Sanatın tarihi depremler, salgın hastalıklar, savaşlar ve yangınlar gibi doğal ya da insan elinden çıkma felaketleri konu edinen çok sayıda yapıtı içeriyor. Afet zamanlarında sanatın dokümante etme, bir tür arınma yaratma ve bir tür ağıt yakma işlevini üstlendiğini görüyoruz. 6 Şubat’ta yaşadığımız felaketin ardından sanat ve felaketler arasında bulunan bağ üzerine düşünüyoruz
Yazı: Fırat Arapoğlu
Sanatın tarihi depremler, salgın hastalıklar, savaşlar ve yangınlar gibi doğal ya da insan elinden çıkma felaketleri konu edinen çok sayıda yapıtı içermektedir. Bu açıdan bakıldığında sanat ve felaketler arasında doğrudan bir bağ olduğu rahatlıkla söylenebilir. 6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye ve Suriye’yi vuran depremler sonucunda milyonlarca insanın hayatı etkilendi ve insanlık, şu an bir yanda kederi öte yandan ise öfkeyi eşzamanlı olarak yaşıyor. Türkiye özelinde resmî olarak hayatını kaybeden insanların sayısı 50.000’i aştı ve bilim insanları bu rakamın çok daha fazla artacağı konusunda ortak düşünceye sahip. Nitekim deprem çalışmalarını koordine etmek için görevlendirilen bir vali, durumun görünenden beş kat daha kötü olduğu şeklinde bir açıklama dahi yapmıştı.
Depremler toplumsal, ekonomik ve kültürel alanda birçok yıkımı beraberinde getiriyor. Bu son depremin toplumsal hafızada çok sayıda trajediyi içereceği açık. Örneğin, mezarlıklarda yer kalmadığı için bazı şehirlerde naaşlar toplu gömülürken, hayatını kaybeden insanların çoğu depremde değil, günlerce enkaz altında kaldığı için hayatını kaybetti. Arama kurtarma çalışmalarına, çoğu uzmana göre erken bir zamanda son verilirken artçı sarsıntılar yaşanmaya devam etti. Bugün itibarıyla binlerce insan başka şehirlere göç etmişken, durumu olmayanlar çadırlarda ve konteyner evlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Ekonomik açıdan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) raporuna göre deprem bölgesinin kalkınması için gereken tutarın 150 milyar dolar olduğu düşünülüyor ve depremler, aynı zamanda, ülkenin ekonomik büyümesini olasılıkla 1.2 puan aşağı çekecek. Kültürel açıdan ise bazı kültürel miras yapıları onulmaz hasarlar aldı. Hatay başta olmak üzere Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş ve Diyarbakır’daki arkeolojik alanlar ve dinî yerler, birçoğu hâlâ aktif olan ibadethaneler zarar gördü. Bugün dahi depremin yerel topluluklara ve onların mirasına verdiği zararın boyutunu ve ölçeğini doğru bir şekilde belirlemek oldukça zor ama yıkımın bir kısmının fazlasıyla kalıcı olduğunu söylemek hiç değil. Böyle bir durumda sanat ve felaketler arasındaki ilişkiyi nasıl bir perspektifte serimleyebiliriz? Yakın tarihli örneklere değinebilir ve ardından felaketler sonrasında neler yapabileceğimize dair öneriler getirebiliriz.
