top of page

Şehir şiddetinin deşifresi


Neriman Polat, uzun süredir sanatsal üretimlerinde şiddetin nabzını tutuyor. Onun şiddetle ilişkisi günlük hayatın dikkatsiz göze görünmez olmuş detaylarını tutup çıkararak, görünür kılarak işliyor. Merdiven Art Space’te 8 Aralık’a dek devam etmekte olan Şefkatsiz başlıklı sergisinde çocuk battaniyelerine müdahale ederek çocuklara yönelen şiddetin, şehir dokusuyla, toplumsal cinsiyetle ve devlet şiddetiyle beraber çalışan girift kodlarını açığa çıkarmaya girişen Polat, Rana Kelleci’nin sorularını yanıtladı

Neriman Polat

Serginin omurgasını oluşturan yerleştirmede biri pembe boyalı biri çıplak tuğladan karşılıklı iki duvar bulunuyor. Ortalarındaki duvarı kaplayan fotoğrafta yıkılmış bir binanın bitişiğindeki binada bıraktığı kalıntıları görüyoruz. Eskiden içeride olan boyanmış bir çocuk odası duvarı artık çıplak. Sergide iç ve dış ikiliğine vurgu yapıyorsunuz.

Evet, çünkü merkez noktamı bu fotoğraf oluşturuyor. İstanbul’da ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde karşılaşabileceğimiz yıkılmış bir binanın fotoğrafı bu. Dijital manipülasyon da söz konusu değil. Yani bu pembe duvarlı, üzerinde ayıcık ve meyveler çizilmiş çocuk odası gerçekten var olmuş. Antik bir şehir gibi, eski ve yeni tuğlalar, fayanslar, sökülmüş duvarlar var. Tam bugünün, kentsel dönüşümün görüntüsü.

Tarlabaşı’nda, Beyoğlu’nda ya da başka semtlerde böyle bir binanın önünden geçtiğimde mahrem bir alana girmiş olduğumu hissediyorum. Yani o yıkıntının kendisi bana içerinin ve dışarının bir arada ve aynı anda var olduğu duygusu veriyor. Aslında bu fotoğraf, yıkıntı binadaki çocuk yatak odası duvarı ile bu ikiliği kendisi yarattı. Ben de sergi alanında böyle bir mekânı yeniden yaratmak ve bu şekilde tekinsizlik ve şiddetin iki alanda da bulunduğunu vurgulamak istedim.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

Daha önce Baba Evi Apartmanı, Mülk Allahındır gibi yapıtlarınızda gördüğümüz gibi şiddetin görsel temsillerini dönüşmekte olan şehrin imgeleri arasında buluyorsunuz. Size göre kent mekânının şiddetle ilişkisini nasıl?

Şehrin yapısı ve gerçekliği şiddetle doğrudan ilintili. İstanbul gibi, bu kadar hızlı değişen ve dönüşen bir şehir tehlikeyi ve güvensizliği de kendi içinde barındırıyor. Çünkü şehirler rant ve sömürünün yoğun olduğu yerler. Mesela daha geçen gün, bizim sergi alanında ördüğümüz tuğla duvar gibi bir duvar oyun oynamakta olan bir çocuğun üzerine yıkıldı ve yaralanmasına sebep oldu. Benzer şekilde birçok çocuk rögar kapağının içine düşerek yaşamını yitirdi. Okul servislerinde, trafikte yaşamını yitiren çocukların bir kısmı şehir hayatıyla direkt bağlantılı. Yani çocuklar şehrin şiddetine çok fazla maruz kalıyorlar.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

Bu şiddetin bir dökümünü sergideki koridor boyunca el yazısıyla onlarca kelime yazarak yapıyorsunuz. Burada çocukların maruz kaldığı şiddet karşısında yetişkinlerin verdiği karşılıkları görüyoruz. En çok da adaleti sağlama yönündeki yetersizliklerini.

Bu duvara yazdıklarım çeşitli rapor ve haberlerden seçtiğim kelimeler. Burası serginin devlet şiddetiyle olan bağını kuruyor. Devlet şiddetinin ve baskının yoğun olduğu yerde toplumsal şiddet giderek artıyor. Her gün kadınların öldürüldüğü, hatta anneleriyle birlikte çocukların da öldürüldüğü haberleriyle karşılaşıyoruz. Bu son dönemlerde daha da çok ortaya çıkmış topyekün bir şiddet atmosferi. Ayrıca bu duvardaki kelimeler bize bazı olayları hatırlatıyor, o yüzden bir tür bellek duvarı, sergi boyunca kelimeler eklemeye de devam edeceğim.

Şiddete karşı yasal önlem ve adil uygulamanın hala sorunlu olmasına karşın yakın dönemde ciddi bir sosyal farkındalıktan bahsetmek mümkün. #Metoo ile başlayan güçlü bir süreç bu. İnsanlar giderek şiddeti örtbas etmemeyi seçiyor.

Şiddet tecrübesini paylaşmanın onu yaşayan kişi için ne kadar zor olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Ancak elbette ki doğru olan susmamak ve deşifre etmek. Bu her şeyden önce cezasızlık ile ilgili bir konu. Şiddet gösterenin cezasını hukuk yoluyla çekiyor olması, yasanın boşluklarından yararlanmıyor olması gerek. Feministlerin “erkek adalet değil gerçek adalet” sloganı ne kadar yerinde bir tepki… Mesela eskiden sadece evli kadınların devletten koruma alma hakları vardı. Bu yasanın tüm kadınları kapsayacak şekilde değiştirilmesi çok yeni kazanılmış bir hak.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

Sizi örtmek, ısıtmak gibi pratik kullanım alanları olan bir nesneyi, battaniyeyi, bir sanat malzemesi olarak ele almaya yönelten nedir?

