top of page
Hüseyin Gökçe

Karanlığın kıvrımları

Meryem Coşkunca’nın ikinci kitabı Sana Nasıl Ulaşabilirim, Edebi Şeyler etiketiyle Aralık 2020’de raflarda yerini aldı. Şiirlerinde karanlık ve kendi kuyusunun hiçliğine bakma eğilimini sürdüren şairin üç bölüm ve on yedi şiirden oluşan son kitabını değerlendirdik


Yazı: Hüseyin Gökçe



Erdal Ateş, Akordeon karton, serigrafi mürekkebi, 2008, 25x25x4 cm



Meryem Coşkunca’nın, Geceyle İşlenen adlı şiir kitabı 2016 yılında Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’ne değer görüldü, Mayıs Yayınları tarafından basıldı. Şiirlerinin olanaklarından, eğilimlerinden, yörüngesinden, gerilimlerinden ve yarattığı kopuştan söz edildi. Şiirler karanlık ve kendi kuyusunun hiçliğine bakan yönü ile ön plana çıktığı üzerinde duruldu. Aradan geçen dört yılın ardından Edebi Şeyler yayınlarından çıkan Sana Nasıl Ulaşabilirim adlı şiir kitabıyla bu eğilimi sürdürdüğü görülüyor. Hatta bunda kararlı olduğu bile ileri sürülebilir. Bu ısrarın nedenleri arasında “Varlığın uğultusu” dinmediği gibi belki de karanlığın bir sınırı olmadığıdır. Onun kıvrımları geceyi bile aşabilir. Kanımca bu şiir kitabında da şair bu konuları yokluyor ve örtülerini kaldırmaya çalışıyor.

Meryem Çoşkunca’nın yeni şiir kitabı üç bölüm ve on yedi şiirden oluşuyor. Kitabın sonunda “kalbi dalgalandırma listesi” adı altında on yedi şarkılık bir liste de mevcut. Zaman, boşluk, hiçlik, varlık, yokluk, hayvan, aşk ve et öne çıkan meseleler olarak öne çıkıyor. Tüm bunlar tenden geriye kalanlarla yoğrulmuş. Kesif bir “et” ve kokusu neredeyse bütün şiirlere yayılıyor. Çatırdayan kemik, içindeki hayvanı salıveren bir tin. Kaygıların, doğram doğram kanamaların ve tenin etten yavaş yavaş ayrışmasının şiiri. Ürkütücü. Ürpertili. Karanlık. Kederli bir ritim. Kanama adlı şiiri buraları oldukça yoklamış ve aşındırmış görünüyor. Kısa bir bölümle bu şiire yer verecek olursak şöyle sesleniyor:

“etimi kaynatıyorum sularda

annem etimden sıyrılıyor

kanımız çağlağa dökülüyor

aktığım akıttığım kanlar kanıyor”


Sana Nasıl Ulaşabilirim ulaşmanın imkânı ve imkânsızlığına yönelik bir ayin. Sessiz değil, gürültülü. Dünyayı başka gözle görmenin, anlamanın, yorumlamanın, deneyimlemenin, hiçliğin kuyusuna sarkmanın, salınmanın, elleri boş dönmenin ama buna rağmen inadını ve ısrarını sürdürmenin yolu, yolları, patikaları ve çıkmazlarıyla döşeli.


Kıvrandığı ve kıvrıldığı yerlerde öfkesini kusabiliyor. Yerleştiği bir kıvrımla alakalı bunca aşırılık. Ya da kopamadığı bir kıvrımla. Ondan Sana Nasıl Ulaşabilirim, “artık ürkütmeyen ve yaşama dönüşen yitirişler için” diye başlıyor. Ancak büyük bir olay ve sonrasında gelişenlerle ilişkili şiirler olarak da yaklaşılabilir. Sözcüklerini ve kendini esirgemeyen bir “ben”le karşı karşıyayız. Tükendikçe yeniden başlamaya çalışan, yaşamın anlamını buraları yokladıkça oluştuğunu vurgulayan bir ben. O halde kendisini kaosun ortasına bilinçli bir şekilde bırakan, bir denge aramayan, düzenle sorunu olan bir düzensizlik halini sürdürme isteği ile dolu olduğu ileri sürülebilir. Zira düzenin korkunç tekdüzeliği, zamanla insanın kanını çeken bir hâl almaya başlar. “İnsan durmaya aykırı” şiirinin bir bölümüyle denge ve anlam ilişkisine bakabiliriz.


