Beşiktaş JK Stadı'nın inşaasından itibaren içindeki müzenin hazırlanma sürecini kaleme alan endüstriyel tasarımcı ve müzebilimci Burçak Madran, stadın özelliklerini; futbol gibi "eril" bir konuya, kadın küratör ve tasarımcıların nasıl dahil olduğunu anlattı.
Çok “eril” bir müze
2015 yılının serin ve yağmurlu bir Temmuz gününde Normandiya’da bir çiftlik evinin bahçesinde otururken Yeşim Demir’den gelen telefonla başladı her şey: “Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün yeni müzesi için acilen bir müzeciye, küratöre ihtiyaç var.” Acil müzeci ihtiyaçları yılda en az bir kere kapımı çaldığı için biraz kapsamı dinledikten sonra, ofisten yardımcı olsunlar, döndüğümde bakarız sohbetiyle telefonu kapattım. Kapattıktan sonra da, ben dönene kadar nasılsa iş yoluna girer, zaten çoğu zaman olduğu gibi müzeciye ihtiyaç da duymazlar, tasarlanır biter diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hem de bu bir futbol müzesi, bense hayatında herhalde sosyalleşme olsun diye bir iki milli maçı göz ucuyla izlemekten başka konuyla ilgisi olmayan o futbol cahillerindenim.
Müzenin kadınları
Ertesi ay Türkiye’ye döndüğümde, ofisten birkaç toplantıya katıldıkları ve hala beklendiğim haberiyle, usulen arayıp görüşmelere katıldım. İlk birkaç toplantıda futbolun gerektirdiği erkek egemen bir ortamla karşılaşacağımı sanırken, hani derler ya; kanı “siyah-beyaz” akan “müzeci” kadınlarla tanışmak ilk gerçek sürpriz oldu. Sonra mekan ziyareti günü geldi. Hayatımda ilk kez bir stadyumun, inşası devam eden Vodafone Arena’nın içine girdim. Henüz hiçbir alt ya da üst yapı işi başlamamış, brüt beton soğukluğuyla müze için ayrılan mekanları ilk kendini bir açıdan “öteki” hissetmenin ne olduğunu anladım. Bir yandan hem müzeci hem de tasarımcı olarak işin büyüklüğü ve meydan okuyuculuğunun cazibesi vardı. Diğer yandan ise hiçbir bilgim olmayan bir konuyu müzeleştirmenin çekincesi... İlk günden itibaren yanımda duran gerçek Beşiktaşlı kadınların Zülal Gök, Damla Tunaoğlu ve Diyez Beksaç Cin ile tasarım deneyimi her tereddüte bedel Yeşim Demir’in varlığı ve Didem Uraler’in desteğiyle: “Siz Beşiktaş’ı biliyorsunuz, ben müze yapmayı; yaparız bu işi,” diyebildim. O sıralar Tetrazon ofisin Zeynep Toy, Güneş Uçar, Elif Çiftçioğlu, Ecem Baysal’dan oluşan tamamı kadın kadrosuna, küratoryal destek için Sevengül Sönmez ve Cansu Karamustafa da eklendikten sonra gecesi gündüzü Beşiktaş JK müzesi olan 12 kadınla çıktık yola.
Bir çatı altında mekan eşitsizliği
Bir yandan müzenin kurgusunu Beşiktaşlılık ruhunun desteğiyle yapmaya çalışırken, diğer yandan müze olmak için tasarlanmamış bir mekanı müze için uygun hale getirmeye uğraştık. Tabii ki başından beri burada bir müze olacağı göz önüne alınmıştı; lakin müze bu dev akıllı stadın en önemli konusu değildi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de baskın bir ekonomi haline gelen futbolun öncelikleri vardı. Futbolun ve “yan sanayiinin” kazanma ekonomisi içinde müzenin varlığı ikincildi. Stat müzesiz açılabilirdi ama mükemmel sahası, konforlu tribünleri ve locaları, satış, yeme-içme birimleri olmadan işlemezdi. Stat Nisan 2016’da açılıp, ilk maç oynanana kadar müze altyapı çalışmalarında bir arpa boyu yol kat etmiştik. Uzun sayılabilecek müzecilik ve tasarımcılık hayatımda ilk kez bir müzenin “diğer unsurlar” yanında bu kadar ötelendiğine tanıklık etmek doğrusu kalbimi kırdı. Sanırım ortamın erilliğini de ilk kez derinden hissettim.
Sıra bizde
Neyse ki “Müze” Kulüp yönetiminin özellikle Fikret Orman ve Umut Kutlu’nun tesis etmeye çalıştığı global vizyon içindeki en önemli maneviyattı. Müzenin dünyanın ünlü kulüplerinin müzeleri seviyesinde, en az onlar kadar iyi olması bekleniyordu; yalnızca içerik ve tasarım olarak değil, işletme olarak da. Bu da müzenin bir bütün olarak planlanması, kurgulanması, görsel zenginliği, Beşiktaş ruhunu taşıması, anlatması, farklı olması ve para kazanması demekti ve bunu görünen o ki; kadınlar yapacaktı, nasıl olması gerektiğini kadınlar şekillendirecekti. Çalışmalar başladıktan 10 ay kadar sonra 13. kadın Canan Cürgen de ekibe müzeciliğiyle dahil oldu.
