top of page

Her eser yeni bir bilgi

Türkiye operasına hayat vermiş sanatçılara ve etkinliklere değineceğimiz serimizin ilkinde, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan, tüm operalardan sorumlu tek Başrejisör Evin Atik ile yaptığımız röportajı sizlerle buluşturuyoruz

Röportaj: Buğra Poyraz

La Boheme operası


Rejisör nedir?

Eserin sahnelemesini düzenleyen, sahne üzeri sanatçılarına rollerini nasıl canlandıracaklarını bildiren, müzik, libretto/metin, dekor, kostüm, aksesuar ışık vb. ögeler arasında birlik sağlayarak eseri yorumlayan sanatçıdır “rejisör”.


Başrejisör nedir?


Başrejisör, idari bir görevdir. Özetle söylemek gerekirse, Müdürlüklerimizde başrejisörler, Genel Müdürlük veya Müdürlüklerin direktiflerine göre, opera eserlerinin sahneye konmasını sağlayacak bütün reji çalışmalarını yaparlar. Genel Müdürlüğümüzde ise “başrejisörlük” daha fazla görev ve sorumlulukları gerektirmektedir.


Evin Atik

Sizi tanıyabilir miyiz? Sanat eğitiminizden bahseder misiniz?

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Başrejisörüyüm. Türkiye’de açılan ilk Müzikoloji bölümü olan; o yıllarda Ege Üniversitesi bünyesinde yer alan, 9 Eylül Üniversitesi kurulduktan sonra ise 9 Eylül Üniversitesi’ne devredilen Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Müzikoloji (Müzik Bilimi) bölümünün “Müzikolog” ünvanlı ilk birkaç mezunundan biriyim.


Üniversite öncesi sanat, daha doğrusu müzik eğitimim, ilk öğrenimimin ilk yıllarından itibaren başlayan önce mandolin sonra klasik gitar dersleri ile lise eğitimimin sonuna dek devam eden ve büyük bir sevda ile sürdürdüğüm enstrüman ve nota dersleriyle başladı aslında… Ve bu sevda beni Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikoloji bölümüne taşıdı. Çok sevdiğim bir sanat dalında kapsamlı bir eğitim görmeye başlamak benim için büyük mutluluk olmuştu.


Fakülte eğitimim, Uluslararası Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Divan Müziği, Caz Müziği, vb. farklı müzik disiplinlerine ilişkin teorik ve uygulamalı dersler ile piyano, keman, soprano ve alto blok flüt, bağlama ve zurna dersleri gibi uygulamalı dersler, müzik araştırmacılığı ve teknikleri, tiyatro, sinema, mitoloji, plastik sanatlar, halk bilimi, İtalyanca, Arapça ve Osmanlıcadan oluşan toplam 36 çeşit dersi içermekteydi. Bu kapsamlı eğitim, bana farklı bakış açıları, bir konu ya da olguyu derinlemesine araştırma, farklı yönlerden bakma, verileri çeşitli yönlerden karşılaştırma, tasnif etme ve elde edilen verileri değerlendirerek sonuca ulaşma becerileri kazandırdı. Ve tabii ki 40 yılı aşkın meslek hayatım boyunca beni her gün özellikle mesleki anlamda yeni bir şeyleri araştırma, öğrenme ve değerlendirmeye yönlendirdi.


La Boheme operası

TRT ve Devlet Operası ile çalışmanız nasıl başladı?

1982 yılından başlayarak üç yıl TRT İzmir Radyosunda Türk Halk Müziği servisinde bilimsel nitelikli olmak üzere açıklamalı programlar yaptım. “Dış Yapımcı” (Konuk Yapımcı) ünvanıyla hazırladığım programlar TRT 2 radyosu başta olmak üzere Türkiye Radyolarının birçok yayın postasında yayınlandı. TRT’de göreve başladığım ilk birkaç ay içinde programlarım ilgili ülkelerin dillerine çevrilmek ve yabancı yayın organlarında yayınlanmak üzere seçildi. Bu, genç bir müzikolog olarak benim için bir onur oldu. Bir başka onur ise üç yıl boyunca haftada bir yayınlanmak üzere hazırladığım her biri 52’şer programdan oluşan üç ayrı program dizisinin; yani toplam 156 programın arşivlenmeye değer görülmesidir. Bu programlar İzmir Radyosu Arşivinde yer almaktadır.


