top of page

Muktedirin şarkısı


Restorasyon çalışmasının ardından dijital bir müze ve sanat galerisi olarak hizmet vermeye başlayan Bursa Zindankapı yerleşkesi, Derya Yücel küratörlüğündeki Zamansızlık Şarkısı başlıklı karma sergiyle kapılarını açtı. Sergiyi mekânla kurduğu ilişki üzerinden değerlendirdik


Yazı: Hüseyin Gökçe


Nezaket Ekici, But All the Glitters is not Gold, 2014, video performans


Bitinya Krallığı tarafından inşa edilen ve 2 bin beş yüz yıllık uzun bir geçmişe sahip olan Bursa Zindankapı yerleşkesi, kalesi, burçları ve yedi metrelik altı bölümden oluşan zindanlarıyla bütünlüklü bir yapı oluşturuyor. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kenti çevreleyen ve koruyan bir yapı olarak kullanılan yerleşke bünyesindeki zindanlar ise 19. yüzyıla kadar hapishane olarak kullanımını sürdürmüş. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan restorasyon çalışmasının tamamlanmasının ardından, geçtiğimiz ay açılışı gerçekleştirilen yapı, interaktif dijital bir müze ve sanat galerisi olarak hizmet vermeye başladı.


Zindankapı özelindeki son işlevlendirmenin de örneklediği üzere, son yıllarda gittikçe artan bir şekilde tarihi yapıların ya restore edilerek ya da oldukları haliyle kültürel etkinliklere verildiğine tanık oluyoruz. Bu durum giderek kalıcı bir hal almaya da başladı. Halbuki tarihi ve kültürel özelliği olan bir yeri illa bu amaçlarla kullanmak zorunda değiliz. Orası öylece boş bırakılabilir. Hiçbir amaca yönelik olarak kullanılmayabilir. Bu haliyle de gidip görülebilir. Üstelik bunun daha kültürel bir etkinlik sağlamayacağını kim iddia edebilir ki... Ancak günümüze geldiğimizde, mevcut iktidarın gelenekle olan bağının yanı sıra piyasanın dinamikleri, sermayenin kültürle ve sanatın da sermayeyle olan ilişkisi düşünüldüğünde bu durum imkânsız gibi görünüyor. Yine de ısrarla vurgulamak istiyorum bazı yapılar kendi mesajını olabildiğince veriyor. Aynı Zindankapı örneğinde olduğu gibi. Zira insanlık -arada özgürleşme adına kimi bir araya gelmeleri saymazsak- bir özgürleşmenin değil, iktidarların ve buna bağlı kapatılmanın tarihi şeklinde ilerleyen bir süreç olarak yoluna devam ediyor. İnsanlık tarihinin ne olduğu ise, "işkence odası"ya da "kanlı kuyu"da net bir şekilde görülebilir. Başka bir kanıta gerek var mı?


Osman Dinç, Doluya Koyuyorum Almıyor. Boşa Koyuyorum Olmuyor. 2016, Çelik, 37x200x80 cm


Öte yandan nitelikli her şeyin bu derece kültürle dolmasının, bir süre sonra hayat denilen şeyi ortadan kaldırabilecek bir düzeni oluşturabileceğini de söyleyebiliriz. Hatta hayatın her anlamıyla sermaye ve kültür tarafından kuşatılmış durumda olduğunu da… Bu nedenle boşluklara ihtiyacımız var. Hayatın her alanında olduğu gibi…


Zindankapı’nın açılışıyla birlikte Derya Yücel küratörlüğünde; Nezaket Ekici, Cengiz Tekin, Yaşam Şaşmazer, Şefik Özcan, Gülçin Aksoy, Işıl Çelik, Çağrı Saray, Osman Dinç ve Vahit Tuna'nın eserlerinden oluşan Zamansızlık Şarkısı adlı sergi de izleyiciye sunuldu. Derya Yücel sergi için kaleme aldığı metinde, "Geçmişin hafızasını taşıyan, bu hafızadan şimdiye dair bir anlam yaratan ve bu anlamı sanat aracılığıyla geleceğe aktarmaya başlayan Bursa Zindankapı, 'zamansızlık' kavramına bir çerçeve sunuyor." diyerek serginin kavramsal içeriği hakkında bilgi veriyor. Sergi, günümüz sanatçıları tarafından zamanın nasıl algılandığı ve bunu üretim pratiği üzerinde nasıl ifade ettikleri üzerinde şekillenirken, bir mekân olan zindanla da bağ kuruluyor. İçerisi ve dışarısı, tutsaklık ve özgürlük, muktedir ve kapatılma kavramları üzerinden ilerliyor ve kapatılmanın psikolojik, fiziksel ve ruhsal yansımaları aktarılıyor.


