top of page

Müze kataloğu olarak biyografi


Savaşlardan kârlı çıkan neredeyse tek kurum müzedir ve bu yüzden savaşı sürekli görkemli silahlar ve parçalanmış kafatasları ile kutsar. Müze için geçmiş, dönüp eleştirilebilecek bir şey değildir, yaşanan bir yenilgiyi düşmanın zulmü olarak nitelerken, kazanılan her zaferi de tüm insanlığın ortak değeri olarak yüceltir. Ayfer Karabıyık’ın üretiminde, Rafa kaldırılmış bir tezin sanat eseri olarak sunumu ile başlayan müze eleştirisi aynı zamanda yeniden bir müze kurma deneyimine dönüşür. Mahsum Çiçek, Karabıyık’ın kişisel ve gündelik olandan yola çıkan pratiğini değerlendirdi

Süs, 2017

İkonlaşan mekânlar, insanların yaşadığı trajedilerden arta kalan yıkıntılar ve ‘büyük sanat ustalarının’ ürettiği eserlerin müze kavramı içinde bir araya gelerek, topluma ve tarihe ayna tuttukları yanılgısı; iktidar ve iktidar pratiklerinin, insanları ortak bir payda da buluşturma çabalarıdır. Müzeler ‘toplum belleğini arşivleme’ gibi bir göreve soyunurken genellikle bir yıkımın kalıntıları ya da bir istila sonrası elde edilen ganimetler üzerinden mesaj verme gayreti içine girerler. Geçmişte yaşanan her şey ‘değer’ kavramı içinde insanlara sunulur. Savaşlardan kârlı çıkan neredeyse tek kurum müzedir ve bu yüzden savaşı sürekli görkemli silahlar ve parçalanmış kafatasları ile kutsar. Müze için geçmiş, dönüp eleştirilebilecek bir şey değildir, yaşanan bir yenilgiyi düşmanın zulmü olarak nitelerken, kazanılan her zaferi de tüm insanlığın ortak değeri olarak yüceltir. Müze ‘yıkım’ mevhumunu, yakılan bir hükümet binası, batan bir savaş gemisi, toplu mezarlar üzerine inşa edilen anıtlar üzerinden sürekli karşımıza çıkarılmakta ve neredeyse insanların yaptıkları ile övülecek hale getirmektedir.

Müze kavramı içinde kişisel olana yer yoktur ya da görmezden gelinmektedir; sürekli olarak büyük yığınlara örnek olacak ‘büyük kahramanların’ yaşadığı serencamların peşindedir. Müzeler bu yönüyle iktidara ortaktır ve hatta iktidarı anlamlandırma, kutsallaştırma ve bir ikona dönüştürme temel görevleridir. Sosyal yaşamın sokaktan kopması ve dijital dünyada yaygınlık kazanması ile müzeler de blog’lar, web sayfaları ve sosyal medya hesapları üzerinden dijital ortama geçmektedir. Pek çok müze ellerindeki arşivleri dijital ortama aktararak aynı kurgular üzerinden insanları manipüle etmeye devam etmekte ve yine örnek olarak sunulan ‘şanslı hayatlardan’ kesitler sunmaktadır.

Gerçekten Gerçek, 2017

Katalog olarak biyografi

Ayfer Karabıyık’ın ‘rafa kaldırılmış bir tezin sanat eseri olarak sunumu’ ile başlayan müze eleştirisi aynı zamanda yeniden bir müze kurma deneyimine dönüşür. Standart müze kurulumu, toplama, sınıflandırarak ayırma, tanımlama, bir araya getirerek anlamlandırma mekanizmasını parçalayıp; bölme, dağıtma ve sıradanlaştırma basamaklarını izler. ‘Koleksiyon seviciliği’ olarak nitelediği, müzenin ‘maddi ve manevi’ eser birikimine karşılık, Karabıyık, biriktirdiği faturaları sistematik olarak sıralayarak ve cam kutularda muhafaza ederek müze kurulumunu bozuma uğratarak kendi değer anlayışını sunar. Sıradan, herhangi bir özelliği olmayan bir taşı bir müze envanteri olarak isimlendirip sergiler.

