Güncel sanatın uluslararası karaktere büründüğü günümüzde müzeler kendini nasıl yeniliyor? Bu kurumlar Batı merkezli sanat tarihini sorgulamak için neler yapabilir? Müzeler üstü örtülmüş kültürel tarihleri görünür kılacağına bunlar içindeki devamlılıkları ve devamsızlıkları sorgularsa yeni sanat tarihi okumaları mümkün olabilir
Yazı: Özge Ersoy
Son 20 senedir sanat kurumları tarihi bir değişim geçiriyor. Hızla gelişen medya teknolojilerinin ve küreselleşen neoliberal ekonomilerin etkilerini bienallerin, müzelerin ve sanat piyasalarının artan sayısı ve farklı coğrafyalara yayılmaları üzerinden okumak mümkün. New York’taki New Musem’un, Independent Curators International ve CUNY Sanat Tarihi Doktora Programı tarafından Mart ayında düzenlenen The Now Museum konferansının çıkış noktasında da benzer bir okuma yer alıyor. Etkinliğin masaya yatırdığı sorular şunlar: Müzeler küreselleşme olarak tanımlanan gelişmelere nasıl cevap veriyor? Bu süreçte güncel sanat müzelerinin sanat tarihiyle ilişkisi nasıl değişiyor? Sanat müzeleri Batı merkezli sanat tarihini sorgulamak için neler yapabilir?
1997’de açılan Guggenheim Bilbao Müzesi, büyüyen ve yayılmacı bir politika izleyen kurumlara verilen örneklerin başında geliyor. Son 15 sene içinde New York merkezli Solomon R. Guggenheim Vakfı, farklı gelir modelleri yaratarak, izleyici kitlesini büyüterek, koleksiyon yönetimini yarı-özerk uydu müzelerle paylaşarak kendini farklı bir yerde konumlandırmayı başardı. Bilbao’nun bir cazibe merkezi haline gelmesinde, şehre yapılan finansal ve kültürel yatırımda müzenin payı yadsınamayacak kadar büyük. Ancak sanat, mimari, turizm ve kentsel kalkınmanın iç içe geçtiği bu model sayısız eleştiriye maruz kalıyor. Guggenheim Bilbao’ya yönelik eleştiriler, Bask bölgesinde sanata ayrılan yerel fonların tek kuruma aktarılması ve yerel sanatçıların müze programlarına nadiren dahil edilmesinin üzerinde duruyor. Koleksiyonun ve sergilerin, müze binasının Frank Gehry’nin imzasını taşıyan mimarisi tarafından gölgelenmesi ise eleştirilerin ele aldığı diğer önemli konu. Bu yüzden Guggenheim Bilbao güncel sanat müzelerine dair büyük beklentiler içine girmememizi öğütleyenlerin referans verdiği ilk kurumlardan biri olmaya devam ediyor. Ancak benzer müzelerin yeni coğrafyalara açılmaları farklı şekillerde de gerçekleşebiliyor.
Uydu müzeler açmanın yanı sıra, büyük çaplı kurumların 1990’lardan beri izlediği diğer bir strateji Batı merkezli sanat tarihinin es geçtiği sanatsal üretimleri programlarına dahil etmek oldu. Bu konuda sıkça eleştirilen ama zaman içinde kendini yenileyen örneklerden bir tanesi New York’taki Modern Sanat Müzesi (MoMA). Söz konusu tartışma, müzenin Latin Amerika’yla olan ilişkisi üzerine. MoMA’nın kuruluş yıllarında başlayan ve 1940’ların ortalarında duraksayan bu ilgisi 1990’lardan sonra tekrar yükselişe geçti. Bu değişim Amerika’daki çokkültürlülük politikasının, Latinoları topluma entegre etme kaygısının ve periferide olanı “keşfetme” arzusunun bir ürünü olarak yorumlanabilir. 1993’te MoMA tarafından düzenlenen 20. yüzyılın Latin Amerikalı Sanatçıları gibi birçok sergi Latin Amerika’yı, Orta ve Güney Amerika ve İspanyolca konuşan Karayip adalarını kapsayan bir kategori altında genellemekten ileri gidemedi. Ancak “öteki” sanat üretimlerinin bu şekilde sergilenmesine gösterilen tepkiler kurumsal kararları etkilemekte faydalı oldu.
1990’ların başında Amerika’daki müzelerde revaçta olan “azınlık kotalarını” doldurmak için Latin Amerikalı küratörleri müzelere davet edip sergi düzenleme fikri zamanla değişti. Örneğin MoMA 1999’da Brezilyalı Paulo Herkenhoff’u Resim ve Heykel Departmanına küratör olarak işe alırken, bütçesine Latin Amerika için seyahat fonu ekledi. Benzer bir kurumsal adımı New Museum Kübalı küratör Gerardo Mosquera’yı kadrosuna dahil ederek attı. Bu gelişmeler kurumsal önceliğin “öteki” sanat işlerini satın almak ya da sergilemek değil, müzelerin küratöryel departmanlarındaki yerleşmiş kalıpları zorlamak, alışılageldik sanat tarihi anlayışlarını sorgulamak olarak değiştiğinin göstergesi olarak okunabilir.
