top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Romantik vaat: Yoksullar, bohemler ve devrimciler

Kazım Şimşek’in Direnç başlıklı kişisel sergisi 17 Şubat'a kadar KAIROS'ta devam ediyor. Serginin dip akıntısından gelen sınıf bilincine, bohem anlatıya ve devrimci vaade kapı aralıyoruz


Yazı: Ahmet Ergenç


Kazım Şimşek, Romantik Vaad, Tuval Üzeri Akrilik, 126 x 182 cm, 2023


Kazım Şimşek’in resimlerinde, biraz eski Rus romanlarını, biraz o eski güzel varoluşçu romanları biraz da Proterlerin gecesi hissini veren yoksul ama yoğun hayatları hatırlatan bir şey var. Bu açıdan da hayırlı anlamda anakronikler, diyebilirim. Zamanın ruhu denilen tatsız şeyi yakalayamadığı için değil, bu tatsız "çağdaş" hâlin dışında ya da öncesinde durmakta direnen bir tavrı olduğu için hayırlı anlamda anakronik. Kelime oyunundan kim ölmüş, hem iyilik anlamında "hayır" hem de red anlamında "hayır".


Kairos’ta açılan Direniş adlı sergisindeki isler de böyle anakronik ("hayır"lı bir anakronizm, reddiyeli, zaman uyuşmazlığı) bir his taşıyan sahnelerle dolu. Serginin afişinde ve girişinde yer alan Romantik Vaad adlı işte görülen o romantik devrimci figür mesela, bir 19. yüzyıl esintisini bugüne taşıyarak, zamanda bir kısa devre yaratıyor. Monokrom olmasına rağmen kızıl olduğu hissedilen bir bayrağı tutan bu proleter karakter bir 19. yüzyıl romanından da, 70’lerdeki bir 1 Mayıs eyleminden de çıkıp gelmiş olabilirdi. Her nereden geliyorsa gelsin, romantik vaatler taşımayan, kendi içinde sönüp gitmiş bu tatsız yüzyıl için bir güzel ve fakat kayıp ihtimale işaret ediyor. Bilhassa da her türlü "kamusal" eylemin yasaklandığı ülkemizde bu tip politik ve vaatkâr işler görmek, bir siyasi ve hayati rüzgarın yeniden esmesine neden olabiliyor, en azından benim için öyle oldu. 


Kazım Şimşek, Bir Mucize Bekliyorum, Tuval Üzeri Akrilik, 110 x 200 cm, 2023


Kazım Şimşek’in işlerinde yoğun bir şekilde hissedilen yoksulluktan da bahsetmek lazım: Pathos ve acıklılıktan çok, öfke dolu bir yoksulluk anlatısı var burada, sınıfsal öfke. Kazım Şimşek burada da "hayırlı" anlamda çağa ters düşen bir şey yapıyor ve köşe bucak gizlenen yoksulluk hallerini bir nişane gibi göğsüne takıyor. Van Gogh’un o yoksul botlarından çok, Warhol’un ışıltılı ve kitsch hâllerine yakın duran günümüz estetiğinin dışarıda bıraktığı yoksulluk hâlinin, mesela Forma adlı işte kapıya asılan iş elbisesiyle birlikte kapıya asılan eller olarak karşımıza çıkması, "büyülü proteler" diyebileceğim bir estetikle kendine bir dil kazanması, gerçekten takdire şayan. Politik bir çatlak anı, böylece, fantastik bir anla birleşiyor ve çatlak derinleşiyor. Başka bir yoksulluk anlatısında da madencilere bir saygı duruşu görüyoruz, ismiyle de hem ürperten hem de insanı ayıltan bir yeraltı – yerüstü tasviri bu: Aşağıda Ölüm Var Yukarıda Açlık. Sınıf bilinci izin verse kasvetli bir Beckett sahnesi de olabilirdi bu.   

     

Sınıf bilincinin bu sergideki işlerde bir daimi dip akıntı gibi ilerlediğini de söyleyebilirim. Aslında sınıf bilinci, kendine sergi metninde de açıkça yer bulmuş, şöyle: “Aynı dili konuştuğumuza inansak da her birimizin kendi sözlüğü vardır; hatta bu sözlükler öyle uyumsuzdur, içlerinde o denli kopuş noktaları belirir ki bazı kelimeler bazı sözlüklerden tamamen çıkmıştır bile. Sınıf bilinci bunu gerektirir; büyük bir topluma değil onun altında peydahlanmış yüzlerce topluluktan birine aitizdir artık.” 


Kazım Şimşek, Direnç sergisinden yerleştirme fotoğrafı


Bu sınıfsal perspektif, Rancière’in gündüzleri ağır koşullarda çalışan işçilerin (proleterlerin) geceleri yazdıkları şiirlere odaklandığı Proleterlerin Gecesi’ni (La Nuit des prolétaires) de akla getiren bir perspektif. Kazım Şimşek’in işlerinde devrimciler ve yoksulların yanı sıra, krizli ve varoluşçu karakterlerin ya da anlatıların da izleri görülüyor. Burada da, bu krizli hâlde de yine "hayır"lı anlamda çağa-ters bir şey var. Malumunuz, günümüzün zeitgeist’i siyaseti, devrimcileri ve yoksulları sevmediği ve yok saydığı gibi, krizli özneleri de, bohemleri de dışlar ya da yok sayar. Şimşek’in mesela Pencere adlı işinde görülen o öfkeli ve krizli yazar-okur karakteri, çağımıza sığmayan öfke ve yoğunluğun bir taşıyıcısı gibi. Aynı şey, elinde bir kitapla bir acayip odada mucizeyi bekleyen karakter için de geçerli. 


Solda: Kazım Şimşek, Pencere, Tuval Üzeri Akrilik, 129.5 x 182 cm, 2023

Sağda: Kazım Şimşek, Forma, Tuval Üzerine Mürekkep, Akrilik ve Füzen, 130 x 75 cm, 2022


Bütün bu saydıklarım Kazım Şimşek’in resimlerini ya da görsel anlatılarını (çoğu resim bir hikâyenin görselleşmiş hâli gibi durduğu için "görsel anlatı" da denebilir bunlara, evet) bir Baudleaire şiirine, bir Gorki romanına ya da bir varoluşçu yazarın krizlerine yaklaştırıyor. Proleter bilincin dolaştığı, romantik bir devrimci vaadin de sönmediği, bohem bir anlatı olabilirdi, eğer bu bir kitap olsaydı. Kitap demişken, sergi metninde bir Oğuz Atay referansı olduğunu da ekleyeyim. Ben de bir referansla şöyle diyeyim: Bütün sergiye bir parça Korkuyu Beklerken’deki o yoğun ve varoluşu tiye değil, ciddiye alan hâl hakim. Bir şey olacak ufukta ama ne bilmiyoruz. Yüklü bir bulut dolaşıyor ufukta.


Böyle bir krizli hâle kayda geçirdiği, görünmez kılınan yoksulluk hâllerini yüzeye taşıdığı ve kısmen de olsa siyasi bir vaadi canlı tuttuğu için, önemli bir sergi bu. Kazım Şimşek’in bundan sonra nasıl bir "romantik-politik anlatı" sunacağını da merak ediyorum. 


Kazım Şimşek, Süt, Tuval Üzeri Akrilik, 150 x 184 cm, 2023


Comments


bottom of page