top of page
Ecem Arslanay

Namevcutlar, vekiller ve oyun

Rimini Protokoll’ün Namevcut Konferans başlıklı oyunu Beykoz Kundura Sahne’ne izleyiciyle buluştu. Gösteri üzerinden topluluğun sahneyle kurduğu ilişkiyi ve yarattığı kamusallığı değerlendirdik


Yazı: Ecem Arslanay


Rimini Protokoll, Namevcut Konferans, Sebastian Hoppe


Başkası yerine konuşmak epistemik bir şiddet içerir; tabii temsil edilen, temsil edilmeyi rica etmemişse. 2 Nisan akşamı Kundura Sahne’de gerçekleşen Namevcut Konferans’ta, Karl Heinz Pantke’nin temsiliyet ricasını cevaplayarak, ona atlayıp zıplayabilen bir mevcudiyet verdim. Pantke locked-in sendromlu bir fizikçi. Namevcut Konferans ise bir oyun. “Oyun”u burada en geniş anlamıyla kullanıyorum. “Karbon ayak izini azaltmak uğruna, konuşmacılarının fiziksel mevcudiyet göstermediği bir iklim krizi konferansı”nı oynuyor. Bu oyunda (konferansta) oyuncuların (konuşmacıların) namevcudiyeti, seyircilerin mevcudiyeti ile telafi ediliyor. Seyirciler arasından gönüllü çıkmazsa oyun (konferans), hem teoride hem de pratikte namümkün oluyor. Neyse ki bu hiç yaşanmamış.

Seyircilerin mevcudiyet prosedürünü açarak sizi hayrete düşme zevkinden mahrum bırakmak istemem. “Konferans” İstanbul’a tekrar gelebilir, gelmese de belki Avrupa kentlerinden birinde ya da Meksika’da, Şile’de, hatta kim bilir, belki Güney Kore’de deneyimlersiniz. Oyunun bir parçası olmak için karbon ayak izinizi dert etmenize gerek yok; sadece o sırada mevcut olduğunuz şehrin dilini anlayabilimelisiniz, çünkü her oyun, gittiği yerin diline ve toplumsallığına adapte oluyor. Anlık oyuncu kadroları, uzun araştırma/adaptasyon/çeviri süreçlerinin çıktısına hayat veriyor.


Rimini Protokoll, Namevcut Konferans, Sebastian Hoppe


Neşesiz anektodlar, kuru istatistikler, monoton slaytlar, derinliğine düşündüğü umulan uykulu suratlar ve uykulu suratlara devam etme gücü veren düzenli kafein yüklemeleri içeren konferanslardan değil bu. Sahnede atlayıp zıpladığımı söylemiştim, değil mi? Talimatları eksiksizce uygulayan gönüllü bir görev insanı olarak ritmik şıçrama şovumu bir dakika boyunca, şaşkın gözler ve hızla yanıp sönen spotlar altında sahneledim. Tekno müzik temelli bu pervasız deşarj biçimini sonra, yine yönergem gereği, izleyicilerimden de talep ettim ki, zannediyorum geçici körlüğün verdiği özgüvenle, komutu coşkuyla yerine getirdiler.


Namevcut Konferans’ın en ilginç taraflarından biri yarattığı mikro kamusallık düzeneği. Yeni biriyle tanışıp sohbet etmeden salondan ayrılmanız pek mümkün değil; fakat endişelenmeyin, pasif izleyici olma hakkınız da her daim elinizin altında duruyor. İki gece üst üste katılmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, etkileşime yönelik talimatların yarattığı gerilimin dozu çok tatlı; kimse huzursuz olmuyor. Konuşma içerikleri için aynı şeyi diyemem. İçinde huzursuzluk da olan geniş bir duygulanım spektrumunda hop oturup hop kalkıyorsunuz. Bir iklim krizi konferansından ziyade, sağlam dramaturjisi olan bir tiyatro oyunu gibi işliyor.


Rimini Protokoll, Namevcut Konferans, Sebastian Hoppe

Seyirci/oyuncular evrenin farklı köşelerinde farklı namevcudiyet biçimleriyle başa çıkan dokuz konuşmacıyı temsil ediyor. Mevcudiyetini gizlemek zorunda olanlar, mevcudiyetini aynı yerde sürdürmek zorunda olanlar, mevcudiyetini gezegensel kaygılarla sabit tutanlar ve gezegenin mevcudiyeti için insan mevcudiyetini reddedenler (Gönüllü İnsan Yok Oluş Hareketi /Voluntary Human Extinction Movement)... Mevcudiyetini sürdüremeyenler (hayaletler) ve namevcut hayalet organları olanlar. Mevcudiyetini gezegenin dışında, uzay boşluğunda sürdürenler. Ve gezegenin içinde, kendi uzay boşluğunda mevcut olabilenler... Sonuncusu benim atlaya zıplaya temsil ettiğim Karl Heinz Pantke. Kürsüdeki kartlara dizili metinsel direktifleri izleyerek, Bay Pantke’nin içindeki büyük patlamayı ve kara delikleri aktarmayı denedim. Şiirsel/bilimsel bir dil ve dipdiri, nüktedan bir koreografiyle geçip gitti içimden...