Güncel sanatın geleneğe bağlanması yalnızca görsel formların tekrarıyla değil, sanatçıların toplum içindeki rolleri üzerinden de düşünülmeli.
Bu gelişmeleri sorgulayan The Now Museum, müzelerle güncel sanat altyapısının yakın geçmişte geliştiği bölgelerdeki sanatçılar arasındaki ilişkiye de değindi. Sanat profesyonelleri merkez periferi ayrımının artık geçersiz olduğu konusunda hemfikir olsa Batı’nın, sanatın dolaşımı, sergilenmesi ve piyasalara girmesi açısından halen karşılaştırılamaz bir gücü olduğu tezine karşı gelmiyor. Bu noktada Batı’daki müzelerin, Batı dışı güncel sanata görünürlük kazandırırken, Batı dışı modern sanata sergilerde ve koleksiyonlarda nadiren yer vermesinin tehlikelerini konuşmak lazım. Uluslararası platformlarda dolaşıma giren ancak kendi geçmişiyle iletişime sokulmayan Batı dışı güncel sanat işleri nasıl okunuyor sorusu burada önem kazanıyor. Bu işlerin ele aldığı, ulusal kimlik, modernite, militarizm ve din gibi konuların tarihsiz ve formalist olarak okunmasının tehlikelerini tartışmaya açmak gerekiyor. Bu noktada dikkatler, kalıplaşmış temsil mekanizmalarını zorlayabilecek potansiyeli sahip, hem modern hem güncel sanatla meşgul olan yerel müzelere çevriliyor. Konferansta konuşulmamış olsa da, bu anlamda akla gelen ilk iki örnek Doha’daki Mathaf Arap Modern Sanat Müzesi ve İstanbul Modern.
2010 Aralık ayında Mathaf Arap Modern Sanat Müzesi büyük açılışını üç sergi ile yaptı. İlk sergi Saijil (Arapça’da kaydetmek) müzenin 19. ve 20 yüzyıl modern sanat koleksiyonundan 200 işe yer verirken Interventions koleksiyonunda yer alan beş sanatçının eski ve yeni üretilen işlerini gösteren solo sunumlardan oluşuyor. Told, Untold, Retold ise 23 güncel sanatçının ürettiği işleri bir araya getiriyor. Bu üç serginin aynı çatı altında düzenlenmesi Arap dünyasındaki farklı moderniteleri ve güncel üretimlerini hem mercek altına alıyor, hem de bu konuda tartışılması gereken sorunları öne çıkarıyor. Müzenin açılmasına bağlı olarak yaşanan en önemli gelişme, Arap coğrafyasına yayılan büyük bir modern sanat koleksiyonun kamuya açık bir alanda sergilenmesi, kapalı kapılar arkasından çıkarılması.
Saijil’deki eserler tematik kategoriler altında düzenlenmiş. Doğa, kent, biçim ve soyutlama, toplum, aile ve tarih başlıklardan birkaç tanesi. İstanbul Modern’in sabit koleksiyonunun sergilenme şekillerini anımsatan bu düzenleme, kronolojik bir sıralamayı reddederek çizgisel tarih anlayışına tavır aldığının altını çiziyor. Fakat tematik bir düzenlemenin bu eserlere dair yeni okumaları teşvik edip edemeyeceğini kestirmek güç. Akla takılan soru şu: Amaç yalnızca görünür olmayan bir tarihi su yüzeyine çıkarmak mı, yoksa daha önce müzelerde sergilenmemiş ve konuşulmamış işlerin hangi koşullarda yaratıldıklarını sorgulamak, sosyal çözümlemeler yapmak mı?
Saijil’in yanı sıra, modern sanat üretimini bugüne bağlayan ve tek sanatçı üzerine yoğunlaşıp devamlılıklar ve devamsızlıkları sorgulayan Interventions, Arap bölgesindeki moderniteleri Batı modernitesinin türevi olarak gören fikirlere meydan okuyor. Bu sergilerin hedefi, Arap coğrafyasındaki üretimlere mahsus okumaların nasıl yaratılabileceğini ve müzenin bu üretimleri nasıl tarihselleştirebileceğini keşfetmek. Güncel sanatçılara ağırlık veren, ülkelere göre belirlenmiş sabit kimliklerden ziyade sanatçıların sürekli değişime uğrayan dinamik duruşlarından yola çıkan Told/Untold/Retold ise güncel sanat ve modern sanat arasındaki sözde kırılmaları masaya yatırmak için büyük bir adım olarak okunabilir. Peki, güncel sanat ile modern sanatı aynı kurum çatısı altında destekleyen ve sergileyen Mathaf, ortak bir Arap kimliğini yansıtacak bir görsel sanat tarihini inşa etmenin peşinde mi? Bu çabaların arkasında sanat tarihindeki boşlukları doldurmak mı, yoksa güncel sanat ve modern sanat arasındaki devamlılıklar ve devamsızlıkları sorgulamak mı yatıyor?