Bir Çift İçecek 2017

Aklın kurumsallaşması, insanların kendilerini kuşatan bürokrasiyi içselleştirmek zorunda kalmaları ve bireylerin birer kurumsal mekanizma gibi işlediği göz önüne alındığında iktidar pratiklerinin kişi üzerindeki etkisi daha net görülebilir. Karabıyık, toptancı algılara karşı, kişisel olan üzerinden bir müze oluşturma projesi aynı zamanda müze ve onun temsil ettiği iktidara da karşı bir oluşumdur. Yaşadıkları hemen hemen herkesin yaşadıkları ile aynı şeylerdir ama yaşadıklarını daha büyük bir anlatı için görmezden gelmez, aksine onları onca büyük anlatım faşistliği içinde nasıl koruduğunu aktarmaya çalışır.

Karabıyık, kişisel olandan hareketle ürettiği işlerde kişisel olanın aynı zamanda sanatsal olduğu ve büyük anlatılara girmeden de üretim yapılabildiğini göstermektedir. Artpersonality olarak tanımlanabilecek bu tutum, sanatın toplumsal problematiklerin tahakkümünden çıkıp, kişisel olanın öznesi haline gelmesidir. Kişi, kendini sonsuz şekilde her şeyde görebilir ya da ele aldığı her şey, onun bir parçası haline gelebilir. Yaşanılan her şeyin, kişisel olana dönüşmesi, zorunlu olarak sanatı da kişiselleştirecektir.

Bu deneme, sanatsal üretimler üzerinden bir biyografi yazmanın ilk adımı olarak düşünülmüştür. Katalogda yer alan işler ikonlaşmayan, tarihin akışını değiştirmeyen, kitlesel bir mesaj vermeyen ya da hayatı darmadağın etmeyen eylemlerin bir sunumudur. Yenilen bir yemekten arta kalan kırıntılar, sokakta görüş alanına giren herhangi bir şey bir müzede saklanacak, korunacak ve gelecek nesillere miras bırakılacak bir esere dönüşür. Katalogda, işler belirli bir sınıflama yapılmadan, genel olarak, sokak, ev ve kalp başlıkları altında toplanmıştır.

Hemen Şuradaki Orman, 2015

Sokak

Şehir, imkanları sınırlı insanlar tarafından kusurlu ya da çarpık olarak inşa edilmiştir. Bu ideal yokluğu ya da şehrin olamama ama sürekli oluş hali, sokağı kurgusal bir dekora dönüştürür. Gidilecek her yol, yaşanacak bir durumu ve gidilemeyen yollar da sonsuz yaşam pratikleri sunmaktadır. Bu pratikler birbirini belki de asla tanımayacak insanlara dairdir, çoğu birbirinin yanından bile geçemeyecek ve bir boyutsuzlukta kaybolacaktır. Geriye neredeyse çöp olarak nitelenebilecek kırıntılar kalmaktadır.

Olağan olan her şey, sanatsal bir durumken, sanat çoğu zaman daha az olağan olanı görünür kılmaya çalışır. Sanatçının, daha az olağan olanı sanat için ölçüt alması, onu sürekli bir çabaya bağımlı kılmaktadır. Karabıyık, sanat olarak sunulan öznelci pratikleri, aşırı yorucu bulur ve hayat ile paralellik gösteren, sanatın kendiliğinden oluşumuna kendini kaptırır. Neredeyse hiçbir çaba harcamadan ürettiği işler, sanatın kurumlaşmasına karşı gösterdiği eleştirel tutumdur aynı zamanda.

Süs, 2017

Günlük hayatın sıradan gidişatından üretilen işler, standartlaşan sanat pratiklerine bir alternatif niteliğindedir. Sanatın zanaatla buluştuğu yerde Karabıyık, hayatla birleştirir ve bir angaryaya dönüşen tekrarı kırarak bir eylemliliğe dönüştürür. İşlerindeki bu aşırı gerçekçi tutum, tükenme histerisi ya da apokaliptik bir sonu kutsallaştırıcı çabaların yersizliğine de atıfta bulunur. Sanatı, geleceğe dair bir ön alıştırma ya da yaşanacakların bir ön belirlenimi olarak gören fütüristlere bir tokat mahiyetindedir. Hiçbir şey hiçbir şeyi belirleyemediğine göre sanat da bir belirleyici olarak görülemez.

