Feminist hareket ivmelenerek büyüyor, dördüncü akımı yaratıyor ve politik etkisini güçlendiriyorken hâlâ sanatçı kadınların görünürlüğünü tartışmayı sürdürmek oldukça yersiz aslında...
Yazı: Elif Dastarlı & Melis Cin
Astrid Göransson, Bloodstream, Billboard İstanbul projesinden Beşikta-Ortaköy Dereboyu Caddesi
Linda Nochlin’in “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?” sorusunu sormasından tam 50 sene sonra hâlâ kadınların sanat dünyasında az görünmelerini sorguluyor ve erkek sanatçılarla eşit önemde değerlendirilmelerinin çabasını veriyoruz. Feminist hareket ivmelenerek büyüyor, dördüncü akımı yaratıyor ve politik etkisini güçlendiriyorken hâlâ sanatçı kadınların görünürlüğünü tartışmayı sürdürmek oldukça yersiz aslında. Artık nicelik hesaplarının ötesine geçerek sanat ve feminizm arasındaki organik bağ üzerine düşünmek, sanatın asırlardır toplumsal uyanış, hareket ve değişimlerde oynadığı rolü günümüz açısından, özellikle de feminist hareket bağlamında tartışmak gerekiyor. Böylesi bir tartışmayı gerçekleştirmek, takılıp kaldığımız “görünürlük” meselesinin bir adım ötesine gitmemiz açısından elzem.
Solda: Selin Wutzler, Billboard İstanbul projesinden Şişli Abide-i Hürriyet Caddesi girişi
Sağda: Ekin Özbiçer, Billboard İstanbul projesinden Vodafone Park arkası tünel girişi
Kolektif feminizm
Feminizm ile sanat arasındaki ilişki üzerine düşünmek yeni bir olgu değil. Kendilerni feminist kolektifler olarak konumlayan sanatçılar, örneğin 1973’te Griselda Pollock ve Rozsika Parker ile Lisa Tickner gibi isimlerin kurduğu Women’s Art History Collective benzeri oluşumlar konuyu çok yönlü biçimde ele aldılar. Daha güncel bir örnek de ABD’de sanat müzeleriyle bağımsız sanat kuruluşlarının iş birliğini içeren ve kolektif olarak çalışan Feminist Art Coalition olabilir. Koalisyon, feminist düşünceyi ve pratiği bir çıkış noktası alarak kamusal alana geniş çaplı katılımı sağlamayı amaç ediniyor ve kolektif üretimden hareketle toplumsal olguları dikkate almak için kültürel bir kamusal alan oluşturmayı amaçlıyor. Bunu yaparken motivasyonları eşitlik sağlamak ve toplumsal baskıları tartışabilecekleri bir zemin oluşturmak. Benzer bir başka kolektif örneği de Berlin’de, Diana Sirianni ile Susis Rosenbohm tarafından 2019 yılında Woman Making Art in Public Space adıyla kurulan inisiyatif. Onlar da söylemlerini #metoo feminist hareketi üzerine inşa ederek toplumsal cinsiyet sorunlarını ve kesişimsel politiği kamusal alana taşımayı amaçlıyorlar. Sanatsal üretimlerini de bu zemini oluşturmaya aracılık edecek şekilde gerçekleştiren inisiyatif hem toplumsal bağlamda hem de özel olarak sanat alanında kadınlara karşı kurulan iktidar ilişkilerini hedefe koyuyor. Türkiye’de ise Ekim 2020’de farklı ülkelerden birçok sanatçı kadının katılımıyla gerçekleştirilen Billboard İstanbul projesi, toplumsal cinsiyet tartışmalarını gündeme getirerek eşitsizliği vurgulayan çalışmalarla İstanbul sokaklarında, reklam panoları üzerinde yerini aldı.* Benzer şekilde 2017 yılında Füruzan, Beyza Boynudelik, Nur Gürel, Ayşecan Kurtay, Didem Ünlü ve Ayşegül Sağbaş’ın bir araya gelmesiyle oluşan KRE Kolektif de sanat dünyasındaki hiyerarşilere karşı yatay örgütlenme ihtiyacından yola çıkarak, üretimlerini galerilerle sınırlı kalmadan alternatif alanlara taşıdı. Son zamanlardaki bu tür yapılanmalar aslında bize feminizm ve sanat arasındaki ilişkide kamusallığı önceleyerek ve ezber mekânların dışına çıkarak yapılan üretimlerin hem sanatta hem de kadın-erkek sanatçı ayrımındaki iktidar ilişkilerinde önemli bir rol oynadığını işaret ediyor; aynı zamanda feminist sanat kavramının da giderek güçlenmesine katkıda bulunuyor.
