Platon’un, balçıktan arşa uzanan ayak başparmağının yamuk tırnağını görüyorum. Oradan nefes alıyor çünkü. Bencil miyim sence?


Sélavy sen çok bencilsin!


Birkaç kişiye yakınlık duyuyorsun, kimseye acıman yoktur bilirim, ancak bazen çok nadir de olsa hoşnut etme isteği oluşur sende. Bazen kendine gelince neredeyse duygusuz olan sen, ancak acı duyarsın kendine, bu acıma senin kokuşmuş züppeliğin Sélavy. En kinik sıkıntılar bile senin için bitmez tükenmez bir dert olur, yine de gerekirse gözümü kırpmadan harcarım seni Sélavy. Tüm mutluluk duygularını alırım ellerinden ve o soğuk vamp teninden (öldürdüğüm bile olur!)

Sélavy sana kırgın ve kızgın değilim ve inan hangi yılda olduğumuzu dahi bilmiyorum, ki hiçbir önemi yok. Ama şu çok önemli ki Sélavy, senin düşüncen ve yaratımın, bütün sanat nesnelerinin anlamsız boşluğunu ortadan kaldırarak, yerine düşünsel bir formun deneysel metodunu önceledi. Boş ve kabuk olan objenin içini tıpkı taxidermy tekniği gibi düşünce temelinde objeye uyguladın.


Hiç geri adım atmadın!


Ve bununla da yetinmedin Sélavy, bu tekniği en sonunda kendi bedenine de uyguladın!


Rrose Sélavy, sonsuza kadar hayranlık ve nefret miti olarak kalmaya devam edeceksin!


bottom of page