Devlet Operası ile çalışmama gelince: Yaşamakta olduğum İzmir’de 1982’de açılan İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü sanatçı alımları sınavlarında yaklaşık 30-35 sanatçı adayına piyano ile eşlik ettim. Böylece o yıl İzmir Devlet Opera ve Balesinin sahnesi ve salonu ile ilk fiili bağlantım gerçekleşti. 1984 yılında görevli kondüvit ciddi olarak rahatsızlanınca müdürlük tarafından bu görev için İzmir Devlet Opera ve Balesine davet edildim. Böylece fiili bağlantı, resmiyet kazanmış oldu. Bu sırada TRT’deki görevim de sürmekteydi.


Ardından söz konusu kurumda ikinci kez açılan sınavlarda, ilgili tarihlerde görevli olan kurum müdürünün isteği üzerine “suflöz”lük sınavına girdim ve bu kez aynı kurumda kadrolu suflöz olarak çalışmaya başladım. O günden bu güne İzmir Devlet Opera ve Balesinde kondüvitlik, suflözlük, rejisör yardımcılığı, rejisörlük, başrejisörlük, metin yazarlığı ve üst yazı çevirmenliği gibi görevleri üstlendim. 2014 yılında Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğüne kurum müdürü olarak atandım. 2016 yılında yaşları ilerlemiş olan anne ve babamın rahatsızlıkları nedeniyle İzmir’e dönmek durumunda kaldım. Antalya’daki görevim sırasında vekaleten sürdürmekte olduğum Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Başrejisörlüğü görevine asaleten atandım. Böylece Devlet Operasında çalıştığım ilk 15-20 yılda olduğu gibi birkaç yıl daha birden fazla görevi bir arada sürdürdüm. Çok sevdiğim bu yoğun çalışma temposu beni hep mutlu etti ve zinde tuttu doğrusu… Şu anda ise bir yandan opera eserleri sahneye koyarken öte yandan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Başrejisörlüğü görevini sürdürmekteyim.

La Boheme operası


Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğünüz sırasında diğer müdürlüklerden farklı çalışmalarınız ya da hayata geçirdiğiniz projeleriniz oldu mu?


Evet. Doğrusu evet. Tabii ki bu çalışma ve projeler diğer müdürlüklerimizden farklı olmak için yapılmamıştı. Bunlar, toplumun, kurumun ve kurum çalışanlarının ihtiyaçları yönünde tasarlanan çalışma ve projelerdi.


Bunlardan ilki, Müzikal Dokunuşlar başlığı altında Acapella koro kurulmasıydı. Bu projenin birden fazla nedeni vardı. İlki sanatsal nedendi. Mersin ve Samsun Opera ve Balesi Müdürlüklerinde olduğu gibi Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü bünyesindeki solist ve korist sanatçıların sayısı Ankara, İstanbul ve İzmir Opera ve Bale müdürlüklerine göre sınırlıydı ki halen öyle. Bu da özellikle koro sanatçıların zaman zaman oldukça hatırı sayılır yoğunlukta soloda görevlendirmelerine neden olmaktadır. Bu durumda eserin korosu sayıca azalmakta, bu da eserin korosunda görevli sanatçılarının, eksilen seslerin yerini doldurabilmek için çoğu zaman forseli söylemelerine neden olmaktadır. Bu da giderek koro sanatçılarının seslerini olması gerekenden daha fazla zorlamakta ve yormakta, söylerken birbirlerini dinlemeyi ikinci plana almalarına neden olabilmekte, dolayısıyla müzikaliteye olumsuz etkide bulunabilmektedir. Acapella Koro yani eşlik çalgısı olmaksızın yapılan koro çalışmaları, bir yandan sanatçıların yıpranan seslerine yeniden yumuşaklık ve esneklik kazandırılmasını öte yandan müzikalitelerinin artmasını sağladığından etkilidir.


