top of page

Sınırsız devinim ve yaşayan sanat

Avusturyalı sanatçı LIA’nın Hayatı Kodlamak başlıklı ilk kişisel sergisi 25 Aralık 2021 tarihine kadar Kalyon Kültür’de devam ediyor. Aynı zamanda serginin küratörlüğünü de üstlenen Kalyon Kültür Sanat Direktörleri Irmak ve Ceren Arkman’la bir araya geldik


Röportaj: Merve Akar Akgün


Ceren & Irmak Arkman, Fotoğraf: Eren Daştemir


25 Aralık tarihine dek Kalyon Kültür’de yer alan LIA: Hayatı Kodlamak sergisinin küratörlüğünü üstlendiniz. LIA’yı ilk olarak yine sizin küratörlüğünüzde düzenlenen bir Plug-in’de tanımıştı İstanbullu sanat izleyicisi. Şimdi ilk kişisel sergisiyle izliyoruz sanatçıyı. LIA’yı sizin için farklı kılan etkenler nelerdir? Kalyon Kültür’de bugün izlediğimiz sergi projesi nasıl oluştu?


LIA, 1995'te İnternet sanatı akımıyla sanat eserleri üretmeye başlamış. Hâlâ yeni sayılabilecek dijital sanat alanında uzun bir kariyeri var. Ayrıca alanın ilk kadın sanatçılarından biri. Bunların hepsi bizim gözümüzde LIA'yı farklı ve önemli kılan özellikler. Ama bunların yanında elbette işlerine duyduğumuz ilgi ve saygı var. LIA tamamen yazılım tabanlı işler üretiyor. Bu geleneksel sanat anlayışımızın bir adım ötesinde bir alan. Sürekli değişen ve kendini yenileyen işler ortaya çıkarıyor. Sanatsal özgünlüğü bir nevi zamana yayıyor ve her anı özgün olan sanat eserleri üretiyor. Bu açıdan baktığımızda işlerinin her anı ayrı bir sanat eseri olarak düşünülebilir. LIA ile İstanbul'daki farklı karma sergilerimizde birlikte çalışma fırsatı bulduk. Ama işlerinden çok etkilendiğimiz ve dijital sanatın tarihi açısından da kendisini önemli bir noktada gördüğümüz için ilk ortaklığımızdan beri kişisel bir sergi yapma fikri aklımızda vardı. Bu aynı zamanda LIA'nın kariyerinin de ilk kişisel sergisi. Bu nedenle hem onun için hem de bizim için çok önemli bir proje oldu.


Kalyon Kültür, LIA: Hayatı Kodlamak, Fotoğraf: Orhan Cem Çetin


Geleneksel resim sanatını, dijital ikonlar ve algoritmaların estetiğiyle birleştirme kavramı bugün bir çalışma türü olarak daha çok karşımıza çıkıyor. Ancak LIA’nın çalışmalarının farkı “kod tabanlı” işler üretmesi ve bu işler de Ceren Arkman bir açıklamasında söylediği gibi “bir nevi yaşayan bir sanat olarak düşünülebilir.” Bu söylemi biraz anlatmanızı rica ediyorum. Yaşayan derken özgünlüğe bir atıf mı yapılıyor yoksa bir karar mekanizmasından mı bahsediyoruz?


Aslında bu sürekli değişim ve devinime bir atıftı. LIA'nın işleri kod tabanlı olduğu için her an kendini yeniliyor ve izleyiciler için tekrar yakalanamayacak anlar yaratıyor. LIA'nın işleri de her sanat eseri gibi özgün, ama bunun bir adım ötesine geçiyor; çünkü her an yenilenen bir özgünlük var. Çok beğendiğiniz bir ana bile tutunma şansınız yok. Bu da aslında hayatın kendisi gibi. Sürekli dönüşüyor ve bazen çok beğendiğimiz bazen de çok beğenmediğimiz kareler ortaya çıkarıyor. Ama en önemlisi hiçbirine tutunamıyoruz ve devinim sınırsız bir şekilde devam ediyor. Tıpkı hayatın kendisi gibi.