Kaşık vb., 2016

Ev

Karabıyık için içinde bulunduğu anın, kitlesel olarak yaşanan büyük andan hiçbir farkı yoktur. O, bir sanat pratiğine dönüşen anlar üzerinden gelecekte yaşanacak olanın şimdiden yaşandığını gösterir. Geleceğin kişisel bir göstergeye dönüşmesi, tıpkı ‘kişi’ gibi bir mucize olmadan değişememesi ve bir mucize de olmayacağına göre devamlılığı zorunlu kılar. Geleceğin, nasıl bir yıkımın ürünü olacağı onun sorunu değildir ve zaten bir tekerrürden ibaret yaşanacak olan yıkımların sonrasında yaşanacak olanı şimdide yaşamanın rahatlığını duymaktadır. Onun için yaşamsal olan bir şeyden bahsedilemez, var olmak ve yok olmak aynı ifade de buluşmaktadır.

Ev, nasıl onun günlük yaşamının bir parçası ise aynı zamanda sanatsal üretimlerinin de merkezidir. Evin bir bölümünü atölyeye çevirip kendini kısıtlayacağına tüm evi sanat nesnesine dönüştürür. Sanatçının evde günlük hayatı içinde kullandığı gereçlerden yola çıkarak ürettiği işler, sıradan nesnelerin nasıl insan yaşantısının bir parçasına dönüştüğüne ve onun içsel dünyasını da şekillendirdiğine dair deneyimleridir. Ev ile girdiği bu ilişki, sergileyebileceği eylemleri de belirler. Her gün düzenli olarak gördüğü nesneler, kısıtlı bir değişimle onunla beraber yaşamakta ve tıpkı onun gibi hissetmektedir.

Domestik olanın içsel hayatın yansımasına dönüşmesi, sanatçıyı kendi duygularını ifade ederken farklı medyumlar kullanmaya sevk etmiştir. Georg Trakl’ın acılarla ve özlemle şekillendirdiği şiirinde geçen “akşamları kalbim” dizesi sonsuz huzursuzluğu simgelerken, Karabıyık’ın “ah kalbim” dizesi makarnadan harfleri yan yana dizerek bir vegan menüyü süsler. ‘Duygu’ kavramı ile nitelenemeyecek bu tutum kendine farklı bir tanımlama peşindedir. İzleyici, sanatçının bu vegan çorba içerisinde bir gergedan bacağı görüp görmediğini bilemez.

Jilet, 2016

Karabıyık, neredeyse yeryüzünde yaşayan son insan gibi yaşamaktadır, bu yüzden farklı bir insana karşı hissedilebilecek tüm duygular onda hükümsüzdür. Yaşadığı her şeyi ev ile kurduğu ilişkiye indirmesi, eve dair her şeye duygusal bir karakter kazandırmaktadır. Kullanılan her nesne onun duygulanımı hakkında bilgi vermektedir. Bir yerlinin hayatını simgeleyen ulu bir ağaç ya da vahşi bir hayvan karşısında duyduğu korku, günümüz dünyasında ‘porselen bir kaşıkta’ karşılığını bulmakta ve neredeyse onunla yaşayan kişiye ölümsüzlük algısını aşılamaktadır. Kırılan bir ev eşyası en kötü kalp ağrısından daha çok acı vermektedir ama yenisi ile değiştirilme olanağı da vardır. Yenisi ve daha iyisi ile değişeceği yargısı kişi tarafından tanrısal bir tavsiye gibi algılanılmaktadır.

Hiç farkında olmadan gün içinde düzenli olarak aynı imgelerle karşılarız ve doğal olarak imgeler üzerinden aynı şeyleri düşünür ve hissederiz. Kişinin zihni entelektüel bir uğraş ile angaje değilse, karşılaştığı her şeyle ortak bir yaşamışlığı vardır. Nesneler, ortak yaşanmışlıkları ifade ederken, yaşanacak olanın sınırını belirlemektedir. Nesneye yönelik tüm tanımlamalar neredeyse evrenseldir. Bu nesneler, neredeyse hiç sorun yaşamadan hayatını sürdürmekte olan büyük bir yığını temsil eder. Tıpkı diğer nesneler gibi kullanım ömrü sona eren ve değiştirilmesi bile gerekmeyen birer eşya niteliğindedir.

