top of page

Eksik olan ne?

Yazarın fotoğrafı: UnlimitedUnlimited

Heykeltıraş̧ Bahadır Çolak’ın Eksik Olan Ne? isimli sergisi 23 Mart tarihine dek Galeri Siyah Beyaz Ankara’da yer alıyor. Çalışmalarında iktidar ilişkileri, yerleşik algılar, sistem dayatmaları gibi konular üzerine yoğunlaşan, sonsuz tanımlamaları içinde barındıran bu hayli yüklü̈ kavramları heykelin dili ve farklı görsel dinamiklerle yeniden ele alan Çolak ile sanat tarihçi akademisyen Esra Aliçavuşoğlu’nun söyleşisini aktarıyoruz


SÖYLEŞİ: ESRA ALİÇAVUŞOĞLU


Bahadır Çolak, Yatay İktidar, 2020, Paslanmaz çelik, metal, 30x165x30 cm


Üretim pratiğini yaklaşık 10 yıldır takip eden biri olarak, aslında kimi kavramların senin zihnini sürekli olarak meşgul ettiğini görüyorum. Örneğin iktidar kavramı… Bir türlü bu hesaplaşmanın bitmediğini, hatta farklı kavramları da yanına çağırarak çoğaldığını ve çeşitlendiğini izliyorum. Bir heykeltıraş olarak senin bu kavramı tekrar tekrar ele almanı konuşabilir miyiz önce?

Çok küçük yaşlarda fark ettiğim bir şey vardı; insanlar birbirlerine benzer ya da paralel bir şekilde karar veriyordu, yani aslında kimse risk almak istemiyordu. Kişiler, mekanlar ve hatta zaman, dönem, anlık doğruları bireye dikte ediyor gibiydi. Dolayısıyla, her kurumun bir karar mekanizması var ve bu mekanizma, maalesef, hep keyfi ve kendi çıkarlarına göre çalışıyor. Kurum derken, Foucault’nun yapıtlarında bahsettiği ve ayrıntılandırdığı her şeyi kapsıyor; aile, okul, hastane, hapishane, işyeri, kamu kurumları, sosyal hizmet kurumları, yaşadığın apartman, oturduğun mahalle, vb. Bu mekanizmanın acımasız tarafları beni oldukça etkiliyor, biraz düşününce arkasında olan bitenleri de anlayabiliyordum. Ortada işleyen bir yönetim biçimi/leri vardı ve bunu da yöneten, gücü eline geçirmiş insanlardı. Birey üzerine düşünüp, kafa yormaya başladığımda, neden sorusunu sormaya başladığımda ise psikanalizle tanıştım. Farkında olmadan içine girdiğim araştırma serüveninde ana karakter insan(lar) olunca mecburen tarih, felsefe, din (inançlar), sosyoloji de devreye girdi. Anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken, bu durum beni ister istemez bu meseleler üzerine üretmeye itti. Ve iktidarın, insanın yaşamı boyunca iç içe olduğu, sürekli yüzleşmek ve hesaplaşmak zorunda kaldığı bir kavram olduğunu düşünüyorum.


Bu kavram senin heykelinde, başlangıçta neydi, şimdi nereye evrildi?

Başlangıçta bu kavram bana içinde bulunduğum durumları tanımlıyordu, kurulu düzendeki yerimi anlamaya çalışıyordum sanırım, dahil olduğum düzene bazı açıklamalar getiriyordum ve bunlar benim için birer konu başlığı haline dönüşüyordu. Sonrasında bu başlıklar heykel pratiğimde geometrik kompozisyonlar olarak yerini buldu. Bu konu üzerine çok fazla pratik yaptım ve üzerine düşündüm diyebilirim. Şimdi geçmişe baktığımda şunu çok net görebiliyorum; gerçekleştirdiğim araştırmalar beni her seferinde bazı imgelere doğru sürüklemeye başlamış. İmgeleri (arketipleri) Antik dönemden itibaren ele almaya başlarsak çokça örneğini görebileceğimiz bir tarihi var. Benim ulaştığım imgelerin yaşamımda her zaman yeri var. Ayrıca, bana düşündürdüklerinin tarihte de bir karşılığı var. Düşüncelerim bilgi ile harmanlanınca heykel pratiğimde kendine yer buluyor. 16 yıllık bir üretim sürecinden bahsediyorum. Heykel üretimimden önce, uzun bir süre teknik işler yapmış olmanın bana kattığı hayli güçlü bir deneyim var; bilgi ve deneyim ile sürecin harmanlandığını söyleyebilirim.


