İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Çağdaş İstanbul Vakfı (CIF), iş birliği yaparak İstanbul The Lights projesine imza attılar. Küratörlüğünü CIF Sanat ve Kültür Programları Direktörü Ayça Okay ve Contemporary Istanbul Plugin Küratörü Esra Özkan'ın üstlendiği, geniş kitlelere ulaşmaya çalışan Istanbul The Lights projenin sorumlularının izleyiciye ulaşabilme arzusunu tatmin ediyor mu?
Yazı: Ömer Emre Yavuz
George Kubler, Shape of Time: Remarks on the History of Things adlı kitabında kendisini önceleyen yapıtların olduğu eserlerle, asal nesneler (prime objects) olarak adlandırdığı yapıtlar arasında bir ayrım yapar. Kubler’e göre sanat tarihinde asal nesneler ve kopyalar (replicas) vardır. Kubler, asal nesneleri asal sayılara benzetmekte ve bu nesneleri de gelenekte bir kırılma, emsali olmayan tarihsel bir olay olarak tanımlar. Bu metin sanat eserleri bağlamında orijinallik ve taklit tartışmalarına özgün bir bakış açısı getirmesi açısından önemlidir.
Ülkemiz sanat ortamına baktığımızda, özellikle de günümüzde, bu tartışmalarının yoğunluğunu kolayca gözlemleyebiliriz. Ağırlıklı olarak görsel sanatlar alanında yaşanan bu tartışmalara farklı bir bakış açısı getirmek adına ülkemiz müzik tarihinden yola çıkarsak 1960’lı yıllar Türk pop müziği açısından önemli bir dönüşüme işaret ettiğini fark ederiz.
Bu dönüşüm Türk Hafif Müziği olarak nitelendirilen, meşhur olmuş yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılması şeklinde gerçekleşir. Bu dönemde sıklıkla yeni bir şey yapmak yerine var olanı kullanmak hem bir kolaylık sağlaması hem de bir sürprizle karşılaşılmaması açısından tercih edilir. Hatta bu türden üretimler için ülkemizde genel olarak aranjman kelimesi kullanılır. Aranjman, müzik terminolojisinde düzenleme anlamındadır ve belirli sesler, çalgılar veya topluluklar için yazılmış bir eserin, başka sesler, çalgılar veya topluluklar tarafından söylenip çalınabilmesi için o eserde yapılan değişiklik olarak tanımlanabilir. Bu sözcük aynı zamanda çiçek düzenlemesi için de kullanılır.
Ece Kibaroğlu İstanbul The Lights kapsamında gösterilen
Düşekabin adlı yapıtıyla ilgili röportaj verirken
Kelimenin anıştırdıkları ya da etik olarak neden seçildiğini bir kenara bırakırsak -ki aslında başlı başına neden bu kelimenin tercih edildiği de önemlidir- genellikle Batı sanatına ait görsel sanat yapıtlarının dönüştürülerek ya da yeniden düzenlenerek kullanılması şeklinde gerçekleşen durumlar için de uygun olduğunu düşünüyorum. Taklit ya da kopya gibi kelimelerle eleştirilen sanat yapıtları, tüm stillerin yan yana var olabildiği ve her sanatçının kullanımına açık olan sanatın postmodern durumunda bir tür yeniden yapım (remake) olarak değerlendirilerek normalleştiriliyor. Yani replica yerine remake denilerek sanatçının kopyalamadığı, yapıtı yeniden yaptığı dolayısıyla da ürettiği yapıtın orijinal olduğu söylenmeye çalışılıyor. O halde bizde günümüzde yaşananları ifade etmek için taklit ya da kopya yerine belki de daha az rahatsız edici olan aranjman sözcüğünü kullanabilir ve genel olarak bu türden yaklaşımları da aranjman estetiği olarak kavramsallaştırabiliriz. Bu bağlamda, 7 Aralık 2020’de açılışı yapılan Istanbul the Lights etkinliğine baktığımızda tanıtım videolarında yer alan bazı sözler ile ülkemizde yaşanan aranjman estetiği arasındaki doğrudan ilişki gözlemleyebiliriz. Etkinliğin tanıtım metninde “Çağdaş sanatı geniş kitlelere yaymak için yurtdışındaki büyük sanat etkinliklerinin örneklerini ülkemizde yapmayı