Evin Sanat Galerisi’nde online bir açılışla sanatseverlerle buluşan Cansen Ercan’ın “çevrimiçi seçkisi” 21 Nisan'a dek sürecek. Sanatçının türlü biçimsel problemlerle yüzleştiği bir hesaplaşma alanı olarak resme işlev kazandırdığı bu çalışmalar, izleyici için de çetin, ama keşiflerle dolu bir sahayı işaret ediyor. Bizlere saf ve hakiki bir resim anlayışını muştulayan Ercan'ın resimlerini değerlendirdik
Yazı: Ali Kayaalp
Cansen Ercan, Portre, Tuval üzerine akrilik boya, 2019, 40 x 40 cm
Cansen Ercan’ın resimleri, zıtlıkları bünyesinde barındıran, kendi çelişkilerinden kuvvet alan bir gerilim dengesine oturan resimler olarak dikkat çekiyor. Bu büyüleyici resimler hem açık, hem kapalıdır; hem bir hikâyeye sahiptir, hem değildir; hem ressamın elinde, onun tamamen öznel dilinin biçimlendirdiği, saf bir resim anlayışının dilini konuşurlar ve onun sapasağlam çizgilere belirlediği bir görsel söylemin altını çizerler; hem de izleyiciye sayısız farklı bakımdan görme olanağını içinde barındıran yeni hikâyeler ilham etmenin vaadini taşırlar. Açıktır ki, tüm bu olanakların ışığında, sözü edilen resimler oldukça incelikli ve harikulâde zor bir konumun ara kesitine aittirler. En büyük çelişki de, ressamla izleyici arasındaki gerilimdir. Nedir bu gerilimin kaynağı? Cansen Ercan’ın resimleri, plastik bir dilin koordinatlarınca belirlenmiş resimler ve kapalılıkları, onları yaratan elin önceliklerinden ileri geliyor. Bu öncelikleri de resmin kurucu elemanları olarak belirlemek mümkün – oysa izleyici, plastik dilin ve kurucu unsurların yanında, hatta belki de onların öncesinde, resimde hikâye ve nirengi noktası arıyor; hepsi değilse de, azımsanamaz bir bölümü için bu söylenebilir. Bu kapalı resimlerin her birine bir hikâye atayanlar da, izleyiciler. İcra edenin ve izleyenin bakışından ve görüşünden kaynaklanan bu farkın, Cansen Ercan’ın resimlerine her seferinde yeni ifade olanakları sağladığını söylemek mümkündür.
Bu durumu güçlendiren bir başka unsurdan bahsedilmesi gerekiyor: Cansen Ercan’ın çok sayıda sergisi oldu ve bu sergilerin, benim erişebildiğim tüm kataloglarındaki ortak özellik, metnin yokluğu. Bu oldukça önemli bir işarettir. Sanatçıların çok büyük bir bölümünün, resimlerini onlara eşlik eden bir metnin varlığıyla desteklediği günümüzde, bunun belirgin biçimde aykırı bir tavır olduğunu söylemek mümkün. Bu aykırılığa rengini veren de özgüvenle taçlanmış bir beceri olsa gerek – sanatçının kelimelerin mevcudiyetine ihtiyaç duymadan icra ettiği ve sunduğu anlamıyla resimler, önceliği izleyiciye anlatacak hususi bir hikâye barındıran bir düzlemde ortaya çıkmış çalışmalar değiller. Belli bir strüktür içinde, birbirini tamamlayan unsurların şaşmaz bir geometri uyarınca kenetlenerek oluşturduğu bir görsel söylemin ve her şeyden önce, kendini tatmin eden bir büyük ihtiyacın verimleri; resim yapma itkisinin. Bu itki, Cansen Ercan’ın ürettiklerinde, muhtemelen diğer tüm imlerin önüne geçiyor – öncelikli olan, resmin bizatihi kendisini yaratma süreci ve bu sürecin kurgulamasındaki başlıca araçlar: renk, doku, leke, gölge, ışık, kompozisyon ve hepsinin birleşmesinden doğan strüktürün bütünlüğü. Bir araştırma alanı – tüm izlenen ve tüm gözlenenlerin, dakik ve tutarlı bir kurgu içinde birbirine eklendiği; ancak giderek doğadan farklılaşan bir başka şeye dönüştüğü ve o dönüşüm sürecinde kendi özgün ifadesini bir plastik değerler haritasında bulduğu bir araştırma alanı. O özgünlük, metnin olmamasıyla da perçinleniyor – öyle ki, nirengi noktası olmayan bir resmi değerlendirmenin, anlamanın tek referansı yine kendisi oluyor.