Bahadır Çolak, Çoğulcu Denetim, 2019

Paslanmaz çelik, alüminyum, 70x135x16 cm


Günümüz sanatçıları, kültürel kimlikler, iktidar ilişkileri, cinsiyet, ötekilik gibi temalar üzerine yoğunlaşarak, sistemin dayattığı olgulara karşı duruşlar geliştiriyor, düzensizliklere dikkat çekerek ve eleştirerek, imge, anlam arayışları gerçekleştiriyor. Sen de, uzun bir süredir işte bu iktidar mekanizmaları ve sistemin üzerine kurulduğu kavramlar bağlamında düşünüyor, iş üretiyorsun. “Sistem” sana neyi dayatıyor ve sen bunu heykele nasıl geçiriyorsun?

Sistemin bütün canlılara hükmettiğini ve hepimizi yönettiğini düşünüyorum. Bunun dışına çıkmak için bir seçeneğimizin olmadığını, sadece daha sorunsuz bir dünya için yeniden düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, sürekli uyuşma hali içindeyiz, birçok problemle karşılaşıp, yüzleşmekten kaçınıyoruz, görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Bu bir tür kaçış yöntemi mi? diye düşünmeden edemiyorum. Tehdit ne kadar büyükse, çaresizlik de o kadar büyüyor sanırım insanın içinde.


İnsanları uyandıracak, farkındalık yaratacak dokunuşlar olması gerektiğine inanıyorum; bunu heykellerimle yapmaya çalışıyorum. İzleyiciye bir yüzleşme alanı yaratarak, kendilerine soru sorabilecekleri, yaşamları üzerine yeniden düşünebilecekleri önermelerde bulunuyorum.


Foucault’nun düşünceleriyle devam edecek olursak; her şeye egemen olduğuna inanan iktidar, travmalar yaratmakta son derece usta… Ruhlarımızı ve zihinlerimizi terbiye eden işlevini hemen her şekilde bize hatırlatıyor.

Sürekli kontrol altında olmak, her daim iktidar mekanizmasını ensemizde hissediyor olmak, yaşamımızın kaçınılmaz bir parçası haline geldi. Zihnimizin bir kenarında sürekli bir hesaplaşma yaşıyoruz, kendi kendimizi takip eder durumdayız. Baskı üzerimizde bir oto-kontrol oluşturmuş durumda, denetim mekanizması da yine biziz. Aslında kendi kendimizi yiyip bitiren bir canlıya dönüştüğümüzü düşünüyorum.


Bazı işlerimde hareket meselesi son derece önemli; sürekliliği olan, kendini tekrar eden hareketler hipnotik bir durum yaratıyor diyebilirim. İzlerken uyku haline geçmek, tam anlamıyla izleyiciyi uyutmak, uyuşturmak, kendini döngüye kaptırıp gitmek… Oyun oynar gibi. Bir yandan da bu süreçte kendinle yüzleşmeye devam ediyorsun, tamamen zihinsel bir odaklanma var. İzleyiciyi bir heykel fikriyle uyutma! Uyuşturma fikri. Belki izleyicide bir yerlere dokunur, bazı uyanışlar olur. Gerçekleri zihnimizde uyandırdıktan sonra kabul etme evresine gelebiliriz belki.


Malzemen de bütünüyle değişti. Aslında mermerin izleyicinin bakışını kıran, tek taraflı ve kütlesel biçimselliğinden, metalin yansıtıcı ve karşılık veren, bir tür diyaloga olanak sağlayan yapısına geçtiğini düşünüyorum. Malzeme kavramlarla ilişkinde nasıl bir rol oynuyor.

İzleyicinin sadece bakan kişi konumunda olmadığı, aksine aktif bir rol oynadığı, oluşturmaya çalıştığım illüzyonun bir parçası haline geldiği sürecin peşine düştüm aslında… Malzeme seçimim tamamen yansıtıcılık arayışımdan kaynaklandı. Bu malzeme ile uzun bir serüvenim var. 10 yılı aşkın bir süredir bu malzeme ile denemeler yapıyorum, kamusal alan için ürettiğim çalışmalarım var. Malzemeyi yücelten bir sanatçı değilim ama malzemenin dilini önemsiyorum. Fikrimi en iyi yansıtabilecek malzemeyi bulmaya çalışıyorum üretim sürecimde. Bu serginin düşünsel bağlamında yansımanın önemli bir rolü vardı. Metal yüzeyin isteğime bağlı olarak, yansıtıcı bir biçimde kurgulanabiliyor olması onu seçmemdeki en önemli etkendi. Serginin tamamında sadece bu malzemeyi kullanmayı tercih etmemin nedeni de serginin genelinde yakalamaya çalıştığım bütünlük duygusuydu.