öncelik haline getirdik.” cümlesi yazıyor. Bu sözlerin ülkemiz sanat ortamında sıkça karşılaştığımız bir duruma, yani yurtdışındaki sanat düşüncesini, formunu, etkinlik türünü aynen alıp kullanmaya işaret ettiğini düşünüyorum. Tıpkı 1960’larda Türk Hafif Müziği örneğinde olduğu gibi sanatı geniş kitlelere yaymak adına hali hazırda olanı kullanmanın tercih edildiğini görüyorum. Dolayısıyla popülerlik arayışı içerisinde olan Istanbul The Lights etkinliği kapsamında da birçok ülkede benzerleri görülen, kamusal mekânla ışığı buluşturan bir etkinlik düzenlemek aranjman estetiğinin benimsendiğini açıkça gösteriyor. Neredeyse her zaman çoğunluğun estetik beğenilerine öncelik tanıyan kültür politikaları sanatın ne olduğunu sorgulamaktan ve yeni sanat üretimlerine yer vermekten çok uzaktır. Çünkü böylesi bir yönelim geniş kitlelerce hoş karşılanmama riski taşıyacak hatta bunlara yapılan yatırımlar sorgulanacaktır. Diğer yandan etkinliğin sanatçı seçimlerinin de bu estetik anlayış çerçevesinde yapıldığı son anda katılmaktan vazgeçen Refik Anadol’un SANATATAK web sitesinde yer alan şu sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır:
“Gerçek veri toplamadan, stüdyomuzun ürettiği eserlerin yapılışlarını değil de görüntülerini sistematik bir biçimde kopyalama suretiyle işler ortaya koyan sanatçı ve gruplarla aynı platformda olmayı hem kendi hem stüdyomdaki meslektaşlarımın emeğine saygısızlık olarak görüyorum.”
“Özellikle İstanbul gibi bir kentte her proje şu dönemde çok önemli ve değerli. Ancak böyle bir festivalde sanatçıların daha özenle ve özgünlükleri göz önüne alınarak seçilmeleri gerektiğini düşünüyorum.”
Diğer yandan söz konusu etkinlik bağlamında bir diğer önemli husus da “dev ölçekli heykeller” olarak lanse edilen yapıtlardır. Projenin büyüklüğünü bir değer haline getirmenin ne anlama geldiğini bir kenara bırakırsak bunu ölçekle ilişkilendirmenin büyük bir yanılgı olduğu söylenebilir. Çünkü bir sanat yapıtının büyüklüğü ölçeğiyle değil ölçüsüyle ilgilidir. Bununla birlikte, tıpkı ölçek sorununa önem vermeyen modernist heykeller gibi bu sergideki yapıtlar da birçok farklı alanda sergilenmiş ve sergilenmektedir. Doğal olarak yapıtı bir bağlamda inşa edip fark gözetmeden diğer bir bağlama yerleştirip ölçek ilişkilerinin aynı kalmasını bekleyemezsiniz. Ölçek, mekâna yani bağlama dayalıdır. Bu sergide izlenen yapıtların da bir kamusal mekândan diğerine taşınabilir modernist sanat eserleri gibi eleştirilmesi kaçınılmazdır. Oysa ışık, farklı bir atmosfer yaratarak mekânın kendisini bir etkinliğe çevirmek için çok uygun bir araç olması bakımından yapıtların mekâna özgü olmasına olanak sağlayabilirdi.
Hakan Yılmaz, Borders & Boundaries, Dijital heykel, 2020
Eğer kamusal mekânda yer alan bir heykelin ya da üç boyutlu bir sanat eserinin bir potansiyeli varsa o da kendi mekânını ve uzamını yaratma potansiyelidir. Ancak bu projede karşımıza çıkan eserlerin hem böylesi bir endişeyi taşımaktan uzak hem de izleyiciyle ilişkilerinin kopuk olduğu açıkça görülüyor. Özellikle de Hakan Yılmaz’ın Taksim meydanında yer alan, Borders & Boundaries adlı yapıtını çevreleyen güvenlik bariyeri, izleyicinin yapıtı sadece belli bir mesafeden deneyimlemesine olanak tanıması açısından bu kopukluğun en açık örneği. Bu bağlamda aranjman estetiğini benimseyerek geniş kitlelere ulaşmaya çalışan Istanbul The Lights projesi içerisinde yer alan yapıtların, projenin sorumlularının izleyiciye ulaşabilme arzusunu tatmin etmediğini söyleyebilirim.
Comments