Bedenimizde, ilişkilerimizde ve gezegende nasıl yer kapladığımıza bakan Rimini Protokoll, beyinleri ve şehirleri birbirine bağlarken yüksek bir aklın düşük teknolojisini —ve düşük karbon izini— kullanıyor. Mevcudiyetin tek bir biçimine saplanıp kalanlara parıltılı, uzak marjinleri işaret ediyor. İnsan deneyimi üzerine önerdiği geniş, havadar, karmaşık kavrayışın yanında, antik çağlardan bu yana bir temsil sanatı olarak bilinen tiyatroya, bir hakikat sanatı olarak bakıyor. Rimini Protokoll’ün kurucularından Stefan Kaegi, “Bazen gerçeklik o kadar sahnelenmiştir ki, tiyatro yoluyla onun üzerinde düşünmenin en iyi yolu, sadece etrafında bir çerçeve oluşturmaktır,”¹ diyor ve bunu Duchamp'ın pisuvar etrafında müzeye ihtiyaç duymasına benzetiyor.


Rimini Protokoll, Namevcut Konferans, Sebastian Hoppe


Belgesel tiyatronun şeceresini antikiteye kadar dayandırmak mümkün; fakat ilk örneklerin hayli didaktik olduğunu vurgulamak gerekir. 20. yüzyılın başına gelirsek, okuryazarlığı düşük bir halk için canlı gazete işlevi gören Blue Blouse’dan söz edebiliriz. Rus Devrimi'nin ardından, SSCB'nin Ajitasyon ve Propaganda Departmanı tarafından işe alınan bu tiyatro grupları, güncel olayları şarkıyla, dansla ve muhtemelen benim yaptığım gibi, “atlayıp zıplama” yoluyla canlandırmışlar. 1925 tarihli bir oyunları için, küçük bir köyün sakinleriyle yaptıkları bir dizi röportajı birebir kullanarak yapmacıksız bir yaşam portresi çıkarmayı denemişler.

Rimini Protokoll, %100 City projesinden: 100% Berlin reloaded © Dorothea Tuch


Rimini Protokoll ise ham gerçeklikle, eş zamanlı olarak çalışıyor. Blue Blouse gibi, seçilmiş bir bölgedeki yaşamı portrelemeye girişmiş bir projesi var: %100 City. Bir kentin sahnede vücutlanmış hali ya da canlı verisi... Ekibin tabiriyle, “istatistiksel bir zincirleme tepkime.” Yaş, adres, cinsiyet, siyasi eğilim, tercih edilen yerel pub ve ulaşım araçları gibi parametrelere göre önceden seçilen yüz kent sakini, yüz metrekarelik bir sahnede yüz canlı veri olarak arzı-endam ediyor. Onları hareket ettiren, cevapları “evet” ya da “hayır” olan bazı can alıcı sorular. Soruların değişim debisiyle A ve B noktaları arasında salınan değişken populasyonlar, kenti sahne üzerinde, canlı bir organizma olarak var ediyor. Bazı sorularda sahne kararıyor ve mahrem veri akışı el fenerleriyle sürüyor. Kente bir karakter ve bir anlatı dayatmak yerine, onun bir simülasyonunu, tüm nüansları ve çalkantılarıyla keşfe açıyor. Kaskatı bir temsil yerine, kıpırdak bir etkileşim alanı, dalgalanan bir gerçeklik... Belki buna “oyun tiyatrosu” (play theatre) demeliyiz diyor Kaegi, “başkaları için bir oyun değil, birbirimizle bir oyun.”²


Fotoğraf: Canberk Ulusan ©Beykoz Kundura


“Birbirimiz” dediği topluluk, muhtemelen hayal ettiğinizden biraz daha geniş. Hayvanları, robotları ve yapay zekâyı da kapsıyor. Uzunca zamandır “yiyecek, malzeme ya da düşman” olarak baktığımız hayvanlar arasından, sıklıkla dünya dışı görülen bir tanesiyle iletişim kurmaya teşvik eden bir “oyun”ları var. Hayvanlarla yeni ilişkiler kurmamızın zamanı geldiğini düşünen Kaegi, Temple du présent (Anın Tapınağı) ile cazip bir aperatif ya da faydalı bir deney malzemesi olmak üzere balık pazarında sergilenen bir ahtapotun, masallarda canavar olarak temsil edilen sekiz kollu ve üç kalpli bedenini, tüm duyumsama zenginliği ve merakıyla, iletişim kurma becerilerimizin esrarengiz sahasına bırakıyor. Bu sıra dışı etkileşimin ardından, ahtapot doğal yaşam alanına geri dönüyor.


