top of page

Gerçeklik temsilinin yıkımı


Vik Muniz'in İstanbul'daki ilk solo sergisi, sanatçının Metakrom (Metachrome), Dergi Resimleri (Pictures of Magazine), Hiçbir Yerden Kartpostallar (Postcards from Nowhere) ve Repro serilerinden yapıtları bir araya getiriyor. Muniz, 11 Mart'a dek Dirimart Dolapdere'de görülebilecek olan sergisini Matt Hanson'a anlattı

Vik Muniz

İstanbul’daki ilk solo serginiz, sizin için kişisel ve profesyonel olarak ne ifade ediyor?

İstanbul zengin tarihi ve canlı çağdaş sanat sahnesiyle gerçekten harika bir yer. Aynı zamanda birçok kültürün, geleneğin, sosyo-politik söylemin bir araya geldiği bir merkez. İstanbul izleyicisinin işlerimi nasıl karşılayacağını görmeyi heyecan ve merakla bekliyorum.

Farklı teknik ve yaklaşımlarla ürettiğiniz Metachrome, Pictures of Magazine, Pictures from Nowhere ve Repro serilerinizi nasıl geliştirdiniz?

Her seride ya ikonografi ya da malzeme açısından bir önceki denemelerimden esinlendim. İşlerimde, özellikle dijital devrim çağının etkileşim yollarından doğan karmaşık yapılara kıyasla daha basit, daha arketipik kaynaklar ile daha doğal bir yol izledim. Temsiliyet vasıtasıyla yüzeye çıkan gerçeklik fikriyle ilgileniyorum. Şu an binlerce yıldır muhafaza ettiğimiz geleneksel gerçeklik betimlemesi ve sorgulamadan güvendiğimiz gerçeklik temsilinin bütünüyle yıkımına tanık oluyoruz. Farklı konularda yetkin pek çok kişi bu radikal değişimin göstergeleri ile ilgilenirken, ben konunun en ilkel ve içgüdüsel sebebine, algıya odaklanmayı seçtim.

Vik Muniz, Pictures of Magazine 2: Origin of the World, after Courbet, 2013, Ed. 1/6, Digital C-print, 100 x 125 cm

Bir sanatçı olarak, üslubunuzu geliştirmek için ne tür teknikler ve konular üzerine odaklandınız?

Sanatçı olmanın en iyi yanı, hiçbir şeyi dert etmeden her gün kendinizi işten kovup, ertesi gün tekrar işe alma özgürlüğünüz olması. Bütün kapıları açık tutmaya çalışıyorum ve belli bir malzeme ve tekniğe karşı önyargım varsa özellikle onlara yöneliyorum. Elmaslardan da resim yaptım, çöplerden de. Bir buçuk kilometreden uzun manzara çizimleri yaptım, toz parçalarının üzerine fotoğraf basabilen makinalarla çalıştım... Resim yapıyorum, çiziyorum, heykel yapıyorum, fotoğraf ve film çekiyorum, yazıyorum, ama aslında sadece ‘sanatçı’ olabilmeye çalışıyorum.

Sadece kendi ülkesine dair konulardan beslenmeyip, farklı coğrafyalarla da ilgili işler üreten, uluslararası bir sanatçı olmak sizin için ne ifade ediyor?

Uluslararası sanatçı kavramı, sanat fuarlarının ve bienallerin yaygınlaşmasıyla çarpıcı bir biçimde değişti. Küreselleşme, çağdaş sanatı daha genelgeçer ve uluslararası bir kitle için üretim yapmaya yönlendirdi; tabii bunda, New York ve Londra’da olup bitenlerin neden olduğu önyargılar da etkiliydi. Yerel sanat, genel itibariyle bu tip camialarda takdir görüyor ama bunun esas nedeni, bağlamdan ziyade, bu belirsiz söylemlere adapte olabilme yetisi. Bir tarafta, sanatçının dünyaya ve dünyanın kültürel dışavurumlarına beslediği açlık hissi, diğer tarafta ise bağlamına bakmaksızın kabul edilir işler ortaya koyma... Yani Hermes, Rolex ya da Nike ürünlerinin tüm dünyaya pazarlanması gibi. Bu da güçlü bir kültürel kimliği olan sanatçıyı, hem egzotik hem de izleyicisini taklit edebilen bir papağan ya da maymun gibi algılanmaya zorluyor. Yalnızca belirli bir hedef kitle için üretim yapan sanatçılara üzülüyorum, ama en çok da, bu durumu yeterince iyi bulanlar için üzülüyorum.

Vik Muniz, Postcards of Nowhere: Istanbul, 2017 Ed. 1/6, Digital C-print, 101 x 150 cm

Türkiye’ye dair konulara olan ilginizin kaynağı nedir?

Bir kültürü algılayışımın -yüzeysel de olsa- kafamda nasıl bir imge yarattığıyla ilgileniyorum. Türk kültürü Rembrandt, Rubens ve Delacroix gibi sanatçıların ilgisini çekmiş olsa da; Arap klasiklerinin çevirilerinin basılıp her yere dağıtılmasıyla, egzotik doğu masalları tüm Batı dünyasında infial yaratmıştı. 19. yüzyılda, bir Türk sarayı, harem hamamı, cariye odası veya detaylı İslami desenler kullanmaya özenen Avrupalı bir ressam bulamama gibi bir şansınız yok. Her ne kadar Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi yazarlar tarafından güncellendiyse de, benim kafamdaki Türk kültüründe de, hâlâ bu geleneksel batılı fantezilerinin izleri olduğunu yadsıyamam.

