top of page

Simbiyotik bedenlerin Çile Yolu

pinkmadness'ın (Burcu Bilgiç ve Nazlı Durak) yeni geliştirdiği Goodbye to My Mothers isimli performans Depo’da izleyiciyle buluştu. Birbirini doğuran bu iki bedenin çağrıştırdığı psikanalitik ve mitik referanslara bakıyoruz


Yazı: Bihter Sabanoğlu


Burcu Bilgiç ve Nazlı Durak'ın Goodbye to my mothers performansından, Fotoğraf: Zeynep Özkanca

Burcu Bilgiç ve Nazlı Durak’ın birlikte yarattığı ve sergilediği Goodbye to my mothers performansı esnasında birbirini taşıyan, birbirini doğuran, birbiriyle iç içe geçen, birbirine yapışan, birbirini iteleyen iki beden çağdaş ve retrofütüristik bir Via Dolorosa (Çile Yolu) üretirken bu yolculuk Tütün Deposu’nun soğuk zeminini İsa’nın çarmıha gerildiği Golgotha’ya dönüştürüyor.


Performansçıların hareketlerine bir Pietà estetiği hâkim; Burcu ve Nazlı’nın kendilerini birbirlerinin kollarına İsa’nın cansız vücudunu hatırlatır şekilde bırakmaları, hem retrofütüristik esintiler taşıyan hem de Rönesans drapelerini kuvvetlice düşündüren, mermerin değişik tonlarında giysiler taşımaları, hatta Michelangelo’nun alışılmışın dışındaki Meryem’i kadar genç yaşta olmaları Pietà’yı yankılıyor. Ama Pietà, İsa’nın ölü bedeninin çarmıhtan indirilerek annesinin kollarına teslim edilmesini yani yolun sonunu betimler. Bizim ise Goodbye to my Mothers'ı anlamak için başa dönmemiz gerekiyor.


Michelangelo, Pietà, 1498–1499, Aziz Petrus Bazilikası


Çile Yolu’nun ilk durağını İsa hakkında hükme varılan tepe oluşturur, orada geri alınamayacak o karar verilir, İsa infaz edilecektir: “İşte insan”, “ecce homo”. Goodbye to my Mothers da dönüşü bulunmayan o karar ile başlıyor: Hamilelik, “ecce feminae”. Nazlı’nın fiziksel anlamda Burcu’nun içine girmesiyle anne ve çocuk arasındaki simbiyotik ilişki kuruluyor, iki beden, birbirlerinden bağımsız hareket edemeyecekleri bir zaman ve mekân dilimine dahil oluyor.


Caravaggio, Ecco Homo, c. 1605


İsa, Çile Yolu boyunca çarmıhını taşıyor, düşüyor, kalkıyor, tekrar düşüyor, tekrar kalkıyor. Performansçılar ise Depo’nun zeminiyle hemhâl oluyor, birden ayaklanıyor, tekrar yere yığılıyorlar. İsa, üzerinde çarmıha gerileceği haçını bir annenin çocuğunu taşıdığı gibi sırtlanıyor, vücudundan akan kanlar, çektiği acı, doğumu düşündürüyor. Fakat haç bir yandan ağırlığı altında ezerken bir yandan da ruhu kurtuluşa götürecek yolu gösteriyor. İnanışa göre insanlığı sonsuza dek lanetlenmekten kurtaracak olan İsa’nın o haç üzerinde işkence çekerek son nefesini vermesi; çocuk bu bağlamda içinden çıktığı bedeni devamlı ağırlığıyla ezen, kendine tutsak eden bir yük olarak algılanabileceği gibi aynı zamanda anneyi ruhsal kurtuluşa götürebilecek bir umudu da simgeliyor. Performansın başlangıcında Nazlı’nın Burcu’nun karın bölgesine başını daldırmasıyla çocuk annenin bir uzvu hatta daha ileri gidersek bedenindeki bir parazit haline geliyor. Sanatçılar hamileliğin ikili olma halini sahnedeki bedenlerin belirsizliğiyle de yansıtıyor; Burcu kendilerini “yarı-bilinçli avatarlar, anime sayborglar veya doğurganlık savaşçıları” olarak nitelerken içinde bulundukları hali “yaratıklık” şeklinde tanımlıyor; ne de olsa sürekli annenin bedeninden faydalanan bebeğin parazitlikten başka vampirimsi bir yönü de var.

Burcu Bilgiç ve Nazlı Durak'ın Goodbye to my mothers performansından Fotoğraf: Zeynep Özkanca


Çile Yolu metaforuna dönersek; İsa duraklardan birinde annesi Meryem ile karşılaşıyor, onunla acılarını paylaşıyor. Dansçılar da performans boyunca birbirini teselli ediyor, birbirine yaslanıyor, gerektiğinde beraber sakinleşiyor, birbirinin sırtını sıvazlıyor, hatta Burcu bir bez yardımıyla Nazlı’nın hararetini alıyor. Kumaşların Çile Yolu’nun çeşitli safhalarında odağa konulan ögeler olduğunu biliyoruz; örneğin İsa’nın giysilerinin zorla çıkartılması yolun bir etabını oluştururken, Hristiyan ikonografisinin önemli imgelerinden biri olan “Kutsal Mendil” bu yolun başka bir durağında beliriyor. Anlatıya göre Veronica isminde bir kadın, sırtındaki haçla Golgotha tepesine tırmanmaya çabalayan İsa’ya kanını ve terini silmesi için bir mendil uzatıyor. İsa mendili geri verdiğinde ise, yüzünün kumaşın yüzeyine geçmiş ve bir acheiropoieton -kelimenin tam manasıyla “insan elinden çıkmayan” bir nesne- yaratmış olduğunu fark ediyor.