Acapella koro kurulmasının ikinci nedeni; Bu koronun, herhangi bir çalgı, orkestra, dekor vb. gerektirmediğinden, daha çok yer ve mekâna, daha fazla sayıda ve daha az masrafla turne yapabilme yani daha fazla seyirciye ulaşabilme olanağı sağlamasıydı. Bu koronun kurulma nedenlerinden sonuncusu ise konser verilmesi tasarlanan sahne ya da turne mekânın teknik imkânları kısıtlı bile olsa klasik koro statikliğinden uzak; seyirciye sıcak, samimi ve etkili bir görsel sunum yapabilme fırsatı vermesiydi. Bunun için klasik koyu renk ya da siyah kostümler yerine kurumda daha önce sahnelenmiş bir eserden istenen etkiyi yaratabilecek kostümler kullanılarak koronun sabit değil, müziğe ve sözel anlamlarına uygun doğal devinimleri kullanma serbestliği kazandırılmasıyla seyirciyle daha doğal ve samimi bir bağlantı sağlayabilmekti. Konser programındaki eserler de aynı amaca yönelik olarak seçilmekteydi.


Diğer müdürlüklerimizden farklı projelerden ikincisi, reklam ve tanıtım konusunda yapılmıştı. Müdürlükte yapılacak etkinlikler için kullanılan afiş, billboard ve çok büyük boyutlu branda afişlerde, alışılmadık renkler ve tasarımların kullanıldığı görsellerle hedef kitle ya da kitlelerin dikkatlerinin daha yoğun bir şekilde çekilmesi amaçlanmıştı. Özellikle çocuk etkinlikleri için yapılan büyük boyutlu branda afişler ilgi çekmiş beklenen sonuca ulaşılmasında etkili olmuştu. Opera, operet, bale, çocuk oyunu ve konser gibi etkinlikler için yapılan tanıtımlar ise havalimanı gibi farklı mekanlarda yapılan canlı gösteri ile afişler ve billboard afişlerinde farklı anlayışlarla yaratılan görsel ögeler üzerinde titizlikle çalışılarak daha etkili hale getirilmişti.

Üçüncü proje ise, resmi bayram ve anma günleri ile özel günler için hazırlanan konserlerimizin her birine Özgürlüktür Atatürk, Duygular, Umutlar, Aşklar, Çanakkale Geçilmez, Aşk Ateşi, Ey Gençlik, Çocuklar Işıldıyor vb. özel adlar verilmesi ve bu konserlerin etkili sunum metinleriyle bezenerek gerçekleştirilmesiydi. Bu proje de seyirciye ulaşmakta etkili olmuş ve amacına ulaşmıştı.

Dördüncü proje, fuaye sergileri ve konserleriydi. Bu sergilerden ilki libretto ve bestesi Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle yazılan ve sahnelenen ilk Türk Operası olan Ahmet Adnan SAYGUN’un Özsoy Operası’nın 2007’de Ankara Devlet Opera ve Balesinde sahnelenmesi sırasında kullanılan kostümlerinin sergisiydi ve gerçekten çok ilgi görmüş, çok etkili olmuştu.

Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’nde diğer müdürlüklerimizden farklı olarak uygulanan en önemli proje, şahsen hazırladığım, Genel Müdürlük onayıyla hayata geçirilen ve kapsamı nedeniyle ilgili tarihteki Kültür ve Turizm Bakanımız tarafından da takdir edilen hedef kitlesi doğrudan çocuklar olan ÇOCUK ve SANAT projesidir. Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğünü dışındaki diğer beş müdürlüğümüzde “Çocuk korosu” ve “çocuk balesi” kurulmuş, kurslar ve sene sonu gösterileri sürdürülmekteydi. Ancak Antalya Devlet Opera ve Balesi bünyesinde bu kurslar bulunmamaktaydı. Ben bu kursların yanı sıra Opera ve Bale Müdürlüklerinin kapsamındaki diğer konulara ilişkin olmak üzere “Çocuk Korosu” ve “Çocuk Balesi”nin yanı sıra “Çocuk Resim-Tasarım” ve “Çocuk Orkestrası”nın da kurulmasının ülkemizin geleceği olan çocuklarımız için etkili, faydalı hatta gerekli olduğu düşüncesindeydim. Böylece Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, Türkiye’de Çocuk Orkestrası ve Çocuk Resim-Tasarım kurslarının açıldığı ilk müdürlük olma özelliğini kazanmış, yıl sonunda çocukların bu kurslarda edindiği beceriler doğrudan çocuklarla yapılan Çocuklar Işıldıyor adlı gösteride seyirciye sunulmuş ve büyük ilgi ve beğeniyle karşılanmıştı.


