top of page

Manzaranın belleği

Erman Özbaşaran’ın, Galeri Bosfor’da gerçekleşen Muvazene isimli dördüncü kişisel sergisi, rengin ve yüzeyin sunduğu teknik imkânlar eşliğinde, dengeli ve büyük ölçekli kompozisyonlar sunuyor. İşlerdeki çizgisel müdahalelerle yaratılan zaman ve hafıza mekânları bir anlamda güncel olana ve kişisel anılara da karşılık veriyor. Bu bağlamda, Özbaşaran ile üretim sürecini ve yaşadığımız yıkıcı afeti -sanatçının işlerini merkeze alarak- konuştuk


Röportaj: Işıl Aydemir


Erman Özbaşaran, Fotoğraf: Berk Kır


İşlerinizde, bir manzaraya bakışımızla kodladığımız zaman ve mekân algısı, hafızamızdaki ve hatıralamızdaki manzaranın değişkenliğiyle ele alınıyor. Serginizi, yaşadığımız toplumsal felaket ve kaotik yıkımlar üzerinden nasıl değerlendirebiliriz? Ele aldığınız kavramlar, bu yıkımlar üzerinden de okumalar sunabilir mi?


Benim hafızamdaki manzara, doğum yerim olan ve üniversiteye kadar yaşadığım Çorlu. Çorlu, 90’lı yıllarda sanayileşen bir şehir. Şehir, fabrikalar kurulmaya başladıkça dışardan göç aldı ve artan nüfusla beraber konut ihtiyacı ortaya çıktı. İnsanlar arsa içindeki tek katlı iki katlı evlerini müteahhitlere verdi; bu insani yapıların yerlerini çirkin, yüksek katlı ve bütün sokağı kaplayan apartmanlar aldı. Aslında Çorlu, benim hafızamda her yerden ufuk noktasını görebildiğimiz bir şehir. Trakya düzlüklerden oluşan hafif engebeli bir yerdir. Denizden 20 kilometre içerde olmasına rağmen evin ikinci katından denizi görebilirsiniz fakat inşa edilen yüksek binalardan sonra bu manzarayı görememeye başlıyorsunuz. İlk işlerimi bu düşünceler doğrultusunda yapmaya başladım. Önceleri bu dönüşümü simgeleyecek fotoğraflar çekerek, bu görselleri tuvale transfer ettiğim ve boyayla müdahaleler yaptığım işlerle ilerledim.


Fakat genel olarak sanat üretimimi felaketler üzerinden kurgulamıyorum. Çünkü bence insanoğlu yaşadığı coğrafyaya afetlere göre daha fazla zarar veriyor. Daha güzel kıyafetler giymek için suyu, havayı kirletiyoruz. Böyle bakınca aslında yaşamı bir afete çeviren de insan.


 

"Bahsettiğiniz resim, aslında tam olarak günümüzdeki yaşadığımız afetin de yansıması. Hatay üzerinden örnek verirsek eskiden de orada depremler olmuş ve eski şehirler yer altına gömülmüş sonra üstüne yeniden yapılar inşa edilmiş ve bugün aynı şey tekrar başımıza geldi. Bu tarihsel devinimi göstermek için eseri üç parçaya ayırdım. Alt katmanı zemindeki kayaçlar, en üst katmanı yeryüzü olarak düşündüm, orta katmanı ilk kurulan medeniyetler, kaybolan medeniyetler."

 

Eksen serinizden sonra Muvazene isimli son serginizin başlığı nereden geliyor? Sergiye nasıl bir katkı ve referans sunuyor?


Muvazene, denge demek. Eksen serisinden sonra bu sergide daha soyut daha sade işler yaptım ve işleri üretirken kullandığım resim elemanlarında, renkte, çizgide, proporsiyonda ve perspektifte bu dengeyi gözettim. Benim için kişisel olarak da kilit bir sözcük. Kendim de oldukça dengeli bir hayat yaşamaya gayret ediyorum ve tüm adımlarımı atarken de bu dengeyi koruyarak atmaya çalışıyorum.