Solda: Eleanor Artin Portrait of the King, 1972, Sammlung Verbund Koleksiyonu, Viyana
Sağda: Nur Gürel, Sokakta Hanımefendi Mutfakta Aşçı Yatakta...
Feminist sanatın kamusallığı
Sanatçı kadınların görünür olma çabaları, gerek galeriler-sergiler sistemiyle domine edilen sanat ortamında gerekse erkeğin baskın varlığıyla kamusal alanda bir varlık mücadelesi olarak ortaya çıkıyor. Toplumsal yaşamda erkeğin birincil varlığı kanıksanmış bir olgu, hatta sokaklardaki anıt heykellerin çok büyük oranda erkek figürlerden oluşması bile yadırganmaz. Feminist sanat ise farkındalık yaratmakla işe başlar; örneğin 1960’larda Niki de Saint Phalle, halka açık mekânlara kadın figürleri yerleştirmiş ve bu tercihiyle başlı başına bir direnişe imza atmıştır. Feminist sanat ile çok farklı sayısız direniş örneği bulunabilir. 1980’lerde Guerilla Girls’ün Metropolitan Museum of Art gibi müzelerde kadınların yer alması için illa soyunmaları mı gerektiğini sormaları ve benzeri başka sorgulama temelli çalışmaları bu örneklerin başında geliyor. Sanatçı kadınların eylemleri, kendilerinin sanat ortamında varlık mücadelesi vermeleriyle yani sadece var olmalarıyla bile değerliyken aynı zamanda sanatın kamusallığını ve bu üretimde kimin ne kadar söz sahibi olduğunu tartışmamız gerektiğini de işaret ediyor.
Sanatın kamusallığına iki açıdan yaklaşabiliriz: Öncelikle, “beyaz küp”ün ötesine geçmek ve sanatı alternatif mekânlarda düşünmek, tahayyül etmek gerektiğini ısrarla vurgulamamız gerek. Bunu yaparken Brian O'Doherty’nin (1999) beyaz küp eleştirisinden hareketle, sanat galerisinin bütün toplumsal ve yapısal bileşenlerden soyutlanmış ve dönemin estetik normlarını, yargılarını empoze eden bir mekân olduğunu hatırlamak, aynı zamanda böylesi bir sanat galerisi anlayışında yıllardır cinsiyetçi bir düşüncenin hâkim olduğu ve kadınların eserlerine daha az yer verildiğini görmek şart. Öte yandan kamusal alanın da kadınların görünürlüğünü ve özgürlüğünü sınırlayan bir yer olabileceğinin altını çizmeliyiz. Kadının var olan eril toplumsal düzene ve ilişkilere “uyum” gösterdiği sürece, belirli sınırlar içinde özgür kalabildiğini düşünürsek, bir özne olmaktan vazgeçmeyerek sanatı kamusal mekâna taşımanın sanatçı kadınlar için aslında büyük bir eylem olduğunu anlarız; çünkü bu sadece kadının görünme ya da var olma mücadelesi değildir. Kamusallığın, birbiri içine geçmiş iktidar mücadelelerinin yer aldığı tartışmaya açık bir yanı da bulunur. Hanna Arendt’in (1958) görünüm alanı (the space of appaerance) kavramıyla de bahsettiği gibi, iktidar ve güç bu alanı muktedir kılar ve erkekler kamusal alanda güç ilişkileriyle varlıklarını pekiştirirler. Bu nedenle performans gibi çalışmalar ile feminist sanatın üretilmesi süreci, eleştirel bir diyalog yarattığı gibi bir direniş yaratmada da önemli rol oynar. Bu direniş, toplumsal cinsiyet başta olmak üzere birçok eşitsizliği ön plana çıkarır ve bir bilinçlenme yaratır; bunu yaparken sanatın sergilendiği geleneksel mekânlara erişimi olmayan toplumsal kesimi de sürece dahil etmeyi amaçlar. Çünkü geleneksel mekâna ulaşmak, kapısından girebilmek ve tüketebilmek de başlı başına sınıfsal bir tavırdır. Feminizm ve sanat arasındaki ilişki de tam olarak burada kendini gösterir, kamusal alanı lehine çevirir. Feminist sanat performans, yerleştirme ya da dijital sanat gibi henüz erkeklerce domine edilmemiş yeni medyumları gecikmeden kullandığı gibi günümüzde sosyal medyayı da negatif yönlerini sorgulamaktan geri kalmadan bir varlık alanı olarak görüyor ve böylece sanat yapma yönteminin imkânlarını genişletiyor. Sanat için yaratılan bu yeni alanlar, daha çoğulcu bir mekân oluşturduğu gibi kendine beyaz küpün içinde her zaman yer bulamayan kadın, kuir ya da etnik olarak farklı kimliklerden sanatçılar için de bir fırsat sağlamış oluyor.