Solda: Simon Ushakov, The Saviour, Acheiropoieton örneği, 1658

Sağda: Burcu Bilgiç ve Nazlı Durak'ın Goodbye to my mothers performansından Fotoğraf: Zeynep Özkanca


Performansın bazı anlarında, Burcu’nun içinde hareket eden Nazlı’nın yüzünde antropomorfik ögeler seçiyoruz ve dikkatlice baktığımızda, bu yüzün Burcu’nun kostümüne çizilmiş belli belirsiz çizgilerden oluştuğunu görüyoruz. Bu yarı-saydam kumaşın üzerine işlenmiş muğlak surat hem karındaki bebeğin oluşmamış hatlarını hem de Çile Yolu’nun mucizevi mendil imgesini, hatta tarihteki tüm acheiropoieton'ları düşündürüyor. İki bedenin birbiriyle devamlı surette yer değiştirmesi ilginç bir benzerliği daha akla getiriyor; Veronica ismi tam da bu olaydan hareketle, Vera Icon, yani gerçek ikon sözcüklerinin metathesis’e uğramasıyla oluşuyor; Vera Icon, Veronica’ya dönüşüyor. Bitişik seslerin yer değiştirmesi anlamına gelen metathesis kavramı, Burcu ve Nazlı’nın birbirine bitişik fakat devamlı yer değiştiren bedenlerini andırıyor. Performansın genel estetiğinin uyandırdığı hisler elbette René Magritte’in The Lovers resmiyle de örtüşüyor; Magritte’ın yüzleri örtülerle kaplı halde öpüşen sevgililerinin birbirine yabancılaşmış, toplumdan dışlanmış halleri, utanç kaygısıyla birbirinden saklanışları fakat bir yandan da bu sayede röntgenci bakışlardan kendilerini korumaları, annelik durumunun duygusal katmanlarıyla açık bir paralellik gösteriyor.


René Magritte, The Lovers, Paris, 1928


Burcu ve Nazlı ile sohbetimiz esnasında, ilham kaynakları arasında Werner Herzog’un otuz beş bin yıllık Chauvet Mağarası’ndaki duvar resimleri üzerine çektiği Cave of Forgotten Dreams belgeselinin bulunduğunu öğrendim. Sanatçılar resimlerdeki zamansal ve fiziksel çok katmanlılıktan, çizgisel zamana tabi olmama fikrinden, elinde meşale ile resimleri inceleyen insanın gölgesinin duvarlardaki hayvan resimlerinin üzerine düşmesiyle ortaya çıkan o birleşik, tekinsiz suretten etkilendiklerini belirttiler. Lineer zamana ait olmama fikrinin performansa aynı anda hem doğan hem doğurulan olmak şeklinde tezahür ettiğini görebiliyoruz. Mağara zaten alışılagelmiş bir rahim metaforu; karanlık, sessiz, nemli, öyle ki Werner Herzog bile Chauvet Mağarası’nın sessizliğinde kendi kalp atışlarını duyduklarını söylüyor; tıpkı bir rahmin içinde bebeğin yalnız kalp atışının işitilmesi gibi. Anne ve bebeğin zamansız bir düzlemde mütemadiyen birbirini doğurma fikri ise bin yıllık bir aralıkla birbirlerinin resimlerini tamamlayan Chauvet Mağarası sanatçılarının oluşturduğu zamansal katmanlılıkla uyumlu; Burcu ve Nazlı’nın öyküsü lineer bir süreçte ilerlemiyor, onları takip ettiğimiz dilim zamandan azade.


Tüm bu psikanalitik, mitik referansların yanı sıra doğurmanın sanat yaratımı ile en fazla ilişkilendirilen eylem olması, sanatçıların sahnede güçlenme pratikleri sergilemeleri, feminist pedagoji ile bağlantılı görünüyor. Kadının zihinsel yaratımı, sahnede kimi zaman boks hareketleri, kimi zaman dayanışma ile temsil edilen fiziksel kuvvet ve mücadelesi, gücü merkeziyetsiz hâle getirmeye uğraşıyor. Bana kalırsa gösterinin sonunda odağa giren, ışığı dağıtarak tüm salonda dolaştıran ayna da bu bağlamda yorumlanmalı; o ufak cep aynası hem izleyicinin bakışını ışığın kaynağından farklı bir doğrultuya yönlendiriyor, hem de feminist bir pratikle merkeziyetçi gücü ayrıştırıp geniş bir skalaya dağıtıyor.


bottom of page