Sergideki birkaç eserde geometri ağırlıkta ve bu da iç içe geçmiş yapılar kuruyor. Benim için her biri birbirine ihtiyaç duyuyor. Birini çekerseniz o yapı bozulabiliyor, devrilebiliyor gibi düşünerek yaklaştım. Bu yüzden bir tarafta büyük bir form varsa diğer tarafta daha küçük bir form; güçlü bir renk varsa o rengin etkisini dağıtacak başka bir tarafta başka bir renk var. Yaptığım müdahaleler ile dengeyi her zaman bu sergide de eski sergilerimde de gözetmiştim ama bu sergide biraz daha üst seviyede.


Erman Özbaşaran, Muvazene sergisinden görüntü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, Galeri Bosfor’un izniyle


Bu sergide ilk resimlerinizde olduğu gibi fotoğraf transferleri var. İlk resimlerinizde 63 çarpık yapılaşmanın öne çıktığı fotoğraflar vardı. Bu sergideki bazı işlerde arkeolojik alanlardan çekilen fotoğraflar var. Bu referansa neden ihtiyaç duydunuz? Resmettiğiniz imgelerin/mekânların ve görsel kodlama tekniğinizin temelleri nasıl ortaya çıktı?


Bahsettiğiniz resim, aslında tam olarak günümüzdeki yaşadığımız afetin de yansıması. Hatay üzerinden örnek verirsek eskiden de orada depremler olmuş ve eski şehirler yer altına gömülmüş sonra üstüne yeniden yapılar inşa edilmiş ve bugün aynı şey tekrar başımıza geldi. Bu tarihsel devinimi göstermek için eseri üç parçaya ayırdım. Alt katmanı zemindeki kayaçlar, en üst katmanı yeryüzü olarak düşündüm, orta katmanı ilk kurulan medeniyetler, kaybolan medeniyetler. Onların da görsellerini kullanarak bir yapı oluşturdum; bunun içinde Knidos antik kentinde çektiğim fotoğrafları kullandım. Fotoğrafları en yalın şekilde aktarabileceğim teknik olduğu için serigrafiyi kullandım ve üzerinde de daha günümüzü yansıtan tekrar eden bir yapı kurdum.


Solda: Erman Özbaşaran, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 228x184 cm, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Sağda: Erman Özbaşaran, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 197x145 cm, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Tuvallerinizde yer alan çizgisel müdahalelerin, biçim ve renk kurgusuyla arasındaki ilişkiden bahsedebilir misiniz? Kompozisyonlarınızı tasarlarken sizin için öncelikli olan unsur hangisi?


Kompozisyonlarımı tasarlarken renk, öncelikli unsur. Önce hangi renk olduğuna karar veriyorum o rengi yapmaya çalışıyorum. O renk, tüpten çıkan bir renk değil. Renkleri karıştırıyorum; birtakım müdahaleler yaparak hayalimdeki rengi yakalamaya çalışıyorum. Çizgisel müdahalelerimi de genelde bu sergide ve daha önceki sergimde bir eksen olarak çizmiştim yani siyahla beyazın ayrıldığı noktayı bir çizgi olarak düşünürsek bu sergideki çizgilerim de o mantıkta; çizgi iki katmanı ayırıyor. Bu renkle de olabiliyor veya bir tuval yüzeyindeki boyayı kazıyarak da çizgiyi elde edebiliyorum.


Genellikle kadraj kendisine bir odak noktası seçerek kesit sınırlaması yaratır. Sizin üretimlerinizde yaratılan hayali hafıza mekânları, belleğimiz ve hatıralarımıza dair çeşitli ihtimâlleri doğuruyor. Görme eylemi karşılıklı bir diyalog oluşturuyor. Eserleriniz ve izleyicilerin diyaloğu sizce hangi ihtimâlleri ve açılımları beraberinde getiriyor?