Peki siz Türk sanatı ve resminden etkilendiniz mi?

Hem evet, hem hayır. Batılı bir sanatçının, Türkiye ve Osmanlı kültüründen, öyle ya da böyle etkilenmemiş olması çok düşük bir ihtimal. Yine de Batı’nın çağdaş Türkiye kültürüne dair en iyi bildiği şey edebiyat. Türkiye çağdaş sanatı alanında çok bilgisiz olduğumu itiraf etmem gerek. Umarım bu İstanbul’a seyahatimde, durum biraz olsun düzelecek.

Dirimart ile iletişiminiz nasıl şekillendi? Şu anki serginin küratoryal sürecine dair düşünceleriniz nedir? Sergide yer alacak işler seçilirken bir şeylerden taviz verildi mi?

Bu Türkiye’deki ilk sergim olduğu için yakın tarihli farklı serilerimden küçük bir seçki sunmaya karar verdik. Yeni bir izleyici için güzel bir tanışma olacağını ve gelecek projeler için teşvik edici olacağını düşündük. Dirimart’ın uluslararası ilişkileri oldukça güçlü ve bu sergi de New York’taki stüdyom ve galerim aracılığıyla düzenlendi.

Vik Muniz, Sergi görseli

Brezilya’yla Türkiye’nin hem geleneksel hem de çağdaş yanlarını kültürel ve sanatsal açıdan karşılaştıracak olursak, ne gibi benzerliklerden bahsedebilirsiniz?

Bana kalırsa her iki ülke de zengin kültürel geleneklerin, değişen sosyo-politik senaryolara uyum sağlamaya çalıştığı yerler. Medya yenilikleri gerçekliği algılayışımızı zorluyor ve mutlak güvensizlik ve belirsizlik duygularını yaratıyor. Uzun vadede, müzik, dans, yemek ve zanaat gibi önemli kültürel tezahürlere sahip bizimki gibi kültürler, güçlü duyuları sayesinde dijital medyanın yarattığı değişen gerçeklik içinde yönünü nasıl bulacağını öğrenmeye daha yatkın. Popüler kültür sayesinde, bir ayağımızı nereye basacağımızı bilmesek de, diğer ayağımız bu gerçekliğin üzerinde durabiliyor.

Kentleşme ve medya kültürü arasındaki estetik bağlantıları, özellikle de dergilerin ve kentlerin görüntülerini yeniden üretme ve dönüştürme bağlamında nasıl algılıyorsunuz?

İki çeşit şehir vardır, mekanda var olan şehirler ve bir anı, bilgi ve sadece bir hayal olarak zihnimizde var olan şehirler. Pictures of Postcards serisi, bu iki kavramı kartpostalın ikonik yapısı ve kent ortamının sonsuz fragmantasyonuyla birleştirmek için mütevazı bir denemeydi.

Vik Muniz, Sergi görseli

Waste Land belgeseli gibi yaratıcı bir medyumun öznesi olmak ve filmde kültürel medya temsilini araştıran bir sanatçı olarak tasvir edilmek size neler hissettirdi?

Belgeselin öznesi olmanın yanı sıra belgesele yön veren kişi de bendim. Rotayı, istediğim yöne çekebilme şansım vardı, bu yüzden süreç sırasında kendimi çok çaresiz ya da korumasız hissetmedim. Film süreci reality show mantığıyla ilerlediği için, birçok kararı benim almam gerekiyordu. Bu durum, bir projenin oluşum aşamasında bazı şeylerin nasıl da değişebileceğini ve başarılı bir sanat projesi için gerekenin, hareket hâlindeyken bir şeyleri değiştirme ve dönüştürme cesareti olduğunu göstermiş oldu.

Sanat yazarlığı, sanat eleştirisi ve sanat tarihi yazarlığı hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Fotoğrafla ilgili fikirlerinizi de merak ediyorum.

Sosyal medya eleştiriyi resmen atomlarına ayırdı. Günümüzde herkes birer küratör, eleştirmen, editör ve kendi romanının baş kahramanı. Fiyat veya popülerlik gibi nicel unsurlar, yakın geçmişe dek sadece nitelik üzerine kurulu olan değerlerimizi, gün geçtikçe daha çok etkiliyor. Elit tabaka, bir şeyin değerini biçmek için fiyatına itibar ediyor; kitleler ise ‘beğeni’ sayılarına. Bir imge, bir servete mâl olduğu ya da Instagram, Facebook ve Twitter’da beğeni rekorları kırdığı takdirde iyi oluyor. Her iki durum da görsel kültürün gelişimi için oldukça yıpratıcı çünkü pazarlama tekniklerinin kültürü nasıl değerlendirdiğimizi etkilemesine veya duygusuz algoritmaların duyularımızı yönlendirmesine izin veremeyiz. Resmin başına gelen en iyi şey fotoğrafın icadıydı. Dijital görselleştirme de, benzer şekilde, neredeyse iki yüz yıldır kişisel ve kolektif tarihimizi emanet ettiğimiz bu mekanik medyumu, irade ve hayal gücümüzün bir başka dışavurumu olarak algılama fırsatı doğurdu. Umalım ki fotoğrafı yeniden tanımlama çabalarımız, tıpkı resim sanatçılarının fotoğraf ilk çıktığında yaptığı gibi, samimi, duyarlı ve hâlâ karşılık veren izleyici ile buluşur.

bottom of page