top of page

Tepemizdeki Gölge’nin Farklı Suretleri

Yazar N. Can Kantarcı’nın kısa bir süre önce Alfa Yayınları’ndan çıkan tuhaf, mizahi bir gündelik yaşam bilimkurgusu diye tanımlanabilecek ilk romanı Tepemizdeki Gölge, 2020 Kayıp Rıhtım Yılın En'leri anketinde Yılın En İyi İkinci Yerli Bilimkurgu Romanı seçildi. Günümüz Türkiyesi’nde yaşamanın getirdiği sosyal, ekonomik, psikolojik her durumu içinde gerçekçi bir dille barındıran kitapta Kantarcı, tüm bunları kendine özgü, akıcı diliyle ele alıyor



Yazı: Elâ Atakan Burhanoğlu


Solda: N. Can Kantarcı, Tepemizdeki Gölge kitabı kapak görseli

Sağda: Yazar N. Can Kantarcı



"Gölge, Güneş’in varlığını karanlığında gördüğümüz peşimizdeki iz. Gölge, ruhumuzun öteki yansıması, bilinçaltımız, bilinçdışımız, fantezilerimiz, iç dünyamızdaki keşfedilmemiş dipsiz kuyu. Gölge, bizi takip eden, anlam veremediğimiz, başımıza gelen, zamanı uzatan, ağırlaştıran ve üstümüze çöken bizi hayallerimizle aramıza geçen ters giden olaylar topluluğu."



N. Can Kantarcı’nın Alfa Kitap’tan yayımlanan ilk romanı Tepemizdeki Gölge, günümüz Türkiyesi’nde yaşamanın getirdiği sosyal, ekonomik, psikolojik her durumu içinde gerçekçi bir dille barındıran ve tüm bunları kendine özgü, akıcı, mizahi diliyle ele alan bir bilimkurgu romanı. Hayata yansıyan tüm gölgeleri ustaca tek bir potada eritmeyi başaran ve okuyucuyu her gün tekrarladığı iç konuşmalarına, düşlerine dair sorgulatan, şimdide geçen; bu çağın bir romanı.


Kantarcı kitapta, ustalıkla kurgulanmış gerçeklikleri daha ilk sayfadan birbiri ardına örüyor. Kitabın ithafını da, Kantarcı’nın ilk kurgu karakterine, senaryosunu yazdığı, Ramin Matin’in yönettiği Son Çıkış filminin baş kahramanı Tahsin Dantellioğlu’na adamış. Kantarcı’nın hayatına dair birçok otobiyografik öğeler taşıyan roman; onun deyimiyle kendine yabancılaşarak ve kendi taşıdığı kimliklere "neşter vurmaya başlayarak" eleştirel bir bakış açısıyla yazmış. Kantarcı; hayattaki tüm kimliklerini incelemeye aldığında, bağlı olduğu toplumsal durumlar da romanını daha da gerçekçi kılmış.


Tepemizdeki Gölge öyle ustalıkla yazılmış bir kitap ki, birkaç farklı bakış açısıyla okumasını yapabiliriz. Her şeyden önce kitaba eleştirel bir gözle baktığımızda, okumuş, düşünmüş, sanat piyasasına girip çıkabilen toplumun genelinden kendini daha "aydın" gören anlatıcı Mehmet’in kendisinin bile farkında olmadığı ‘eril’ dil ile çarpışıyoruz. Bu konuda, Kantarcı okuru ters köşeye yatırarak gündelik hayatımıza sızmış ve neredeyse kanıksanmış bu erkek egemen dil ile bizi sarsıyor. Kitabın "öteki" ana karakteri; kusursuz, zeki kadın "kahramanı" Sude’nin toplumda kendi yerini, yolunu bulabilmek adına saf ve olağan görünen kurgusal yöntemleri bu dile hak ettiği cevapları, gerek doğrudan diliyle gerek de Mehmet’e hissettirmeden sunduğu anlatısıyla, fazlasıyla veriyor. Tüm bu denge oyunu, Türkiye’de kadın erkek ilişkilerinin inceliklerini ustalıkla ve nadiren karşımıza çıkan bir dürüstlükle ortaya koyuyor.


Tepemizdeki Gölge, bir bilim kurgu romanı olmanın ötesinde, gerçekçiliğiyle evlilik, çocuk, aile gibi girilmesi, anlatılması zor konuları büyük bir incelikle kitabın her yerine kokusunu sindirerek işliyor. Öte yandan, kitabın baş kahramanının yazar olması ve hayatını bu mesleği yaparak geçindirmek istemesi, Türkiye’de kültür sanat ortamı ve bunun içinde ve dışında dönen tüm alana eleştirel bir gözle de baktırıyor. Olası bir diğer okuma da, Türkiye’nin bürokrasisinin, devlet aygıtlarının "ekonomik ilerleme" karşısında ne denli savunmasız ve sorgulamasız kaldığını gözler önüne sermesi yönünde olabilir.


Kitabın bilim kurgusal kısmı, Albert Camus’nün Yabancı romanındaki gibi "kayıtsızlığının" kurbanı olan kahramanın fantastik yolcuğu, kitabın en başından itibaren öyle sağlam taşlarla, gündelik hayatın içine gizlenerek işleniyor ki, hem anlatıcı Mehmet Kunduracı hem de okuyucu hikâyeden asla kopmadan, neredeyse kurgulanmış teknolojinin gerçekten de varlığına inanacak bir halde, kitapla beraber sona doğru hızlı bir şekilde sürükleniyor.


Son olarak da, ilgisi olan okuyucular için, Kantarcı’nın Kunduracı üzerinden anlattığı öykünün terapist koltuğunda açığa çıkması ve çözümlenmesi, ana kavramları ‘gölge ve suret’le psikanalizin terminolojisine değiyor olması, kitabın bir başka alt okumasına da açık kapı bırakıyor.


bottom of page