La Forza del Destino operası


Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bünyesinde altı ilimizde devlet opera ve balesi müdürlüğü olduğunu biliyoruz. Bu müdürlüklerden hangilerinde ne görevler yaptınız?


Söylediğiniz gibi Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bünyesinde kuruluş sırasına göre Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya ve Samsun müdürlüklerimiz olmak üzere altı müdürlük bulunuyor. Bu müdürlüklerden ilk kez önce sözleşmeli ve sonra da kadrolu olmak üzere görev yaptığım İzmir Devlet Opera ve Balesinde yaptığım görevlere değinmiştim. Diğer illerdeki müdürlüklerimizin tümünde eserler sahneye koydum. Bunlar; çocuk oyunları, müzikaller, operalar ve operetlerdir. Az önce de belirttiğim gibi iki yıl da Antalya Opera ve Balesi Müdürlüğü görevinde bulundum. Ayrıca Genel Müdürlük Başrejisörü olarak Genel Müdürümüz tarafından verilen direktiflerle bazı müdürlüklerimizde spesifik görevlerde de bulundum.

Eğitimci yönünüzden bahseder misiniz?


Mesleğimle ilgili olarak eğitimciliğimi genel anlamda ikiye ayırıyorum. İlki opera ya da tiyatroyu meslek olarak seçmek üzere eğitim almayan Ana Okulları, İlköğretim Okulları, Orta Öğretim Okulları (Ortaokullar ve Liseler) öğrencilerine verdiğim eğitimler. İkincisi ise özellikle opera ve şan eğitimi alan ve bu sanatı meslek edinmek üzere eğitim alan öğrencilere verdiğim eğitimler.

Bunlardan ilk grubu oluşturan çocuk ve gençlere verdiğim eğitimlerde amacım, öncelikle söz konusu kitleleri oluşturan bireylerin; bir amaç için birlikte ve yardımlaşarak çalışma yolları ve tekniklerini öğretmek, birlikte yapılan bu çalışmalarda kişiliklerini ortaya koymalarını ve güzel anlaşılır ve doğru konuşmalarını sağlamak, bedenlerini, duygularını ve becerilerini fark etme yani kendilerini tanımalarına yardımcı olmak, çevresindeki kişilerin ve meydana gelen olayların farkına varmaları ile ortaya çıkan krizleri çözebilmelerini sağlamak ve bunları bir sanat dalı aracılığıyla yaparak onları hayata hazırlamakta etkili olabilmekti. Bu çalışmalar sonucunda ilgili grupların yıl sonunda çalıştıkları oyunu sahnede sergilemeleri onlar için büyük bir heyecan, gurur ve keyif oluyordu. Onları ve başarılarını izlemek çocuklara ve gençlere olan inancımı ve umudumu güçlendirmiş ve gözlerimi yaşartmıştır. Bu arada sözünü ettiğim bu yaş grubunda yer alan bazı öğrencimin çeşitli üniversitelerin tiyatro ya da opera-şan bölümlerinden mezun olduklarını sonradan öğrendim. Bu da benim için ayrı bir mutluluk oldu tabii.

İkinci grubu oluşturan opera şan eğitimi alan ve bu sanatı meslek edinmek üzere eğitim alan öğrencilerim ise bazı konservatuvarların ilgili bölümünde okuyan gençlerdi ve onlara sahne dersleri kapsamında sahne çalışmalarının daha ayrıntılı yapılması; Sahne kuralları, anlatım, yorum, role uygun beden kullanımı, diksiyon vb teknik konularda eğitim verilmesi gerekiyordu.. Ancak sahne çalışmalarının, doğaçlama, yaratıcılık, farkındalık, güven çalışmalarının yanı sıra, üzerinde çalıştıkları eserin ve karakterlerinin analizi, bestecisi, eserin karakterleri, dönemi vb. hakkındaki bilgilerle de desteklenmesi gerekmekteydi. Bu kez amaç onları edinmekte oldukları meslek hayatına hazırlamaktı.