 

"...Sanat özellikle de dijital sanat deneyimle ilgili bir şey ve bu deneyimi çevrimiçi turlarla yakalamak mümkün değil. Dijital işlerin çevrimiçi sergilere daha uygun olduğu gibi bir algı var, ama buna çok katılmıyoruz."

 


LIA: Hayatı kodlamak sergisini Kalyon Kültür web sitesi üzerinden çevrimiçi olarak da izleyebiliyoruz. Sizde bugün fiziksel ile çevrimiçi olanın asıl farkını yaratan özellikle de dijital sanatlar söz konusu olduğunda, nedir? Sergileri çevrimiçi deneyimleme olgusuna nasıl bir yaklaşımınız var?


Çevrimiçi sergiler bir süredir hayatımızın parçasıydı ama Covid sürecinde çok yaygınlaştılar ve önem kazandılar. Hiç görme ihtimalimiz olmayan bir sergiyi, müzeyi, vs. görmemize imkân vermeleri açısından elbette önemliler. Ama zaten fiziksel olarak görebileceğimiz bir sergi için anlamlı bir alternatif oluşturduklarını düşünmüyoruz. Çünkü sanat özellikle de dijital sanat deneyimle ilgili bir şey ve bu deneyimi çevrimiçi turlarla yakalamak mümkün değil. Dijital işlerin çevrimiçi sergilere daha uygun olduğu gibi bir algı var, ama buna çok katılmıyoruz. Bizce bu sergileri zayıflatıyor ve iki boyutlu hale getiriyor. Dijital işler görüntüleriyle, ışıklarıyla, sesleriyle mekân içinde oldukları ekrandan ya da yerleştirmeden daha büyük yer kaplıyorlar diyebiliriz. İçeri giren izleyiciye sadece bir görüntü göstermiyorlar, bir deneyim yaşatıyorlar. Diğer sanat eserlerinden daha belirgin anlamda bir auraları var. Bu çevrimiçinde kayboluyor.


Kalyon Kültür, LIA: Hayatı Kodlamak, Waves, Jeneratif yerleştirme, 2017


LIA ilk olarak İnternet sanatı akımını başlatan ekibin içerisinde ve 1995 yılında bu yana üretimlerine bu alanda devam ediyor. Bu alanda onu bir öncü olarak da nitelendirebiliriz. “Algoritmik olarak üretilen görsel sürekli olarak ilerler ve sonsuz sayıda yeni şekil oluşturur. Birbirleriyle etkileşen şekillerin enerjisi ve karmaşıklığı izleyicinin hayal gücünü farklı yönlere sürükler. Bir Joan Miró resmi ve bir mikrop aynı anda aynı dijital alanda var olabilir.” alıntısından yola çıkarak LIA’nın sunduğu bu yeni akım dahilinde şahit olabileceğimiz bir durumdan mı bahsediyoruz?


Evet. Sürekli değişim, sürekli yenilenen bir deneyim ve çağrışımları da yanında getiriyor. Bu hem sanatçı hem izleyici açısından geçerli. Bir tarafta LIA'nın bilinçli olarak işin içine entegre ettiği referanslar ve görseller var. Bunları izleyici yakalayabilir ya da kaçırabilir. Ama bir yanda da izleyicinin oraya getirdiği kendi deneyimi ve bakış açısıyla yakaladığı çağrışımlar olacaktır. Bu anlamda iş sürekli değişmekle kalmıyor, işin algılanma şekilleri de izleyicilerin katkısıyla sınırsız şekilde çoğalıyor.