Depremler, bir coğrafî bölgenin kültürel manzarası üzerinde derin bir etki yaratır ve tarih boyunca sanatçıların bazı yapıtlarında felaketlerden esinlenerek yapıtlar ürettikleri görülebilir. Depremler yukarıda özetlendiği gibi insanlık üzerindeki etkisini sürdürüyor. Örneğin, 11 Mart 2011’de meydana gelen Tohoku Depremi ve Tsunamisi’nde 19.747 kişi yaşamını kaybederken, Japon ekonomisi yaklaşık 360 milyar dolar zarar görmüştü. Bu felaketten esinle Köpük isimli çalışmayı üreten Japon sanatçı Kohei Nawa, sabunlardan meydana gelen baloncuklardan oluşan bulut benzeri manzaralar yaratmıştı. Bu yerleştirmedeki formları üretmek için deterjan, gliserin ve sudan oluşan bir kombinasyon kullanan sanatçı, karışım sonrasında zeminde bulunan hava akımını kullanarak, büyük boyutlarda bulut benzeri şekiller oluşturmuştu. Çalışma, deprem sırasında kaybolan birçok hayatı sembolize eden kırılgan köpük bulutlarını içeriyordu. Köpükler yaşamın kırılgan doğasını görünür kılarken, çalışma, özünde, depremin bıraktığı enkaz yığınlarından ilham alarak yaşamın kırılganlığına dikkat çekmeyi amaçlıyordu.
Kohei Nawa, Köpük, Yerleştirme, Hôtel Salomon de Rothschild, Paris, 2018 Fotoğraf: Omote Nobutada | Sandwich
Afet zamanlarında sanatın dokümante etme, bir tür arınma yaratma ve bir tür ağıt yakma işlevini üstlendiği görülmektedir. Bu tür yapıtlarda bir tür yürekleri burkan, sıklıkla ham, kederli ve yer yer korkutucu imajlar karşımıza çıkar. Bu trajedilerden bir ülkeyi ve ulusu derinden etkileyenlerden birisi de 2010 yılındaki Haiti Depremi olmuştu ve deprem birçok sanatçının felaketi ve sonrasını konu edinen yapıtlar yaratmasına neden oldu. 7,0 Richter büyüklüğündeki deprem ve artçı depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısının 50.000 ila 100.000 arasında olduğu tahmin ediliyor. Deprem sonrası Haiti sanatında yıkımı anlatan günlükler oldukça yaygın hale gelmişti. Örneğin Evelyne Alcide’nin 2010 tarihli Séisme (Deprem) çalışmasında ezilmiş bedenler, derme çatma mezarlar ve kopmuş uzuvları gösteren renkli boncuklarla oluşturulan bir çalışmaya tanık olunur. Haiti asıllı diğer bir sanatçı Edouard Duval-Carrié de, Haiti’nin tarihi ile deprem arasındaki ilişkiyi araştıran bir dizi tablo yarattı. Bu çalışmalar, Haiti halkının direncini ve felaketin ardından nasıl hayatta kalabildiklerini ve yeniden dayanışmayla yurtlarını inşa edebildiklerini göstermiştir.
Evelyn Alcide, Deprem (Séisme), 2010, boncuklar, iplik, polyester, Fowler Museum, UCLA
Tarihten bu yana depremin sanat tarihinde çeşitli vesilelerle sunulduğuna tanık olunmaktadır. Birebir depremle ilgili olmasa da Katsushika Hokusai’nin Kanagawa Oki Nami Ura (Kanagawa Açıklarında Dalga Altında) isimli çalışması, teknelerin ve balıkçıların üzerinden geçmekte olan büyük bir dalgayı tasvir etmektedir. Japonya’da Kanagawa açıklarında yaşanan bu olayda arka planda Fuji Dağı görülür ve eserdeki dalga tsunami olarak aktarılmasına rağmen, Hokusai esasen “okinami” (açık deniz dalgası) olarak tanımlamıştır. Çalışma zamanla Japonya’daki doğal afetlerin yıkıcılığını sembolize eden bir simgeye dönüşmüştür.
Katsushika Hokusai, Kanagawa Açıklarında Dalga Altında, 1831, Ukiyo-e (Ahşap Baskı), 25,7 x 37,9 cm
2008’de 7.9 büyüklüğünde bir deprem Çin’in Siçuan eyaletinin dağlık bir bölgesini vurmuştu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmî olarak açıkladığı rakamlara göre 87.150 ölü ve 17.923 kayıp vardı. Tahmini 5.000 öğrenci de okul kalıntılarında hayatını kaybetmişti. Çinli sanatçı Zhang Huan da kültürel miras bağlamında bir bina şeklinde ve Budizm’den ilham alan 49 Gün isimli pagoda heykelini 2009 yılında üretmişti. Pagoda’da başını devasa tuğla yapıdaki bir açıklıktan sokan domuz görünür ve bu doldurulmuş domuz, depremin molozlarında yağmur suyu ve çürümüş odun üzerinde kırk dokuz gün yaşayan gerçek bir çiftlik hayvanına referans verir. Halk bu domuzu kahramanca hayatta kalmanın simgesi olarak görmüştür.