Tebessümler Diyarı operası

Operayı diğer sanatlar arasında nereye koyarsınız?


Her sanat dalı kendine özgüdür ve kendi disiplininde özeldir. Ancak opera sanatı, pek çok sanat dalını bünyesinde barındıran bir sanat dalıdır. Müzik, tiyatro, mimari, iç dekorasyon, resim, heykel, film/sinema, dekor-kostüm ve ışık tasarımları gibi pek çok ögeyi bünyesinde barındırır. Bunlardan sadece şan bile özel bir şarkı söyleme tekniğini gerektirdiğinden başlı başına zordur.


Kaldı ki opera sanatında sahne üzerindeki sanatçılar, oldukça uzun müzikal partileri ve çoğunlukla yabancı dillerdeki uzun sözleri ezberlemek ve eserin gerektirdiği dekor, kostüm, aksesuarları doğru biçimde kullanmak, rolünün gerektirdiği karakteri yaratabilmek zorundadır.


Ayrıca canlı icra edildiğinden ortaya çıkabilecek bir hatayı geri almak mümkün olmadığı gibi düzeltebilmek de imkânsız olabilmektedir. Dolayısıyla opera sanatı için en zor sanat diyebilirim.


1960’lı yıllarda Türkçe olarak sahnelenen klasik eserler, daha sonra orijinal dillerde de sahnelenmeye başladı ve bugün orijinal dildeki temsillerin baskın olarak çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Bu dil değişimi sizce Türkiye operasına nasıl etki etti?

Sözünü ettiğiniz yıllarda sahnelenen eserlerin izlenebilmesi ve halkın geniş kesimlerinin bu sanatla tanıştırılabilmesi için sözlerinin ve konusunun anlaşılır kılınması gerekliydi. Bugün sahip olduğumuz teknik imkânlar da bulunmadığından tek seçenek eserlerin sözlerinin dilimize çevrilmesi ve Türkçe olarak seslendirilmesiydi. Ayrıca bu yöntem aynı nedenle diğer ülkelerde de uygulanmaktaydı. Ancak, çevirinin notaya uyarlanması konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktaydı. Çoğunlukla anlam kaymaları yaşanabilmekte, zaman zaman ise eserin ses partilerinde bazı adaptasyonlar yapılmak zorunda kalınabiliyordu. Ayrıca çeviriyi yapan kişi ile notaya uyarlayan yani prozodik adaptasyonu yapan kişi ayrı kişiler olabiliyordu. Bu da uyarlamada bazı sorunlar yaratabiliyordu. Çeviri, özel teknikleri ve ilgili diller hakkında ciddi bilgiyi gerektirirken, sözlerin notalara uyarlanması da aynı oranda önemli müzik ve prozodi bilgisine sahip olunmasını gerektiriyordu.


Bu sorunların aşılması, ilerleyen teknolojinin imkânlarından yararlanılarak sağlandı. Bir bilgisayar kullanılarak çevirinin ışıklı panoya ya da projeksiyon perdesine yansıtılması bu soruna çare oldu diyebilirim. Ancak bu kez de zaman zaman başka sorunlarla karşı karşıya kalınabiliyor. Öncelikle sözlerin bilgisayara doğru olarak yazılması, sözel satırların müzikle uyumlu olmak üzere düzenlenmesi, sözlerin ve konunun bütünlüğünün sağlanması ve müzikle senkronize bir şekilde ışıklı pano ya da projeksiyon perdesine aktarılması gerekiyor. Bu arada son yıllarda ışıklı panodan vazgeçilerek projeksiyon perdesinin kullanılmaya başlanması dört beş satırlık aktarmalara neden olmakta. Bunun, özellikle eserin ansambl bölümleri için yararlı olmasının yanı sıra, üst yazıyı bilgisayardan aktaran kişi tarafından kendine kolaylık sağlamak için kullanılması sonra söylenecek ya da olacak olayların önceden seyirciye aktarılmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla üst yazıyı düzenleyen ve temsil sırasında uygulamayı gerçekleştiren kişinin aynı kişi olmasının yanı sıra söz konusu kişinin bu iş için donanımlı olması da özellikle önemlidir.