Yeni bir kamusal alan yaratmak
2016 sonbaharına geldiğimizde nihayet müze yapımına sıra gelmişti. Biz bu arada tasarımları üretilebilecek hale getirmiş, müzeolojik yapıyı kurgulamıştık. Uygulama şantiyesi tam hız başladı. Şantiye işine giren kadınlar bilir; sen tasarlarsın, sen çizersin, sen çözersin… Yine de kadınsındır, işi de erkekler yapar. Hep bir şüpheyle yaklaşırlar tasarımına. Mühendisinden ustasına hep bir sağlama beklerler. Sana saygıda hiç kusur etmezler, dinlerler, tartışırlar ama… Hep bir aması vardır işte. Yalnızca bu işte değil, birçok uygulama işinde hep düşünmüşümdür bir tasarımın üretilmesi sürecini ben ya da kadın tasarımcılarımız değil de işin sahibi bir erkek anlatsaydı yine de çizime uygun olmayan, “emprovize” üretimler gelir miydi diye? Teslim edilmesi gereken işler geciktiğinde, onları takip sürecinde ben sıkça “atlatılırken” ve yaklaşım tonumu beceriksizce erilleştirmeye uğraşırken, “abicim bak…” diye başlayan konuşmalarla erkek diyaloglarının nasıl daha işlevsel olabildiğine tanıklık etmek de cabası. Üretim şantiyelerinin varoluşsal noktalarını düşünürken, yine Beşiktaşlılık ruhunun beni her zaman şaşırtan kadın-erkek eşitliği yaklaşımı devreye girdi; “şantiye şefi” olarak Pınar Tad 14. kadın olarak ekibe katıldı.
Müzeolojik planlama denen şey
Yeni bir müze oluşturmanın, içeriğinden, mekanına, koleksiyonundan personeline, işletmesinden tasarımına bir çok katmanı vardır. Bunlar içinde müzeolojik planlama aslında en önemsediğimiz konuydu. Şaşırtıcı, heyecan verici, şık tasarlanmış, başarılar, kişiler ve hikayelerle dolu Beşiktaşlıların gururu bir müze olmanın ötesini istiyorduk. Aslında müzenin doğal hedef kitlesi olarak görülen Beşiktaş taraftarının, gururla “ötekilere” sunacağı bir yapıydı dileğimiz. Kimdi bu ötekiler? Kuşkusuz tüm futbol severler, diğer kulüplerin taraftarları ve esas önemlisi futbolla çok ilgisi olmayan, bu bağı müze ile kurabilecek potansiyel kullanıcılar. Taraftar ve futbol meraklısı arkadaşlarıyla, aileleriyle gelen, bir bakıma getirilenler de öncelikliydi bizim için. Daha da önemlisi çocuklar var hedef kitle önceliğimizde. Müzelerle olan ilişkilerin “çocuk atölyeleri” oluşturmak ve yürütmekle sınırlı kalmaması, müzenin tamamının çocuklar için keyifli zaman geçirmek ve bireysel öğrenme sürecini destekleyici olması, tabii ki bunun her yönüyle tasarıma yansıması gerekiyordu. Aslında en vazgeçilmezi sona sakladık. Müzenin tüm engelliler için tamamen “engelsiz” olması şarttı.
Son düzlük
10 Şubat 2017 tarihinde Beşiktaş JK Müzesi’ni açtık. 115 yıllık bir spor tarihinin kronolojisi, geçen yılın şampiyon takım, 100’e yakın en büyük başarıların kupaları, 200’den fazla, forma, top, krampon, belge, plaket, şilt, bayrak, flama, onlarca futbol şahsiyeti, 50’den fazla etkileşimsel dijital uygulama, 165 metrekarelik alanıyla Türkiye’nin en büyük spor müzesi. Tüm bunların en önemlisi, 4-7, 8-12 yaş grubundan çocukların grup olarak ya da aileleriyle normal gezi güzergahı üzerinde deneyimleyebilecekleri, oynarken, kurcalarken öğrenebilecekleri uygulamalar ve onların vakit geçirebilecekleri donanımda 80 metrekarelik bir alan ayırdık. Ama bizim için her şeyin üstünde tuttuğumuz uygulama müzenin %100 engelsiz olmasıdır. Ülkemizde var olan yasalara rağmen, bedensel engellilerin, körlerin, sağırların yetersiz donanım nedeniyle özgürce deneyimleyemedikleri kamusal alanlar için örnek teşkil edebilecek bir yapı kurduğumuza inanıyoruz. Müze girişinden itibaren körler için tüm gezi güzergahı boyunca kılavuz yollar döşendi ve istasyonlar kuruldu. Her temanın özet metinleri Braille alfabesi ile yazıldı. Dokunarak deneyimlemek üzere futbol gereçlerinin ve kupaların replikaları yerleştirildi, hissedilebilir yüzeylerle görsel zeminleri hazırlandı. Müzenin normalden alçak görünen tüm sergileme elemanları tekerlekli sandalyeden izlenebilecek ve çocukların ulaşabileceği şekilde tasarlandı. Müzenin başından sonuna kadar da her noktasında tekerlekli sandalye ile hareket edilebilir. Açılışa yetişemeyen ama tüm dijital görselliklere eklenecek işaret dili ise çok yakında yerini alacak.
Kıssadan hisse
Yalnızca bu yazıyı yazdığım gün bile müzeye gelen 900 ziyaretçinin, anı defterinin sayfalarına “siz insanı Beşiktaşlı yapma müzesi yaratmışsınız” yazanların tüm gururu öncelikle Beşiktaş JK Müzesi’nin kadınlarınındır. Peki erkekler? Yöneticisinden ustasına iyi ki varlar. Bir mekanı paylaşım alanına dönüştürmenin maddi manevi ortamını hazırlayan, burada isimlerini sayamadığım yüze yakın erkeğin (ve kadının) katkısıyla müze işinin nasıl dev bir birlikte çalışması mekanizması olduğunu ispat ettiler.
Comments