Rimini Protokoll, Tekinsiz Vadi, 2019, Fotoğraf: Gabriela Neeb


Yunan mitolojisinde korsanları istilacılardan koruyan bronz deve Talos’tan, El Cezeri’nin hayvan kinestetiğini taklit eden şatafatlı otomatlarına, Endüstri Devrimi’nin insan eline ait görevleri devralan makinelerinden Çekçe “zorla çalıştırma” anlamına gelen robota kelimesinden türeyen modern robotlara; robot popülasyonu genellikle iş makinesi olarak düşünülmüş, Rimini Protokoll’ün de belirttiği üzere, duygusal komplikasyonları önlemek amacıyla insandan hayli farklı görünümde tasarlanmıştır. On yıllardır robotlara insan olduğumuzu kanıtlamamız gereken bir ekosistem içindeyiz. Ağaç dikimi, cerrahi müdahale, uzayda ekipman onarma ve yaşlı bakımı gibi pek çok insani ve insanüstü faaliyeti yerine getirebiliyorlar. Özellikle Asya’da, insan duygularını tespit edip uygun şekilde yanıt verebilen, insan görünümlü robotlar var. Japon robotik araştırmacıları, insan ile robot arasındaki sınırı bulanıklaştıran ürpertici yakınsamayı Tekinsiz Vadi olarak nitelendiriyor ki bu, Rimini Protokoll’ün Kundura Sahne tarafından 2021’de çevrimiçi bir özel gösterim olarak seyirciyle buluşturduğu oyunun da adı. Oyuncusu ise oyunun da yazarlarından biri olan Thomas Melle’in animatronik kopyası. Sahnede kafasının arka yarısı açık halde belirip, Melle’in yaşadığı duygusal çalkantıları, onun yerini alarak ifade ederek “Kopya kontrolü ele alınca orijinal için ne anlama gelir? Elektronik ikizinden dolayı orijinal kendisini daha iyi tanıyabilir mi? Kopya ile orijinali birbirleriyle yarışır mı yoksa birbirlerine yardım ederler mi?”³ gibi soruları tetikliyor . İlginçtir, Çek robota kelimesi, Rossum'un Evrensel Robotları (1920) adlı tiyatro metnine dayanıyor.


Rimini Protokoll, The Walks, Fotoğraf: Canberk Ulusan ©Beykoz Kundura


Rimini Protokoll, 21. yüzyılın ilk yıllarından bu yana sıra dışı yerler, zamanlar, kişiler ve etkileşim düzenekleriyle onlarca prodüksiyon üretti. Situation Rooms insansız hava aracı pilotları, mülteciler ve silah üreticileri gibi savaşı birinci elden tecrübe etmiş kişiler, Nachlass ise farklı nedenlerle hayata veda etmek üzere olan sekiz kişi hakkında. Cargo X hareket halindeki bir tırın içinde, Call Cutta in a Box içinde telefon çalan küçük bir odada, Staat 1-4 çeşitli Avrupa şehirlerinin parlamento binalarında, Home Visit Europe çeşitli Avrupalı yabancıların evlerinde ve Annual Shareholders Meeting Daimler AG'nin yıllık hissedarlar toplantısında geçiyor. Remote X ise (Remote İstanbul olarak bu yıl gerçekleşti) kulaklıklı bir gruba GPS navigasyonunun yapay zekâ sesiyle sıra dışı bir etkileşim sunuyor. Rimini Protokoll’ün bir de mobil uygulama olarak geliştirdikleri bir projeleri var: The Walks. Tanıdığım en mütevazı dahi olan Stefan Kaegi, 1 Nisan günü Beykoz Kundura’da şanslı bir topluluğa verdiği atölyede bu uygulamayı da anlattı. Hatta bizden ikili gruplar oluşturup, uygulamanın “yürüyüş” turlarından parklar için tasarlanmış olanı tercih ederek rehberli hareketimize başlamamızı rica etti. Koreografisi, ritmi, müziği ve dramaturjisiyle yürüyüşü de bir tiyatro sahnesi olarak ele alan bu tecrübe, ilişkilerdeki mikro politikanın altını çiziyor. Üstelik bunu önemli dünya liderleri arasındaki yürüyüşlere referansla yapıyor. 1986 yılında silahsızlanma konusunu görüşmek üzere Reykjavik'te bir parkta yürüyen Ronald Reagan ve Mikhail Gorbaçov gibi. Rimini Protokoll, icracı-seyirci diyalektiğini tüm işlerinde mutlaka gıdıklayarak sahneyi sayısız çarpışma ve uzlaşmaların yaşandığı politik bir arenaya çeviriyor. Ya da halihazırdaki bir politik arenayı sahneye çeviriyor. İkisi de mümkün.


 

¹: https://www.unlimitedrag.com/post/on-soruluk-sohbetler-stefan-kaegi

²: https://www.unlimitedrag.com/post/namevcut-konferans

³: https://kultur.beykozkundura.com/tekinsiz-vadi/


Comments


bottom of page