Eserlerin orijinal dillerinde seslendirilmesinde bir konunun daha üzerinde durmak gerekiyor. O da rolleri canlandıran sanatçıların eserin sözlerini doğru biçimde telaffuz etmeleri. Aksi durumda ilgili dili bilen seyircilerin olumsuz eleştirisi kaçınılmaz oluyor.

Samson ile Dalila operası


Türkiye’deki ilk opera üstyazısı uygulamasını siz yaptınız. O ilk tecrübeden ve izleyicilerin reaksiyonundan bahseder misiniz?


Sadece uygulamasını değil, eserin çevirisini de yaptım. Doğrusu o dönem benim için oldukça yoğun, yorucu ama öğreticiydi. Yıl 1998, eser Mozart’ın Don Giovanni operasıydı. Tüm gün boyunca sahne provalarına giriyor, geceleri de sabah en erken 05.00’e dek çeviri yapıyor, sabah tekrar provaya gidiyordum. Gerçekten o dönem bu işe ilişkin çok şey öğrendim. Üst yazı ile ilgili donanım ilk kez Ankara Devlet Operası Müdürlüğü tarafından alınmasına rağmen ilk uygulayan İzmir Devlet Opera ve Balesi oldu. Bu bana büyük bir sorumluluk yüklemişti. Bu yüzden çevirinin yanı sıra uygulamanın ne şekilde gerçekleştirildiği ve bunun bizim sanat dalımızda nasıl uygulanacağını çözebilmek için çok sayıda alt yazılı film seyretmiştim. İlk tepkiler, provalar sırasında kurum sanatçılarından gelmişti. Genel olarak bu uygulama herkesin çok hoşuna gitmişti. Kimisi harf hatalarını gösteriyor, kimisi o kelime yerine bu kelime olmaz mı diye soruyordu. Bu kadar ilgi, bu uygulamanın ilk kez gerçekleştirilmesi nedeniyleydi tabii. Seyirci de bu uygulamadan çok memnun kalmıştı. Ancak sözlerin yansıtıldığı panelin, sahne perdesi hizasının üzerinde yer alması nedeniyle, sözleri okumak ön birkaç sırada oturan seyirci için pek rahat olmamıştı.

Çok sayıda opera librettosunu ve üstyazıyı tercüme ettiğinizi biliyoruz. Opera üstyazı çevirisiyle film altyazısı çevirisi arasındaki farkları nelerdir?


Özünde birbirine çok benzer. Ancak, fiziksel olarak film altyazısı filmdeki aksiyon, olay ya da ayrıntıyı kaçırmaya neden olmaz çoğu zaman. Ancak bizim sanat dalımızın eserlerinin sahnelendiği salonlarımızda üst yazı kullanıldığından az önce de söylediğim gibi yazılar genellikle sahne perdesi hizasının üzerinde yer almaktadır. Bu da özellikle yoğun devinimin bulunduğu oyun operalarında seyircinin ya sahnede olanları ya da Türkçe sözleri kaçırmasına neden olabiliyor.

Çevirinin teknik özelliklerine gelince; Opera, Operet, Müzikal eserlerinin librettoları yani sözleri büyük bir çoğunlukla edebi ve/veya şiirsel bir dille yazılmıştır. Dolayısıyla, uyak kullanılmakta, devrik ve bileşik cümleler bulunmaktadır. Uyarlama sırasında çeviride yer alan cümlelerin anlam bütünlüğünün yanı sıra müzikal cümlelerin de uyumunun sağlanması gerektiğinden çoğu zaman eserin dilinin anlam çevirisi özelliğinde olması gerekmektedir. Bu arada bazı spesifik kelimelere yani bazı özel jest ve devinim gerektiren kelimelerin kullanıldığı yerlerin ilgili müzikal kesite gelmesine dikkat etmek zorunludur. Film altyazısında ise büyük bir çoğunlukla gündelik dil kullanıldığından böyle bir zorluk yaşanmaz. Sadece görüntü ile sözlerin senkronize olması yeterlidir.


