Avustralyalı yazar, oyuncu ve film ile tiyatro yönetmeni Simon Stone’un yorumuyla Medea, 25. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında izleyiciyle buluştu. International Theatre Amsterdam yapımı olan oyunu, kurgulandığı “gerçek olay” ve Antik Yunan’a verdiği referans üzerinden değerlendirdik
Yazı: Ferdi Çetin
"Tarih Philomela’dır ve ırzına geçildiği, dili kesildiği, ormanların derinliklerinden geceleri ıslık çaldığı söylenir." ¹
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Sanne Peper
Amerikalı doktor Debora Green ve Michael Farrar çifti 1979 yılında evlenirler. Fırtınalı geçen evlilikleri boyunca üç çocukları olur. Farrar, 1995 yılının Temmuz ayında eşinden boşanmak için mahkemeye başvurur. Ağustos ve Eylül aylarında Farrar iki kez hastanelik olmasına rağmen doktorlar hastalığının sebebini teşhis edemezler ve bu süreçte alkol sebebiyle Green’in sağlığı giderek bozulur. 24 Ekim tarihinde Green ve üç çocuğunun yaşadığı Farrarların evinde yangın başlar ve Debora bir çocuğuyla birlikte alevlerin arasından çıkmayı başarsa da ailenin diğer iki çocuğu itfaiyenin uğraşlarına rağmen kurtarılamazlar. Yangın sonrası yapılan araştırmalarda yangının ortaya çıkış noktası olarak Debora Green’in yatak odası olarak belirlenir. Farrar’ın teşhis edilemeyen hastalığının sebebi ise risindir. Bu zehir Farrar’ın eşi tarafından yemekle birlikte servis edilmiştir.
Bu dava Amerikan basınında bir sansasyon yaratır. Debora Green çocuklarını öldürmekten ve eşini zehirlemeye teşebbüsten hapse mahkûm edilir.²
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Sanne Peper
25. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Avustralyalı yazar, oyuncu ve film ile tiyatro yönetmeni Simon Stone’un yorumuyla Medea, İstanbul seyircisi ile buluştu. İki gösterim gerçekleştirmek üzere İstanbul’a gelen International Theatre Amsterdam yapımı Medea, yukarıda alıntıladığım “gerçek olayın” ardından kurgulanmış. Bu manada izlediğimiz gösterim Euripides tarafından yazılan ve aynı ismi taşıyan antik Yunan tragedyasının bir yeniden yazımı. Kaynak metni tiyatro seyircisi yakından bilir ama kısaca toparlamak gerekirse, Medea âşık olduğu Iason ile birlikte olmak için ailesini, köklerini ve topraklarını terk eder ve hayatının geri kalan kısmına bir “yabancı”, bir “öteki” olarak devam eder. Ta ki Iason, Korintli bir prensesle evlenme kararı alana kadar. Bu karar ile birlikte Medea, iki çocuğunu öldürerek Iason’dan “intikamını” alır. Medea, Antik Yunan dünyasında yüzyıllar boyunca yorumlanan bir “ötekidir”, bir “doğulu” imgesidir. Antik Yunan dünyasının saldırgan ve eril söyleminin bastırdığı bir kimliktir.
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Sanne Peper
20. yüzyıldaki feminist hareketlerle birlikte Medea, birçok açıdan tekrar tekrar yeniden ele alınmış bir karakterdir. Euripides’in yazdığı tragedyada sıklıkla yorumlanır. Simon Stone tarafından yönetilen Medea da bunlardan biri. Stone’un yorumuna, kurduğu yeni öyküye kısaca değinecek olursak, Stone’un yorumu günümüz dünyasında bir aile üzerinden açılır. Oyun başladığında anne bir süredir tedavi amacıyla evden uzak kalmıştır. Oyun anne ve babanın karşılaşmalarıyla başlar. Baba bu süre zarfından iki çocuğu ile birlikte çalıştığı ilaç firmasının sahibinin kızı olan kız arkadaşıyla birlikte yaşamaya başlamıştır. Karşılaşmanın ardından öykü derinleştikçe geçmişte yukarıda detaylandırdığımız “gerçek olaydan” esinlenilen detaylar açılmaya başlar. Kaynak metni bilenler Medea’nın çocuklarını öldüreceğini bilir ama bu yorumda annenin çocukları üzerinden kurgulayacağı intikam fikrinin nasıl uygulamaya geçirileceği tahmin edilebilir olsa da sürprizdir.