Cengiz Tekin, Alçak Basınç, 2017, Video, 5' 19"


Serginin ismini ilk duyduğumda lirik bir anlam çağrıştırdığını söyleyebilirim. Sanki bir an için ne geçmişte, ne de şimdide olduğumuzu hissettiğimiz, öyle bir aralıkta konumlanırsak, hiç fark etmediğimiz, şimdiye kadar bir yankı bulamamış seslerin armonisinin gelip bizi bulacağı hissine kapılabiliyoruz. Ama her şey zamanın kollarına atılır. Sürekli belirlenimler, etki ve etkilenmeler vardır. “Oluş” farktır. Geçmişi içinde taşıyıp şimdiye akan ve edimselleşendir. Dünyayı askıya almak da zor olabilir. Bu, biraz da dışarıda olmakla alakalı bir şeydir aynı zamanda.


Bir mekân olarak zindan da, “mekânsal zamanın” özelliklerini taşır. Çünkü her şey özdeşlikler halindedir. Değişime ve yeniliğe dair bir şey yoktur. İçerisi tamamen bunların dışında kurgulanarak işleyen bir yapıdadır. Günler birbirinin içine geçer. Zamanı kavramakta zorlanılır. Yine de döngüsel zamanın en büyük göstergeleri olan mevsimler ve geçişler zamanın ne yönde değiştiğine dair bir izlenim bırakabilir. Bu esnada; endişeler, korkular ve işkencelerle geçen bir süreç tüm gerçekliğiyle yaşanır. Bir taraftan içerdekiler ıslah edilirken, dışardakiler de bu yapının oluşturduğu imgeden hareketle yaşamlarını düzenlerler.

 

"Bir mekân olarak zindan kendi başına mesajı olabildiğince verebiliyorken, oradan bir 'zamansızlık şarkısı' değil, duyulsa duyulsa 'muktedirin şarkısı' duyulabilir. Kan kuyusunda kanı akıtılan, işkence gören ve çığlıkları karşılıksız kalan insanların bu acıları zamansız değil, duyabilene şimdi ve burada yankılanıyordur. Burada hafıza muktedirlerindir. Duvarlarda, burçlarda, soğuk demirlerde, yer altındaki tek hücreli bölmelerde olabildiğince muktedirin izi vardır."

 

Nezaket Ekici'nin kendi boyundan oldukça küçük bir altın kafesin içinde yer aldığı performans videosunda kapatılmanın ve tutsak olmanın zorluğuna tanık oluyoruz. Bu çalışma kendi kafeslerimizde debelenip durmaktan başka bir şeyin elimizden gelmediğinin çaresizliği olarak da okunabilir. Bu kafesi açabilecek anahtarın zorlu bir mücadeleyle edinebileceği, zira kafesten kurtulmanın o kadar da kolay olmadığını izliyoruz. Yine de performansın bütün bu kıstırılmışlıktan, daha dirençli bir karşı koymayla kurtulabileceğimize dair bir mesaj taşıdığını da ekleyelim.


Gülçin Aksoy, İsimsiz. 2000, Müdahale edilmiş hazır nesne


Diğer yandan Gülçin Aksoy'un duvar saatinden yaptığı işte yelkovan ve akrep her zamanki işleyişinde hareket ederken saati imleyen sayılar yerine “geç kaldın” yazısı modern zamanlarda gündeliğe dair bir okuma sunuyor. Hızlı bir akışa sahip olağan hayatta, bütün çabalara rağmen, hiçbir şeye yetişememenin ironisi olarak göz kırpıyor bu çalışma. Üretim ve gündelik hayatın işleyişinde ve kurgulanmasında çizgisel zamanın büyük bir payı varken, bu anlayışın zorunluluk ve dayatmayla beraber şiddet içerdiği de bir gerçek.


Şefik Özcan, Aynan Olacağım, 2015, Yerleştirme


Şefik Özcan ise, Romalı veya Osmanlı bir askerin zırhını çağırırcasına bir işle yer alıyor. Binlerce madeni Türk lirası bu zırhın üzerinde o askeri mükâfatlandırırcasına duruyor. Devlet geleneğine ve militarizmin sürekliliğine dair bir yorum yapılabilir. Bu eserin zindana girişte sergileniyor olmasının da yerinde bir tercih olduğu söylenebilir.

Evrimsel bir süreç, yani insanlığın ayağa kalkması üzerinden bir anlatı kuran Işıl Çelik de ayak izleriyle insanlık tarihine gönderme yaptığı bir çalışmayla sergide yer alıyor. Üst üste binmiş, kimi oldukça belirgin kimisi de bir iz olma özelliğini yitiren ayak izleri bu ilişkiselliğiyle iktidar pratiğine dair bir şeyler söylüyor. İçerisi ve dışarı arasında bir farkın olmadığını her yerde bir kapatılmanın tezahür ettiği ise Cengiz Tekin'in video çalışmasında belirgin hale geliyor. Meliha Sözeri'nin tellerden yaptığı piyanoda dokunulan tuşlardan çıkan sesler mekânın kendine ait düzenini bozarken, belli bir tınısı ve armonisi olan bir ses yankılanmıyor. Benzer şekilde zaman da böyle bir düzen oluşturmaz.