Her insanın, nesnenin kullanımına dair bir ölçütünün olması onun hayata karşı bakışını da belirler. Nesnenin bir gereksinim olmaktan çıktığı ve artık kişinin karakterinin bir parçasına dönüştüğü gerçekliği yeni bir sınıflama ölçütünü de beraberinde getirir. Zihin bu noktada müthiş yaratıcıdır ve kullanılan her şeye dair ‘fikre’ sahiptir.

Kablo, 2017

Kalp

Hiçbir ayrılık mermerden bir kalbi incitemez. Her şey nesnenin mükemmelliğine ulaşmıştır ve onu incitecek (ya da incineceği) bir şey kalmamıştır. Sevgisini insanca olandan koparıp etrafında olana; bütün nesneler üzerine yansıtmıştır. Yaşadığı bu karşılıksız sevgi hali mutlu olması için yeterlidir. Duygulanımın farklı bir karaktere büründüğü ve yaşanan olanın tamamıyla tekilleşmesi her şeye yeniden bir öznellik katar. Duygulanımın, karşılıklı bir etkileşimden bağımsızlaşması ve bireysel bir pratiğe dönüşmesi toplumsal etkileşimi hükümsüz kılar.

Karabıyık için kalp, çikolata soslu bir dondurma ya da içinde nane bulunan kalp biçiminde simgeselleştirilmiş bir kâsede karşılık bulur. Aşkın sonsuz varyasyonları olarak nitelenebilecek bu simgeler asosyal yaşama göndermeler yapar. İnsanın toplumsal bir varlık olmaktan çıkıp, yalnızlığın bir oyuna dönüştüğü ve asla başka bir insanın duyguları ile kesişmeyen bu anlar, insana çokluk olma imkanı sunar. Çünkü Ayfer Karabıyık, ne zaman bir araç, ne zaman bir makine parçası, ne zaman bir bitki ve ya bir hayvan olduğunu kestiremez. Kimliklere aşırı vurgu yapılmasına karşı bir tavır olarak, kimliksiz olma ya da tanımlanmış her hangi bir kimliği sahiplenmeyi tercih etmeden, güvenlikli ses, güvenlikli görüntü ve güven verici imajın ne olduğunu kestiremediğinden bahsedilebilir.

Magical Objects, 2017

Gündelik olanla girilen bu aşırı temas hali, canlı - cansız, organik - inorganik, insan olan - insan olmayanla kurulan bu sözsüz diyalogun yol açtığı realite içinde bir yol izlemenin olanakları üzerine aksiyon biçimleri geliştirir. Yukarıda bahsedilen geleceğin bugün bir anda görünür olması bu temas halinde olmakla ilişkilidir. Nesnenin sınırı onun yüzeyinde midir? Nesnenin diğer nesneler ve varlıklarla ilişkilerinin önemi nedir? Nesnelerin metaforik olarak kullanılıyor olmasıyla birlikte bütün bu gösterme hali eksik kalır. Aslında olan, tek başına nesneler tarafından değil süreçler, olaylar ve etkileşimler tarafından saptanır.

Karabıyık için önemli olan, “Bilinenle temas halinde olmak, bilinmeyene yönelik neleri ortaya çıkartabilir?” sorusudur. Bunu merak ederken de nesneyi ve onun bir maddi varlık olarak var olma durumunu gözümüzde büyütmeden ve tüketmeden ne ölçüde becerebileceğimize odaklanır. Aşırı kavramsallaştırmalarla ve aşırı içeriklerle yoğunlaştırılan duygulanımlar, sahtekarlıklar, sıçramalar yaratma olanağı taşıyan çelişkili malzemeler ve bilişsel yönelimlerinin sahası olarak nesneye karşı merak, şüphe ile yaklaşmayı tercih eder.

Magical Objects, 2017

bottom of page