Benzer sorular İstanbul Modern’e de yönlendirilebilir. Müzenin yerel-küresel ikileminden ziyade yerel-ulusal düzeyindeki ilişkilere bakan önemli bir sergisi 2010 baharında düzenlenen Gelenekten Çağdaşa’ydı. Güncel ve modern sanat işlerinden bir seçkiyi, hat, minyatür, çini, vitray, seramik ve dokuma eserleriyle sunan sergi, müzenin görsel sanatlara ilişkin belleği hakkında yerinde sorular sormayı başardı. Serginin temelinde, kültürel geçmiş göz önüne alınarak yeni ve alternatif bir sanat tarihi yazılabilir mi sorusu yatıyordu. Ancak sunulan işler arasındaki devamlılıkları yalnızca görsel ipuçlarında arayan sergi çok derine inmeyen okumalar yapmakla yetinmek zorunda kaldı. Halbuki işlerin galeri alanındaki düzeni 19. yüzyılda güzel sanatlar kategorilerinin yaratılmasıyla geleneksel sanat formlarına bakışın nasıl değiştiğine; Erken Cumhuriyet döneminde geleneksel sanatların dekoratif olarak tanımlanmasına; 19. ve 20. yüzyılda sanatçıların Avrupa çıkışlı yeni temsil mekanizmalarını kullanarak din, vatan ve ulusal kimliğe dair ne şekilde düşündüğüne dair ipuçları verseydi, serginin öne sürdüğü alternatif sanat tarihlerinin farklı boyutları ele alınabiliridi.
Güncel sanatın geleneğe bağlanması yalnızca görsel formların tekrarıyla değil, sanatçıların toplum içindeki rolleri üzerinden de düşünülmeli. Sanat tarihçisi Wendy M. K. Shaw, Mart ayında çıkan Ottoman Painting kitabında görsel sanatların önce Osmanlı sonra Türk ulusal kimliğinin yaratılmasındaki rolünü, 200 yıldır sanatçıların yeni izleyici kitleleri yaratma çabasını ve sanat üretimlerinin biçim olarak avangard olmasa da politik olarak benimsediği yeni rolleri tartışmanın öneminin altını çiziyor. Güncel sanatın tarihsiz olarak okunmasının tehlikesine değinen Shaw, salt tekniğe odaklanan formalist okumaların değişmesi gerektiğini vurguluyor. Başka bir deyişle, sanat tarihimizi yeniden ele almak istiyorsak görsel ve teknik okumalara olduğu kadar sosyal çözümlemelere de ihtiyacımız var. Söz konusu isteğin gerçekleşmesinin yolu, saklanan ve üstü örtülmüş bir tarihi görünür kılmaktan değil, onu karmaşıklaştırmaktan geçiyor. Müzelerimiz böyle bir yolu seçtiği zaman alternatif sanat tarihlerinden bahsetmek mümkün olacak gibi gözüküyor.
New Museum’daki konuşmacıların ısrarla yaptığı tespitlerden bir tanesi müzelerin -yayımladıkları katalog ve sergi metinleriyle ve sahip oldukları kurumsal ağırlıklarıyla- halen sarsılmayacak bir güven ve uzmanlık vaat etmeye devam ettiklerine ilişkin. Küratöryel seçimler bu güvenin üzerine konumlanmaktan ziyade bugüne kadar kurulan anlatıları değiştirir, izleyiciyi sorgulatmayı başarırsa yeni sanat tarihlerini tartışmaya başlayabiliriz. Batı dışındaki sanat tarihlerine bakan müzelerin hedefi ulusal sanat tarihleri yazmak değil, sanatın yerel tarihiyle ilişkilerini sorgulamak ise, tartışmalara moderne sırtını dönen güncel sanat ve geleneksele sırtını dönen modern sanatla başlamak isabetli olacaktır. Güncel sanatın sahip olduğu varsayılan evrensel dilin törpülediği farklılıkların peşinden gitmek burada önem kazanıyor. Müzeler tarihin içindeki çelişkileri, devamlılıkları ve devamsızlıkları sorgulamaya açarsa güncel sanat okumalarının kaybolan katmanlarına kavuşacağına inanmak çok da güç değil.
Comentarios