“Tarih Philomela’dır' diyor, Fransız yazar Vuillard. Tarih dilsizdir, ya da hikâyesi yazılamayanların tarihi bir motiftir, bir sestir veya bir ıslıktır."
Sahne tasarımında tamamen beyaz ve steril görünümüyle bir klinik ortamını anımsatan bir yorumun tercih edilmesiyle, bir hastane ortamı çağrışımının yanında sahnenin uçsuz bucaksız beyazlığa hapsedilmesi, sahne tasarımının pekâlâ boş bir kanvas olarak okunabilmesini de mümkün kılar. Bu kanvas, yönetmenin üzerinde kara kalem bir resim yapacağı boş bir zemindir.
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Dim Balsem
Beyaz zemine yansıtılan sahne zamanı ile eş zamanlı canlı çekimler vardır: Çocukların ailenin “mutlu” anlarını kurguladığı video kayıtlarıdır bunlar. Oyunun sonunda çocukların öldürülmesiyle birlikte seyirci olarak zihnimizde asılı kalan bir imgeye dönüşüyor bu fikir. Çünkü çocuklar yaşasaydı, ileride bu görüntü kayıtlarını “nostaljik” görüntüler olarak izleyeceklerdi. Ailenin “mutlu” geçmişinin kurgulandığı anlar… Bir ailenin geçmişinin inşa edildiği anlardır bunlar.
Oyunda değinmek istediğim temel bir nokta var; inanıyorum ki bu da Medea’yı öykü ya da sahne göstergelerinin ötesinde bir yoruma kavuşturmamızı sağlayacak. Oyunda bir kitabın kapağı yansıyor ekrana. Dikkat edilmezse kaçırılacak bir detay. Bu kitap Ovid’in Dönüşümler’i; kitaptan da Procne ve Philomela miti okunuyor oyunda. Yalnızca bir cümle ama hangi metni okuduğunu yakalayabileceğimiz derinlikte bir cümle bu. Yunan mitolojisinde yer alan minik bir figürdür bu ve çeşitli şekillerde anılır.
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Sanne Peper
Philomela’nın ablası Procne, Tereus ile evlidir. Philomela’nın ablasını ziyarete gitmek için çıktığı yolculukta kendisine Tereus eşlik eder fakat yolculuğun bir noktasında Tereus Philomela’ya tecavüz eder. Olanları ablasına anlatmaması için Philomela’nın dilini keser ve onu bir kaleye hapseder. Ablasına ise kardeşinin yolculukta öldüğünü söyler. İşte orada Philomela işlemeler yapmaya başlar; yaşadığı travmayı işler. İşlemelerini ablasına ulaştırmanın yolunu bulduğunda ise işlediği motifler her şeyi anlaşılır kılar. Bu söylencenin sonudur ki kız kardeşler Tereus’tan kaçarken kuşa dönüşürler.
Bir tesadüf olarak yukarıda alıntıladığım cümle ile birleşti zihnimde bu oyun. “Tarih Philomela’dır” diyor, Fransız yazar Vuillard. Tarih dilsizdir, ya da hikâyesi yazılamayanların tarihi bir motiftir, bir sestir veya bir ıslıktır. Susturulan her bir birey ya da ötekileştirilen her bir ses için bir alan açan tiyatro ya da edebiyat eserleri de birer işlemedir, örgüdür. Bu sesi yükselten, işlemelerinde bu travmatik geçmişi anlatan bir örgüdür.
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Sanne Peper
İşte bu manada Stone’nun yorumuna gelecek olursak… Stone çok zor bir işe kalkışıyor. Medea deyince aklımızda hep bir imge, bir çağrışım uyanıyor. Anlam yüklü bir isim… O isme bugünden bir bakış açısı getirmek için yola çıkıldığında, boş bir kanvas ile başlamak güzel bir başlangıç noktası. Bunu söylemek mümkün. İzleyici kendi hayaletlerini de görüyor o boş uzamda. Kuşkusuz. Amerikan bir aileden aldığı başlangıç noktası da yeni bir öykü kurmak için bir o kadar manidar. Çünkü enteresan bir şekilde büyük Amerikan oyun yazarı Eugene O’Neill’den beri tragedyaların çağdaş yorumları Amerikan bağlamına pek denk düşüyor: Karaağaçların Altında, Elektra’ya Yas Yaraşır…
Amerikan toplumu içerdiği tüm fonksiyonunu yitirmiş ilişki ve iletişim modelleriyle oyunda gördüğümüz “cinnete” zemin hazırlıyor. Amerikan tiyatrosundan sayısız oyun sayabilirim bu izlekte karşımıza çıkan. Peki ya Medea?