LIA’nın alandaki ender kadınlardan olması vurgunuz üzerine, kadınların dijital sanat alanındaki varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Sanatın diğer alanlarına göre daha bariz bir erkek egemenliği görüyoruz dijital sanat alanında. Alanın önemli isimlerinin çoğu ne yazık ki erkek. Bunun farklı nedenleri olabilir. Hâlâ yeni bir alan olması ve zaten dar bir kesimden bahsediyor olmamız bu nedenlerden biri olabilir. Ama mühendislik, bilim ve yazılımla yakınlığı ve bunların hala ağırlıklı olarak erkeklerin hakim olduğu alanlar olması da önemli bir faktör diye düşünüyoruz. Bütün bu alanlarda ve dijital sanatta kadınların sayısının artmasını ve bunun alana getireceği zenginliği heyecanla bekliyoruz.



Sizi biraz daha yakından tanımak adına, sanat alanına ne zaman ve nasıl girdiniz ve dijital sanata doğru nasıl evrildiniz? Kalyon Kültür’ün sanat programına dahil oldunuz ve artık daha çok dijital sanat göreceğimize dair bilgilendirildik. Nasıl bir program bekliyor sanatseverleri?


Biz 18 sene önce video sanatı üzerine çalışmaya başlayarak bu alana adım attık. Zaman içerisinde ilgi alanımız ve yaptığımız işler organik bir şekilde genişledi. Başta kâr amacı gütmeyen bir festivalle yola çıkmıştık. Sonra bir arşiv geldi. Sonra seminer ve atölyeler başladı. Ardından sergiler, fuarlar, vs. Aslında ihtiyaç duyulduğunu hissettiğimiz alanlara doğru geliştik. Ve bizim bireysel zevklerimiz de belirleyici oldu. Bu anlamda gelişimimizi organik buluyoruz. Ama sanat dünyasına attığımız ilk adımdan itibaren odağımız hep şu ya da bu formda “dijital sanat”tı. Çünkü dijital sanatın çağımızın sanatı olduğuna inanıyoruz. Dahası hem üretim hem dağıtım hem sergileme hem de izleme ve koleksiyon olasılıklarının esnekliği ve kolaylığı sayesinde sanat dünyasını özgürleştirdiğini ve daha önce bu alanın dışında kalan kesimlere açtığını düşünüyoruz. Dijital sanata baktığımızda özgürleştirici, eşitlikçi ve demokratik bir alan görüyoruz. İş birliklerine açık bir alan, doğası gereği multidisipliner. Bilim ve teknoloji ile bağı nedeniyle sürekli gelişmekte ve dönüşmekte. Bu anlamda da gelişmeye açık ve nereye varacağını kestirmek zor. Hala çok yeni ve heyecan verici.


Dijital sanata dair bu heyecanımızı Kalyon Kültür'de yapacağımız sergilere de yansıtmayı ve alanın önde gelen sanatçılarının sergilerine yer vermenin yanı sıra ve 2022'nin ilk yarısında gerçekleşecek bir yarışma ile genç yeteneklere de alan açmayı planlıyoruz. Bu sergilerin ilki 7 Ocak'ta açılacak Flora isimli karma sergi. Bu Kalyon Kültür'de gerçekleştirmeyi düşündüğümüz bir dizi doğa temalı serginin ilk adımı. İkinci adımımız ise İstanbul Bienali'ne paralel olarak insanların doğaya etkisiyle ilgili yapacağımız İnsan Eli Değmiş/Touched by Mankind isimli sergi olacak. Mart ayının sonuna kadar devam edecek Flora sergisi dijital sanatçılar arasında en popüler temalardan biri olan doğa tasvirlerine odaklanacak ve bitki tasvirleri özelinde dijital sanatçıların doğaya getirdiği farklı ve yenilikçi yorumlara yer verecek. Bizim küratörlüğümüzde gerçekleşecek sergiye işleriyle katılacak sanatçılar arasında Quayola, Ryoichi Kurokawa, Mat Collishaw, Fuse, Clement Valla, Pascual Sisto ve François Quévillon var.


bottom of page