Battaniye bir çocuğu örten, onu sıcak tutan şefkatli bir şeydir normalde. Bir çocuk için battaniye çok önemlidir, sıcaktır, yumuşaktır. Hatta bazen onlarla takıntılı ilişkiler kurarlar çocuklar. Yani şiddetin tam zıt kutbundadır. Sergide bu zıtlıktan yola çıkarak çeşitli mağazalardan, pazarlardan, süpermarketlerden bulduğum battaniyeler üzerine müdahaleler yaptım. Bunu yapmak istedim çünkü baktığımızda üzerlerindeki desenler, kullanılan imgeler, simgeler çok ilginç. Bazıları toplumsal cinsiyet referansları da taşıyorlar. Aslında hepsi birer arzu nesnesi; çocuklara vaat edilen dünyalarla ilgililer. Karşılığını veremediğimiz vaatler bunlar. Battaniyelere olan müdahale ile onların karanlık, gerçekçi olmayan, vaat edilenin dışında olan yüzlerini göstermek istedim. Onları şefkatsizliğin nesnesi olarak ele aldım.

Yani gerçek yüzlerini açığa çıkardınız. Bir anlamda günlük hayatın dokusuna sinmiş şiddeti deşifre ediyorsunuz.

Evet, mesela bu battaniyeyi tasarlayan ve üreten kişiler belki de bütün o şiddeti o kadar içselleştirmişlerki farkına varmadan ona uygun desenler çizmişler. Şiddet sadece fiziksel değil gün içindeki diyaloglarımızdan tut her türlü iktidar alanının içindeki söylem ve davranış biçimlerine kadar ta içimize sızmış bir şey.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

Bu durumda şiddeti ayırt etmek için onun ne olduğuna dair de somut bir fikrimiz olmalı diye düşünüyorum. Siz şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elbette bu konu üzerine bir akademisyen gibi konuşamam ama diyebilirimki şiddete kendi hayatımdan yola çıkarak, yaşadığım dönemin notunu tutan biri olarak yaklaşıyorum. Şiddet üzerine iş yapmak, şiddeti tekrar üretme riski de söz konusu olduğundan dolayı çok zor. Hatta şiddetin bir tabu olduğunu söyleyebiliriz. Ama her şeyden önce şiddet ve çocuklara yöneltilen şiddet politik bir mesele, bunu unutmamak lazım.

Şimdi sokakta mikrofonu kime tutsak şiddete karşı olduğunu söyleyecektir. Peki o zaman şiddeti üreten kim? “Şiddete karşıyım, şiddeti kınıyorum” demek bence çok ikiyüzlü bir tutum. Bu sistemin işine geliyor. Bunu yapmak yerine şiddetin doğasıyla, toplumsal olarak nasıl üretildiği ve nasıl meşrulaştığı ile uğraşalım. Cezasızlıkları kabul etmeyelim. Toplumsal cinsiyet kodlarını değiştirelim. Bunlar için mücadele edelim ki ayrımcılığın olmadığı saygı ve barış içinde bir dünyaya ulaşabilelim. Çocuklar daha iyi bir dünyada yaşamalı. Yetişkinler olarak bütün bu olan bitenden biz sorumluyuz.

Çocuğu toplumun en temel taşı olarak düşünürsek şiddeti çocuk üzerinden çözümlemeye girişmeniz artık sorunun köküne inmeye ve topyekün bir değişime yönelik aciliyet taşıyan bir arzuyu hissettiriyor.

Çok doğru. Çocuk insanlığın en masum halkası. Orantısız güç kullanımı, tacizler, tecavüzler, çocuk yaşta evlendirmeler, cinayetler, kaçırmalar, kayıplar, çocuk işçiler, mülteci çocuklar, aile içi şiddet, devlet şiddeti… Bunlar bütün dünyanın problemi. UNICEF'in verdiği rakama göre günde on beş bin çocuk önlenebilir sebeplerden ölüyor. Daha başlangıç noktasında bir canlının yaşama hakkını elinden alıyoruz ve yaşadığımız toplum bunu git gide daha fazla yapıyor. O halde buraya bakmamız gerekiyor.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

Şiddet artmaya devam ederken korku da katlanarak artıyor. Fakat korku şiddetin önlenmesine hizmet etmiyor. Korkunun devlet şiddetinin sürdürülebilirliği ile ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında biyo-politika ile, yani beden politikaları ile alakalı. Çünkü korku yaratıldıkça hem yetişkin hem de çocuklar üzerindeki hakimiyet alanı artıyor. Toplumlar korkularla yönetiliyor. Biz çocukluğumuzu daha çok baba korkusu ve annelerimizin bize verdiği korkularla yaşadık. Bugün çocuğunuzu korkuyla büyütmek yerine farkındalıkla büyütme fikri çok daha fazla kabul görüyor. Bir insanın çocukluktan itibaren bedeninin sınırları konusunda eğitilmesi gerekiyor. Çocuk hangi durumlarda bedeninin sınırlarının ihlal edilmesinin bir sorun olabileceğini bilmeli. “Yok canım bana öyle gelmiştir, aslında öyle yapmak istememiştir” gibi bahaneler üretmek zorunda kalmamalı. Bu noktada bilgi, tecrübe ve farkındalık birlikte işlemeli.

Neriman Polat, Şefkatsiz sergisinden

bottom of page