Amerikan doktor Debora Green anladığımız kadarıyla sıradan bir doktor, Stone yorumunda ise doktor, dev bir ilaç firmasının bir zamanların hırslı ve başarılı araştırmacılarından biri. Kocası ile tanıştıklarında kocası onun laboratuvarında bir asistan. Sonra kadının desteği, bilgisi ve becerisiyle kariyer merdivenlerini tırmanıyor. Sonunda ise “başarılı” olduğu şirketin sahibinin kızıyla evlenmeye karar veriyor. Bu detaya dönüş yapmamın sebebi de yine Amerikan bağlamına nasıl oturduğunu göstermek. Elbette Stone yorumunda öykünün Amerikan toplumuna konumlandırıldığına dair açık bir referans yok, fakat yine de oyunun sonunda evlenmek üzere olan yeni çift ilaç firmasının yeni açılan ofisinin başına geçmek üzere Çin’e gitmeye karar verir. Bu karar ile aslında oyun bir yıkıma doğru ilerler. Çünkü çocuklar da babasının velayetinde olduğu için onunla birlikte gidecektir. Amerikan toplumunun “başarı” illüzyonu fikrini düşündüğümüzde kadının bir zamanlar başarılı olmuş olması, kocasının ise şimdi başarılı olması arasındaki boşluk kelimenin tam anlamıyla bir “şizofrenik” durum yaratıyor. Çünkü görüyoruz ki iki karakterin de gerçeklik ile bağları oldukça zayıflamış durumda. Şunu unutmamak gerekiyor ki kadının bir süre klinik destek almış olması, kocasını zehirlemeye teşebbüs etmiş olması, bilinç düzeyinde kadının aslında özne ya da benlik boyutunda çatlaklarla dolu olduğunu gösteriyor. Bu da aslında yola çıkılan Medea kaynağını yorumlamamız anlamında işi karmaşıklaştırıyor. Bu noktada sanırım artık yeniden yazımın Amerikan toplumu bağlamında alımlanabileceğine dair kuşkumuz yok. Peki Medea?
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Dim Balsem
Antik Yunan referansını düşündüğümüzde tragedyada tehlike altında olan Medea değildir, bizatihi eril sistemin kendisidir. İzlediğimiz yorumda ise tehlike altında olan çok uluslu şirketlerin oluşturduğu sistemin varlığının devamlılığıdır. Bu manada karşımıza çıkan kadının tehdit ettiği sistem, eril söylemin oluşturduğu sistemden ziyade piyasa ekonomisinin oluşturduğu sistemin ta kendisidir. İşte tam da bu sebepten yitip giden kadın meselesi bağlamında ele alabileceğimiz Medea karakteri değil; bu sistemin bütünlüklü bir özne kurmasına izin vermediği insan öznesidir. Çünkü biliyoruz ki Medea’nın çocuklarını öldüren, dışarıdaki eril söylemin ta kendisiydi aynı zamanda. Fakat izlediğimiz oyunda kadının çocuklarıyla birlikte evi yakması, bizatihi sistemin bireyin bütünlüğüne ve gerçeklik algısına atmış olduğu çiziklerin yaratmış olduğu yarıkların sonucudur. Bu sebepten bu cinnet toplumunda tarihi yazılamayan, sesi kesilen, susturulan her bir öznenin vücut bulmuş halidir Medea. Sırrı elinden alınmış, büyülü bir isimdir. Tekinsizdir, bir o kadar da tanıdık. Bize benzer. Bizden biridir.
Simon Stone yönetmenliğindeki Medea oyunundan, © Dim Balsem
Son söz niyetine, oyunun ortalarından itibaren oyuncuların üzerlerine yağan küle değinelim. Oyunun sonunda yanacak evin külleridir o küller ama yönetmen onlarla oyunun ortasından itibaren yaşanacak travmanın kara kalem resmini yapmayı tercih ediyor boş kanvasa. Sahneye kül yağıyorsa bir yerlerde bir şeyler çoktan yanmış demektir. Deborah Green’in evinden arda kalanlardır belki de?
Comments