Zhang Huan, 49 Gün, Yerleştirme, 2009
Türkiye’nin de uzun bir deprem geçmişi var ve bu durum ülkenin sanat ve kültürüne de yansıyor. Birçok sanatçı, depremlerin neden olduğu yıkım ve trajedinin yanı sıra depremlerden etkilenen farklı toplulukların direncini ve gücünü anlatan eserler yarattı. Örneğin, 17 Ağustos 1999 depreminin ardından İsrail hükümetinin Sakarya’da depremzedeler için inşa ettiği prefabrik kentte depremde ölenlerin anısına sanatçı Bubi (Hayon), 2000 yılında bir Deprem Anıtı yaptı. Betonla kaplanan bir çukura depremde ölen veya yaralanan kişilerden kalan eşyalar halkla birlikte doldurulduktan sonra, sanatçı anıt yapıtı gerçekleştirdi. Anıttaki borular birbirlerine sarılarak ölen insanları simgeliyor.
Sonuç olarak sanat ve deprem ilişkisi karmaşık ve çok yönlü. Depremler, tarih boyunca sanatçılara ilham vermiş ve etkilenen bölgenin kültürel manzarası üzerinde etkili olmuş. Depremlerin arından zarar gören kültürel mirasın korunması ve restorasyonu söz konusu olduğunda da zorluklar ortaya çıkabiliyor. Bununla birlikte sanat yoluyla depremler bir tür arınma ve iyileşme aracına dönüşerek doğal afetlerin çevre ve insanlık üzerindeki etkilerine dair farkındalık yaratmanın bir yolu olabiliyor. Peki bir felaket sonrası sanatçıların ve sanat pratiğinin desteklenmesi nasıl oluyor?
Ciddi bir depremden sonra, toplumun diğer üyeleri gibi sanatçılar da bundan etkileniyor. Birçok kuruluş, depremden etkilenen sanatçılara destek olmak üzere yardım sağlamaya çalışıyor. Bu tür organizasyonlar bağış yapmak, sanatçıların kendi ayakları üzerinde durmalarına ve yaratıcı pratiklerini yeniden kurmalarına yardımcı oluyor. Ayrıca deprem sonrasında farklı kültürel toplulukların, travmayla başa çıkmak ve kendilerini ifade etmek için sanatsal girişimlerde bulundukları görülüyor. Bu girişimleri desteklemenin, sanatçıların kriz zamanlarında bile çalışmalarına devam etmesine yardımcı olacağı açık.
Bu noktada depremden etkilenen sanatçılardan sanat eserleri satın almak ya da deprem yaralarını sarmak için düzenlenen etkinliklerden eserler satın almak genelde o bölgenin insanlarına özelde sanatçılarına finansal destek sağlıyor ve çalışmalarına devam etmenin yolunu açıyor. Bunun için ayrıca depremden etkilenen sanatçıların veya deprem sonrası yardımcı olmak için sergiler/etkinlikler düzenleyen sanatçıların çalışmaları hakkındaki sosyal medya aracılığıyla bilgilerin paylaşılması etkili olabilir. En nihayetinde sanatsal pratikleri yeniden inşa etmek ve sürdürmek için sanatçılara atölye alanı, materyaller veya rezidans programları gibi kaynaklar sağlamak ve onları kontenjanlarda ön planda tutmak gerekir. Depremlerden etkilenen sanatçılara destek sağlayarak, etkilenen topluluklarda iyileşme ve dayanıklılığın desteklenmesine yardımcı olabiliriz. Dayanışarak kazanmanın yolu buradan geçme olasılığına sahiptir.
Comments