Eserleri üretirken izleyicilerle kuracağı diyaloğu çok fazla düşünmüyorum ve planlamıyorum. Daha doğrusu izleyicilerin tepkilerini önemsiyorum ama nasıl bir diyalog kuracağını tasarlamıyorum. İşin benle kurduğu diyalog benim için daha önemli. Bu da daha çok yapmak istediğim şey ve onu o tuval yüzeyinde başarmakla yani teknik olanaklarla da sağlayabilmekle ve istediğim sonuca ulaşmakla ilgili. İzleyiciye bir duygu geçiriyorsa benim için başarılı bir iş yapmış olmuş oluyorum demektir.


Erman Özbaşaran, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 197x145 cm, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Yine bu görme eylemi bağlamında, sergideki üretimlerinizle sizin aranızdaki iletişimi de sormak isterim. Başlangıç noktasında yaratılan manzaralar bir yola çıkıyor ve dönüşüme uğruyor. Başladığınız noktadan sonra ortaya çıkan sonuç sizde nasıl etki yaratıyor?


Her zaman başladığın noktadan ilerleyemiyorsun ve başarılı bir şekilde geri dönemiyorsun bazen başlangıç noktasından bambaşka bir yere gidebiliyor. İşlerimle aramda duygusal bir bağ oluyor ama çok aşırı duygusallaşmıyorum. Kendi işimi çok fazla büyütmüyorum. Aslında hiçbir zaman tatmin de olmuyorum bu benim yapabileceğim en iyi iştir demiyorum, diyemiyorum. Her iş bir sonraki işin ön hazırlığı gibi oluyor üretim sürecimde. İşleri yaparken bir sonraki işi nasıl yapacağımı planlıyorum.


Muvazene, Eksen serisinin yeniden ölçeklendirilmesiyle ele alınıyor. Parça-bütün ilişkisi, renk tonları, denklendirmeler ve çizgilerin ritmik dinamikleri teknik açıdan nasıl bir keşif alanı yarattı veya ne gibi problemleri beraberinde getirdi?


Eksen serisinde eserler daha küçük boyutlardaydı. Esere başladığım gün bitiriyordum. Eksen serisinde, işleri ve serginin bütününü düşünmeden tek tek işleri tamamlayarak ilerlemiştim. Muvazene’de ise öncelikle serginin bütünlüğünü tasarladım. Büyük boyutta işler olduğu için aynı gün başlayıp bitirmem fiziki olarak mümkün değildi. Ölçekler büyük olduğu için işi üretme tekniğim açısından da daha büyük alanlara ihtiyacım oldu. Kullandığım malzemelerin de değişmesi ve büyümesi gerekiyordu. Çoğu yeni malzemeyi kendim ürettim. Birçok tekniği işi büyütmek için geliştirdim; daha çok fiziki zorlukları oldu. Büyük iş yapmayı daha çok seviyorum. Karşınızda durduğunda işin içine daha çok giriyorsunuz. Rengin, boşluğun doluluğun daha çok etkisi oluyor. Genelde karşısına geçtiğimde beni psikolojik olarak etkileyebilecek işler yapmak istedim.


Eserlerinizde, oluşturduğunuz görsel dil üzerinden bakışın hafızasına odaklanıyorsunuz. Şuan içerisinde bulunduğumuz afet durumu da düşünüldüğünde, bu konular çerçevesinde bundan sonraki üretim süreciniz nereye evrilecek?


Afetler iş üretimimi doğrudan etkilemiyor fakat bütün vaktinizi ve düşüncelerinizi yönlendirdiğiniz için biraz durmak, uzaklaşmak istiyorsunuz… İçinizden iş yapmak gelmiyor. Belki etkileri birkaç yıl sonra çıkabilir hemen çıkmaz çünkü anında tepkileri olan bir insan değilim. Fakat afetler hayatımızın bir gerçeği bunlarla beraber yaşamamız ve önlemlerini almamız gerekiyor



bottom of page