Margot Pilz, The Last Supper, 1979, Sammlung Verbund Koleksiyonu, Viyana
Feminist estetik
Tüm bunlarla birlikte, sanatın farklı mekânlarda ve farklı şekillerde üretimi, alana özel bir estetik tartışmasını da beraberinde taşıyor. Çünkü belli zihniyetler öyle ezberlere ikna olmuştur ki, kamusal alanda sanatçı kadınlar tarafından üretilen sanatın neredeyse daha az sanat olduğu dile getirilir. Özellikle feminist sanat bağlamında böylesi bir söyleme pek çok kez, estetiğe dair kavramların geleneksel anlamda erkeklerin sanat üretimi ve deneyimleri ile belirlendiği için kadınları dışlayan bir kanon ürettiği cevabı verilir ve burada bu cevabı bir kez daha yinelememiz gerekiyor. Feminist felsefeciler belirli bir estetik tanımına ve tanımlanmış bir dizi değerlendirme kriteri dayatmasına karşı çıkıp bunların kısmen erkek sanatçıların üretimleriyle şekillendiğini savunurlar (Korsmeyer, 2004; Devereaux, 1998). Zaten dünyada sanat giderek toplumsal cinsiyet yargılarından arındırılıyor ve Avrupa merkezci sanat kanonuna alternatif olarak feminist estetik avantgarde sanatsal tavır yerini giderek daha da sağlamlaştırıyor; bunun parçası olabiliriz.
Geçen yıl Barselona ve Viyana’da gerçekleşen Feminist Avant-Garde of the 1970s. Works from the Verbund Collection sergisi, sayıları giderek artan feminist sanat etkinliklerinin en güncel örneklerinde biri. Aralarında Ulrike Rosenbach, Valie Export, Hannah Wilke, Cindy Sherman ve Martha Rosler gibi farklı ülkelerden 67 sanatçının iki yüz çalışmasının yer aldığı sergi, feminist sanatın retrospektifi niteliğine sahipti. Ama feminist estetik tartışmalarını güncel tutmak, çağdaş feminist sanata ve yeni sanatçılara her anlamda alan açmak özellikle Türkiye gibi toplumsal anlamda kadına dair yakıcı sorunlarla boğuşan bir ülke açısından birincil öneme sahip ve bunun için retrospektif nitelikli sergilerden ya da kadınları önceleyen sanat tarihi anlatısından daha fazlasına ihtiyaç var. Ancak bu şekilde feminist sanatı kadının görünürlüğü meselesinin ötesine taşıyabiliriz. Ayrıca farklı epistemolojileri içerecek şekilde kanon dışı alternatifler oluşturarak feminist estetiği nasıl inşa edeceğimiz de kuramsal tartışma alanlarını genişletmek kadar üretimi kamusal alana taşıyan feminist sanat atölyeleri, performanslar ve sergilerle mümkün.
Solda: Martha Rosler, Mutfağın Göstergeleri (Semiotics of the Kitchen), 1975, video
Sağda: Cindy Sherman Untitled, 1976, Sammlung Verbund Koleksiyonu, Viyana
* Sergi hakkında bir değerlendirme için bkz. Melis Cin-Elif Dastarlı, Feminist Katılımcı Sanat: Billboard İstanbul 2020 https://www.perspektif.online/feminist-katilimci-sanat-billboard-istanbul-2020/
Referanslar
Arendt, H. (2013). The human condition. University of Chicago Press.
Battersby, C. (1989). Gender and genius: Towards a feminist aesthetics (Vol. 578). Bloomington: Indiana University Press.
Devereaux, M. (1998). “Autonomy and Its Feminist Critics.” In Encyclopedia of Aesthetics. Vol. 1, edited by Michael Kelly, 178–182. New York: Oxford University Press
Korsmeyer, C. (2004). Gender and aesthetics: An introduction. New York: Routledge
O'doherty, B. (1999). Inside the white cube: the ideology of the gallery space. Univ of California Press.
Comments