Aida operası


Türkiye’de hiç sahnelenmemiş bir opera eseri prömiyere kadar hangi aşamalardan geçerek izleyiciyle buluşur? Her aşamayı anlatır mısınız?


Aslında daha önce sahnelenmiş eserler ile hiç sahnelenmemiş eserlere hazırlık aşaması aynıdır. İkisi arasındaki en önemli fark müziğinin daha önce çalınmamış ve kaydedilmemiş olmasıdır, ki bu bir opera rejisörü için çok önemlidir. Ancak müzik, nota yazımı programları kullanan besteciler tarafından ilgili programların özellikleri kullanılarak kaydedilebilmektedir. Elbette bir orkestranın çaldığı ve solistler ya da koronun seslendirdiği gibi olmaz ancak rahatlıkla kullanılabilir.


Birincil olarak eserin müziği, sözleri ve karakterleri rejisör tarafından analiz edilir. Eserin tüm ögeleriyle ilgili dramaturjik araştırma ve çalışmalar tamamlanır. Eserin hangi anlayışta, hangi devirde, ne nitelikte ve nasıl sahneleneceğine karar verildikten sonra gerekirse ve eserin yaratıcıları hayattaysa bazı değişiklik ya da düzeltmeler talep edilebilir ve/veya eserin orkestra şefi ile eserin yorumu ve dramaturjik açıdan yapılması gereken kesintiler konusunda görüşülür. Bu arada, eserin dekor ve kostüm tasarımcıları ile görüşülerek ilgili konularda görüş alışverişinde bulunulur. Eserde görev alan tüm sanatçılar (solo, koro, orkestra, bale) ilgili çalışmalarını tamamladıktan sonra sahne provalarına geçilir. Önce solistlerle tüm eserin provaları yapıldıktan sonra koro, varsa bale ve figüranlar provalara eklenir. Eserin makyajı olan ışık provaları tamamlanır. Orkestralı ve genel provalardan sonra artık eser seyirci karşısına çıkmaya hazırdır.


Konservavutar opera-şan öğrencilerine en önemli üç tavsiyeniz ne olurdu?


Opera-şan öğrencilerine ilk tavsiyem, zaten sahip olmaları gereken ses materyallerini geliştirirken, müzikal bilgilerini, bedenlerinin hareket yetilerini ve oyunculuklarını da en az şan kadar önemsemeleri ve aynı oranda geliştirmeleri; ikincisi, opera, operet ve müzikallerde çok sıklıkla kullanılan mitolojik karakterler, öyküler ve bazı eserlere konu olan romanlar ile dünya klasiklerini okumaları; son olarak içinde görev alacakları eserleri bir rejisör gibi çalışmalarını ve her eserin yeni bilgiler kazandıracağını akıllarından çıkarmamalarını tavsiye ederdim. Gerçek bir opera sanatçı olmak ancak böyle başarılabilir.


Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Başrejisörü gelecekte neler planlıyor?


Uzun zaman önce başladığım, ancak çok yoğun çalışma tempom nedeniyle yeterli zaman ayıramadığım bir çalışmam var. Dünyada yazılmış opera ve operetler konusunda ansiklopedik bir çalışma bu. Asıl özelliği besteci adlarına göre değil, eser adlarına göre sıralanacak olması. Bu çalışmanın ilk aşamasında içinden bambaşka araştırma konuları da çıktı ve bu beni çok heyecanlandırıyor. Amacım ilgili konuda meslek edinmekte olanlar ile sanatçılara farklı bakış açıları kazandıracak yeni bir kaynak sunmak. Kesinlikle ticari bir beklentim yok. Zaten böylesine çılgın bir işe girişmek ancak kendini mesleğine aynı derecede adamakla mümkün olabilir. Bunun dışında çocuklar ve gençlerle başlatmayı amaçladığım bir projem daha var. Bu oldukça büyük bir ekiple olacak, ancak izin verirseniz projemin tüm ayrıntıları tamamlanmadan daha fazlasını açıklamayalım. Sonuç olarak ömrüm oldukça yeni projeleri hayata geçirmeyi ve mesleki çalışmalarımı sürdürmeyi istiyorum.


bottom of page