“her şey bende tükeniyor

yeni bir şey başlıyor bende tükendikçe şeyler

bildiğimi sandığım ve bilmediğim eşittir

her adımım başka bir anlam

anlamak tümseklerden ve çukurlardan geçiyor

anlamak hayretten ve şaşkınlıktan

tökezlemeye bin şükür

anlamak yıkmaktan ve yıkılmaktan geçiyor

kanamaya bin şükür

anlamak kanımın sıcaklığından geçiyor

denge ve iyilik sıkıcı

insan gürültülüdür

denge sanki varoluşumu azaltarak geçiyor”



Meryem Coşkunca, Sana Nasıl Ulaşabilirim, Edebi Şeyler Yayınları



Birken iki olmanın yani aşkın bir “olay” olmasının yeni durumlar yaratması kaçınılmazdır. Bir hadise olarak aşk neredeyse tüm duyu organlarının teninde gerçekleşerek oraları farklı yönde etkiler. Nefes, tat alma, duyma, görme, dokunma ve bakış başka bir hal alır. Ten, ete doğru ilmik ilmik dokunur, düğümlenir, bağlanır ve dikilir. Ara kapanır, genişler veya o kısacık mesafe görünmez olur. Ama ne oluyorsa da o mesafede oluyordur. Açıldıkça veya kapandıkça dünyalık bir yerde olduğumuzun farkına varırız. Yaşamda olmak, varolmak, varoluşun sancıları biraz da bu farkı göze almakla alakalıdır. Dünya bu farkı göze alamayanlarla dolu bir yere doğru hızla ilerliyor. Farkını sev, aç, kapat, genişlet, koru, büyüt, sırla dünyada olmak kimi zaman bunu gerektirir.

Böylece yeryüzü artık başka bir şekilde deneyimlenir. Yeryüzüne temas etme kudreti açığa çıkar. Şimdinin süremi genişler, zamanın tüyleri hafifler, kokusu yayılır ve dağılır. Ama bu genişlik ve hafiflik yeri geldiğinde bir yerde geçmişin taranmayan tüylerine dönüşür. Zamanın tarağı işlemez ve taramaz olur. Bazı geçmişler bir anıya dönüşmediği veyahut geçmişte kalmadığı için böyledir. Yükünü, acısını, zehrini ve kederini akıtır. Ama sorun tam da burada düğümleniyor ve sorunun yönünü değiştirdiğimizde neyle karşılaşacağımız kendini açığa vuruyor. Böyle bir benle yol alırken “gelecek” bize nasıl görünecek? Veyahut bize nasıl dokunacak? Coşkunca’nın merak şiiri ‘“zamanın kokusunu”nun kekre tadını duyumsatıyor.

“her şey siliniyor

her şey bulanıklaşıyor

kabarmıyor etim dünyaya

azalıyor, ufalanıyor, dağılıyor

ama kalıyor özü geçmişin

ve tek bir rüya yönetiyor geleceği

suyu akmakta şelalemizin

akşam olmakta ve serinlemekte gövdem

ve büyümekte

ve olgunlaşmakta

seni merak etmenin meyvesi”


En nihayetinde; tenle, tutkuyla, arzuyla, elle, bakışla ve “harlı leke” ile oluşturulan bir aşktan geriye “et” kalır. İhlal edilmiş, sınır aşımına uğramış bir et. Ağrıları, sancıları, mide burkulması olan bir et.


Denilebilir ki, ikinci şiir kitabıyla artık nasıl bir yol çizdiğini açıkça belli eden Meryem Coşkunca dert ettiği sorunları daha çok deşeceği, yoklayacağı, tekrar tekrar üzerine gideceğine yönelik bir izlenim var. Zira, karanlığın kıvrımları sonsuz.

Commenti


bottom of page