Yukarıdaki soruyla da ilişkili olarak, farklı farklı kurguladığın görsel ve anlamsal yapılar var işlerinde. Yansıma, yansıtma, Baudrillard’ın simülasyon kavramı gibi, üzerine çokça düşünülmüş ve hala düşünülen kavramları heykelin diliyle çözümlemeye çalışıyorsun. Bu süreçleri de anlatır mısın?

Bu sergide heykellerin odak noktasına izleyiciyi koymaktayım, işlerle karşılaştıklarında yaşayacakları deneyim, yansıma aracılığıyla farklı boyutlara taşınıyor. İktidar tarafından dikilmiş bir obeliski ele alalım; insanların algılarıyla oynayarak onları şaşırtacak büyüklükte bir yapıyla karşı karşıya getiriyorlar. Bu durum hem teknik, hem de anlamsal olarak insanların kafalarını kurcalamaya başlıyor. Bireyin sisteme itaat etmesini sağlayan en temel öğelerden biri oluyor. Toplum kontrol ve manipüle ediliyor. Şimdi daha güncel bakalım; bugün dünya sibernetiğin olduğu bir yer! Olmayan birçok şeyin illüzyonunu yaratıp sonrasında propaganda yaparak inanmanızı istedikleri gerçeklere bizleri inandırmaları o kadar kolay ki... Monolit yapıları heykel pratiğimde çok sık kullanılırım, bu sergide de zaman zaman tavandan sarkan, duvarda asılı olan ve yerden yükselen örnekleri bulunmakta. Her birini, bilinmez, kimliksiz bir iktidar olarak görmek istedim. Kompozisyondaki öğelerin yansıtma ya da yansıma durumu sessizce çevreyi anlama ve yeniden düşünmeyi başlatabilir diye düşündüm.


Bahadır Çolak, Medeniyetlerden Sonra, 2020

Paslanmaz çelik, metal, 210x31x30 cm


Hareketli aynanın sürecini de merak ediyorum…

İnteraktif bir duvar ya da yüzey yapma düşüncesi her zaman aklımdaydı; bir çok farklı tasarım oldu ve sonuçta bu iş çıktı. Bu sergi için özellikle yaptığım bu işe interaktif ayna diyebilirim. Sergi bağlamında izleyiciyi düşürmek istediğim bir durum vardı kafamda, kendimce ortaya attığım bir teori ve yaptığım heykel de bunun bir modülü… Kısaca bahsetmek gerekirse; sıradan bir günün gerçekliğini sorgulamaya başlasak nasıl olur diye düşündüm, etrafımıza baktığımızda hiçbir şeyin gerçek olmadığına inansak nasıl olurdu? Matrix filmindeki gibi… Bütün gördüklerimiz aslında simülasyon, tamamen gerçek değil sadece bize sunulan kurgunun bir yansıması, çevremiz tamamen soyut ve biz onu zihnimizde somutlaştırıyoruz buna da hayat (yaşam) diyoruz! Gibi… Elbette ki durumu anlamak basit değil. Şimdi bir aynanın karşısında durduğumu hayal ediyorum ve o aynaya yansıyan görüntünün gerçek benin yansıması olduğuna inanıyorum. Bir yandan aynayı fiziksel olarak ele aldığımızda iki boyutlu bir obje olduğunu gözlemleriz, aslında çok küçük de olsa bir kalınlığa sahiptir ama biz bunu duvara asılmış bir resim gibi düşünürüz çünkü bizim için düz bir yüzeyden ibarettir. İşte tam bu noktada yapmak istediğim, aynanın fiziksel olarak boyutunu değiştirmek… Artık baktığınızda iki boyutlu olmayacak, tamamen üçüncü boyuta çıkacak. Ayna merkezinde bir hareketle ileriye ve geriye doğru hareket eder ve artık fiziksel olarak bir resim gibi durmaz. Aslında tamamen üçüncü boyutu bize göstererek başka bir şeye dönüşür. Peki yansıma? Karşısında durduğumda ne olacak, ayna üzerinde ne göreceğim? Elbette mekan karmaşıklaşmaya başlayacak, ben boyutlarımı değiştireceğim ve sürekli olarak tanımlayamadığımız bir illüzyon izleyeceğiz. Bu durumda kim gerçek? Sürekli olarak mekan boyut değiştiriyor ve kendi yansımam çoğalıp, azalıyor! Şimdi kendime soruyorum, ben gerçek miyim? Etrafım gerçek mi? Olan biten her şey gerçekten de doğanın bir parçası mı yoksa birilerinin kurgusu mu? Neresi gerçek? Ayna fiziksel olarak üç boyutluydu ama biz onu hep iki boyutlu bir düzlem olarak gördük, aynayı üçüncü boyuta taşıyan kalınlığını görmezden geliyorduk, dolayısıyla ayna soyut olarak üç boyutluydu. Ancak işin içine hareketin girmesi, aynanın kendi kalınlığının dışında gözlemlediğimiz bir üçüncü boyut gerçeğini bize gösterdi. Artık ayna soyut olarak değil, somut olarak üç boyutlu oldu! Aynanın gerçeğin temsili olduğu fikri ile ona bakanın gerçek, görülenin de yansıma olduğunu biliriz. Fakat burada var olanı yansıtan değil, onu değiştiren bir ayna var, böylelikle görünenin değil gösterenin (öğretilmiş değerler, inançlar vs..) konumu hakkında düşünmeye alan açıyor.