Meliha Sözeri, Gürültü, 2016, Paslanmaz çelik, delikli tel, ses, sensör, 150x180x190 cm


Yönetmen Wim Wenders, 1987 yapımı Der Himmel Über Berlin (Berlin Üzerindeki Gökyüzü) filmiyle melekler üzerinden Almanya'ya, insanlara ve gündeliğe dair bir bakış atar. Siyah - beyaz ve renkli geçişlerin olduğu film şiirsel bir tonda ilerler. Meleklerin insan olmaya özendikleri ve bu yönde istekleri de bu arada belirir. Çağrı Saray’ın da bu filmden hareketle yola çıkarak, insanlık hallerinden kurtulup herhangi bir gökyüzü altında bir melek gibi hareket etmeyi arzulayan bir işe imza attığı söylenebilir. Ama bedeni saran o zırhtan kurtulmak kaydıyla.


Çağrı Saray, Damiel'in Kanatları, 2017, Tuval üzerine mürekkep, 180x240 cm (Her biri)

Çağrı Saray, Zırh, 2018, Demir, 75x55x30 cm


Bütün bu seçki günümüze, bedene, iktidara, zamansızlığa ve mekânsızlığa dair bir şey söyleyebilir. Bir şarkı da oluşturabilir. İktidarın ve onun tahakküm pratiklerinden biri olan kapatılmanın etkileri üzerine hatta zindan gibi bir kurgu ve gerçeklikle insanların hayatlarına korkunç bir şekilde etki ettiği ifade edilebilir. Bunun için sadece içerisinin gerekmediği, dışarıda da farklı yöntemlerle zamana ve mekâna müdahale ettiğine dair bir fikre ulaşılabilir.


Çağdaş sanatta bir sergi oluşturulurken önemsenen konulardan biri serginin mekânla olan diyaloğu, etkileşimi ve eserlerle birbirini beslemesi olarak özetlenebilir. Ama bu gibi yerlerde sergi kurgulanırken her şeyi düşünmek gerekir. Bazen yapı, işlerin ve metnin önüne ve hatta çok önüne geçebilir. Bu sergide de mekânın çok belirleyici olduğu ve hatta işlerin ve yine metnin önüne geçtiği söylenebilir.


Yaşam Şaşmazer, Girdap, 2015, Ahşap, Poliüretan, 159x115x112 cm


Bir mekân olarak zindan kendi başına mesajı olabildiğince verebiliyorken, oradan bir “zamansızlık şarkısı" değil, duyulsa duyulsa “muktedirin şarkısı" duyulabilir. Kan kuyusunda kanı akıtılan, işkence gören ve çığlıkları karşılıksız kalan insanların bu acıları zamansız değil, duyabilene şimdi ve burada yankılanıyordur. Burada hafıza muktedirlerindir. Duvarlarda, burçlarda, soğuk demirlerde, yer altındaki tek hücreli bölmelerde olabildiğince muktedirin izi vardır. Burada bir zamansızlık değil, süreklilik olduğu tarihe bakıldığında anlaşılabilir. Bu gibi mekânlar tarihseldir. Başka ceza yöntemleri denenmediği ve böyle olageldiği için toplumsal, kültürel, siyasal ve hukuksal olarak farklı formlarda yeniden kurgulanmıştır. Asıl vurgunun tam da buralara yapılması gerekirken, bundan kaçınıldığı ileri sürülebilir. Serginin tökezlediği ve kendini tam olarak yansıtmadığı yer burada düğümleniyor. Kimin şarkısının duyulduğu belirsizleşiyor. Muktedirin mi yoksa kapatılanın mı olduğu yönünde bir belirsizlik var. Ayrıca iktidar pratiklerinden biri olan kapatılmadan sıklıkla bahsedilirken, özgürleşme adına vurgunun az olması diğer bir eksiklik. Çağrı Saray'ın melek kanatlarıyla bedeni saran zırhtan kurtulma arzusu ve hatta Nezaket Ekici'nin altın kafesin içinde gerçekleştirdiği performans videosunu özgürleşme çabası olarak görebiliriz. Bireysel mücadeleler ve tekillikler önemlidir. Bir çokluk oluşturmadığı sürece özgürleşmenin imkânları zayıflıyor. Bir başkasıyla verilecek özgürleşme mücadelesini ele alacak bir çalışma sergiye farklı bir yoğunluk katabilirdi.


Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul, Erzurum, Ankara, Konya ve Bursa'yı ele aldığı Beş Şehir kitabında ayrı bir sevgiyle söz eder Bursa'dan. Ovanın yeşiliyle, Yeşil Türbe'nin birbiriyle olan ahengini öve öve bitiremez. Koza Han'da, Yeni Cami'de, Bursa'nın çeşmelerinde ve çınar ağaçlarında zamansızlığın hissedilebileceğini belirtir. Hatta Tanpınar'ın Bursa'da Zaman şiiri de bu anlamda okunabilir. Zindankapı'nın hücreleriyle beraber burçlarından Uludağ'a doğru bakarken yükselen gecekondular ve ovanın yeşilini kıyıp geçen yüksek binalar zamansızlığa değil, şimdi ve buradaya dair birçok şey söylüyor.




bottom of page