Cansen Ercan, Portre, Tuval üzerine akrilik boya, 2019, 40 x 40 cm
Bu bütünlük, kaçınılmaz olarak bir izlenimden yola çıkıyor ama besbelli bu, epey tarafsız bir izlenim; bir duygulanıma veya poetik bir ifadeye dönüşmüyor. Bu izlenim, mesela bir Kuzguncuk manzarası, ressama kurgulamak istediği resimsel yapı için bir temel sağlıyor ama Cansen Ercan onu işlemeye başladığı andan itibaren, kendi müstakil hüviyeti olan bir başka imgeye dönüşüyor. Cansen Ercan, bunu kendisiyle yapılan bir söyleşide şu cümlelerle açıklıyor: “Resmime bir hüzün katmak, resmine bir dramatik yapı yüklemek ya da resmime bakan duygulansın, hüzünlensin gibi bir kaygım zinhar yok ama yine de bunun altını çok fazla çizmek istemiyorum. Şundan dolayı; resmin kendi elemanlarıyla değerlendirilmesini istiyorum ve onun içine kendi duygusallığımın cümlesini kurmak istemiyorum. Bir edebiyatın, sözle ifade edilebilecek şeylerin elemanı olsun istemiyorum. Onu bir renk, biçim, armoni, kompozisyon olarak görelim, bu bana yeter.” Sanatçının kendi resmine dair, onun kurucu öğelerine dair ve bu kurucu öğelerin birbirleriyle kurduğu ilişkilere dair çok belirgin bir fikri var; ancak izleyici için, teşhir edilmeye başladığı andan itibaren, yaratıcısının sözel bir düzlemde asla anlamlandırmayı düşünmediği bu resimler, izleyicilerin çok çeşitli mimetik referanslarının odağına oturuyorlar. Bu bir gerilim odağı aynı zamanda ve odak belirginleşmeye başladığı andan itibaren de, izleyicinin de ressam kadar resim üzerinde hakkı oluyor. Nasıl bir hak bu? Bakma, anlama, algılama, etkilenme, konuşma, yorumlama, hikâye atama. Tüm bu edimler, bazen plastik değerlerler üzerinden iletilemeyebilir, bazı izleyicilerin referansları poetik bir nitelik taşıyabilir.
Cansen Ercan, Tuval üzerine akrilik boya, 2019, 180 x 50 cm
Bu izlekler Cansen Ercan’ın tüm resimlerinde izlenebiliyor – ancak özellikle iki tür var ki, bunlar ressamın üretimi içinde nitelik ve nicelik bakımından ağır basıyorlar; portreleri ve peyzajları. Peyzajlar, çıkış noktalarını doğadan alıyorlar, gerçek manzaralardan; ancak sonrasında, ressamın icrası içinde bambaşka bir imgeye dönüşüyorlar. Onları belirleyen, mekânın kendisinden çok, mekânın iki boyutlu düzlem üzerindeki plastik ifadesi oluyor. Bu durum, konu peyzaj olunca ortaya bir başka ikilemi çıkarıyor. Peyzaj, tüm resim türleri içinde doğayla en yakın ilişkide olan, doğrudan bir benzerliği en çok önemseyen tür sayılmalı – bu bağlamda, Cansen Ercan’ın peyzajlarında, örneğin sıkça işlediği Kuzguncuk semti (ki ressamın peyzajlarının önemli ilham kaynaklarındandır) bir çıkış noktası olabiliyor; fakat resim sonra erdiğinde, o sadece bir peyzajdır. İçindeki özgün hikâye, resmin plastik unsurlarının belirlediği bir büyük anlatının altında görünmez hâle geliyor; görünmez olmasa da, önemini yitiriyor. Hikâyenin yerine konuşan ve sesi duyulan da, resmin kurucu unsurlarıdır – onlar, peyzaj içindeki her öğenin, fiziksel gerçeklikten koparak, kendileri dışında birer leke, armoniyi belirleyen bir geçiş, ton, değer hâline geldikleri bir yeni resimsel gerçekliğin taşıyıcı sütunları olurlar. Resmi, doğadan ve konusundan böylesine uzaklaştırmak izleyicide bir yabancılaşma yaratabilir ancak her izleyici, resme kendi hikâyesini atayacaktır – bu bakımdan, yabancılaşma sadece anlık ve üstesinden kolay gelinebilir nitelikte olacaktır. Bu yabancılaşma, belki biraz da ressamın çalışmalarını isimlendirmekten kaçınmasıyla yakından ilintilidir; dikkatli bir gözün Kuzguncuk’tan veya Uzunkuyu’dan tanıdık, bildik bir manzarayı yakaladığı resimlerin hepsi de sadece “peyzaj”dır. Benzer bir tespiti, portreler için yapmak da mümkündür; bir modelden yola çıkılarak yapılan bu resimler, izleyiciye sunulduklarında artık bir resimsel değerler bütününü oluşturdukları ölçüde, çıkış noktaları olan modelin hikâyesinden uzaklaşır ve ona yabancılaşırlar – insanın yüzünün manzarası kendine özgü ve biricik kalsa da.
Cansen Ercan’ın yeni resimleri, 24 Mart-21 Nisan tarihleri arasında, Türk galericiliğinin köşe taşlarından olan Evin Sanat Galerisinde sergilenecek. Resmin, sanatçının türlü biçimsel problemlerle yüzleştiği bir hesaplaşma alanı olarak işlev kazandığı bu çalışmalar, izleyici için de çetin, ama keşiflerle dolu bir sahayı işaret ediyor ve bizlere saf, hakiki bir resim anlayışını muştuluyorlar.
Cansen Ercan, Peyzaj, Tuval üzerine akrilik boya, 2019, 135 x 170 cm
Comments