Amacım, izleyiciye inandığımız gerçeklerin zemininin, bir anda ayağının altından kaysa ne olacağını hissedebilecekleri bir deneyimin yaşatmak. Duvarda bir ayna var ve bu ayna sürekli ileriye geriye hareket ediyor sanki canlıymış gibi nefes alıyor.


Bahadır Çolak, Yatay İktidar, 2020, Paslanmaz çelik, metal, 30x165x30 cm


Platon’un mağara alegorisinden, Baudrillard’ın simülasyon kavramına hatta Lacan’ın Ayna Evresi teorisine kadar uzanan çok kapsamlı ve karmaşık olgularla yüklü bir süreç bu üzerine düşündüğün… Peki sergiye adını veren, bir işinin de odağını oluşturan Eksik olan ne ve kontrol kimde? Sorularına nasıl cevaplar verebiliriz?

Yaşadığımız düzenin üzerine asırlardır düşünülüp, yazılıyor ve insanoğlu sürekli cevaplar arıyor, sanırım henüz somut bir cevap elimizde yok! Tekrar tekrar düşünelim, beraber düşünelim!


İlk kez bu denli yoğun oyunsuluk ve renk var işlerinde. Yoyolardan ve alt anlamlarından bahsedebilir misin?

Yoyoların icadı 16. yüzyıla dayanıyor ve kullanım alanı oyun değil, aksine yoyo bir silah, savunma ya da saldırı aracı. 20. yüzyılda da ise oyuncak olarak yeniden ortaya çıkıyor, popüler oluyor ve satılmaya başlıyor..


İzleyiciyi kandırmak istedim sanırım! Oyun ve renk daha önce de yapmış olduğum bazı heykellerin içerisinde vardı ancak bu kadar yoğun bir arada ilk defa kullanıyorum. Yoyo biçimine ulaşmak tesadüfen oluşan bir durum değil, bireylerin sistem içerisindeki teslimiyetinden yola çıkarak yapmaya karar verdiğim bir heykel grubu. Hayatın bir dram, bir oyun olarak değerlendirilmesi fikri ile ilişkili. Örtük gerçekler çok ilgimi çekiyor. Bu yoyoları tasarlarken kafama şöyle tanımlar getirdim: kendi kendine hipnoz durumu – (self hipnoz), neydi bu self hipnoz? Tamamen insanların kendini her gün şikayet ettikleri bu sistemin içerisine bilinçli bir şekilde teslim etmesiydi. Örneğin, çevreden kendini soyutlayıp, kulaklıkla müzik dinleyerek zihni meşgul etmek buna bir örnek olabilir. Yoyo da aynı şekilde, uzun bir süre kendinizi oyalayabileceğiniz bir obje; aklınızı tekrar hareketiyle hipnoz altına alabilir var olan her şeyden soyutlamayı başarabilirsiniz. Kişi ne zaman kendini sistemin dayatmalarından soyutlamak isterse o zaman bu sürecin içerisine girebilir.


Heykellerini tasarlarken, psikanalizin ve mitolojinin terminolojisini de kullanıyorsun...

Mitoloji ve psikanaliz ilgi alanlarımdan bazıları diyebilirim. Uzun bir süre sanat tarihini tekrar ederek, inceleyerek ve düşünerek zaman geçirdim. Halen geçmiş dönemlere bakıp kim neyi neden yapmış diye inceliyorum. Zamanın döngüselliğinden yola çıkarak yapıyorum sanırım bunu. Mitolojiyle olan merakım, hikayelerin günümüzdeki yansımalarını keşfetmemle ve hikayeleri günümüz ile birleştirmemle başladı. Güncellenen hikayeler ve eksenindeki meseleler üzerine düşünüyor olmak kendimi psikanalizin içerisinde bulmama neden oldu diyebilirim.

Comments


All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page