top of page

Antroposen çağında Evin Sanat


16. İstanbul Bienali’ne paralel etkinlik olarak, Nihal Elvan Erturan’ın küratörlüğünü üstlendiği; Vahap Avşar,

Konstantin Bojanov, Ergin Çavuşoğlu, Ahmet Elhan, Işık Güner, Hakan Gürsoytrak, Nasip İyem, Ekin Saçlıoğlu ve Tuğçe Ulugün Tuna’nın işlerini bir araya getiren ve 26 Ekim'de sona erecek olan Bitimsiz! sergisini değerlendirdik

☕️ 11 dakikalık okuma

Tuğçe Ulugün Tuna, Dekompozisyon, Performans görüntüsü, Evin Sanat'ın izniyle

Aylardır açılması beklenen, küratörlüğünü Nicolas Bourriaud’nun yaptığı Yedinci Kıta başlıklı 16. İstanbul Bienali hem kendi ana sergisi ve etkinlikleri hem de şehirde düzenlenen paralel sergilerle yoğun bir sanat gündeminin ortaya çıkmasına neden oldu. Öyle ki, Eylül ayının ilk haftasında gerçekleştirilen sergi açılışlarının birçoğunun aynı gün içerisinde çakışmalarına dahi şahit olduk. Öte yandan 27 Eylül tarihinde Halkevleri, Kadın Savunma Ağı ve birçok çevre grubu ve inisiyatifin Bienal'i protesto ettikleri bir metin yayınlandı. Konumuz bu değil, ama ilintisiz de değil. Buna sonuç paragrafında değineceğim.

Evin Sanat Galerisi’nde[1] Nihal Elvan Erturan’ın küratörlüğünü üstlendiği ve Vahap Avşar, Konstantin Bojanov, Ergin Çavuşoğlu, Ahmet Elhan, Işık Güner, Hakan Gürsoytrak, Nasip İyem, Ekin Saçlıoğlu ve Tuğçe Ulugün Tuna’nın katılımıyla gerçekleşen Bitimsiz! sergisi İstanbul Bienali’nin temasından esinle galeride devam ediyor. Sergide yer alan isimlerden de anlaşılacağı üzere küratör birçok mecrada iş üreten isimlerle sergiyi bir araya getirmiş. Öte yandan Evin Sanat’ın konvansiyonel sanat formlarının dışında video, fotoğraf, yerleştirme gibi çağdaş sanat üretimlerine giderek artan oranda yer vermeye başlaması dikkatlerden kaçmıyor.

Bitimsiz! sergisi üzerine küratörün metniyle devam edelim: “Sergide, modern zamanları öncesi ve sonrası ile düşünen; 'tarih'i, 'bugün'ü, 'ben'i, 'beden'i, 'doğa'yı, geçmiş/şimdi/gelecek ile eski/yeni gibi çok katmanlı kavramlardan yola çıkarak yorumlayan dokuz sanatçı bulunuyor.” Katman sözcüğünün çağdaş sanatta iyice kulak tırmalayıcı hale geldiğini belirtelim, ama öte yandan böyle bir tespitle küratörün pratik bir biçimde birçok farklı jenerasyon, üretim alanı ve yaklaşımlarımdan gelen isimleri bir araya getirebildiğini de anımsayalım.

Erturan, bir tez çalışması gibi referanslara dayandırdığı metinlerinde, Aydınlanma düşüncesini masaya yatırıyor. İnsanın aklıyla doğaya hakim olacağı düşüncesinin idealize edilmesini hikâyeci bir üslupla akılcılık, hümanizm, pozitivizm ve evrensellik konuları özelinde özetlerken, konuyu modernizme getiriyor. İlerleme ve gelişme isteği neticesinde, bilimsel ve teknolojik başarılar önemli buluşlarla sonuçlandı, ama kapitalizmin üretim, tüketim ve dağıtım olguları ekseninde seri üretimin ortaya çıkmasıyla yepyeni bir dönem de başladı. Buna enternasyonalizmle sonuçlanacak bir iletişim toplumunun ortaya çıkışını da ekleyebiliriz, kentlerin ortaya çıkışı, dar alanda sık yapılaşma, popülasyon artışı ve tüketim toplumuyla birlikte. Peki bu ilerleme insanlığa ne getirdi? Refah toplumuyla sonuçlanması beklenen süreç, ahlaken çürük burjuvazi yüzünden Dünya Savaşları’nın ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu aslında kısa bir dönem özeti ve öte yandan insanlık başka bir yıkımın daha tehdidiyle karşı karşıya: Çevre Kirliliği. İstanbul Bienali ve Bitimsiz! sergisinin örtüştükleri noktaları biraz bu eksen üzerinden okumak gerekiyor ve bu bağlamda sergiye sanatçıların işleri üzerinden kısa bir bakış atılabilir.

Vahap Avşar, Argovan Gölü'nde Bir Yıl ve Hakan Gürsoytrak, İstanbul'dan Çizgiler, Evin Sanat'ın izniyle

Sergi sizi Vahap Avşar’ın Argovan Gölü’nde Bir Yıl çalışmasıyla karşılıyor. Mekânı giriş kapısından itibaren espas olarak kesen çalışmayı ev içinde ev, ya da Evin Sanat içinde evin gibi sözcük oyunlarıyla tanımlayabiliriz. Bu incelikli sözcük oyunu bir yandan Evin Sanat’ın, genellikle tanındığı şekliyle önemli ressamlara ev sahipliği yapması durumuna referans verirken, öte yandan bir ressamın evini -New York’ta yaşayan sanatçı, bir göl satın almış ve gölün etrafındaki arazide yaşamakta-, galeri içerisine taşıması anlamını da taşıyor. Ev renkli resimlerden oluşuyor ve aynı zamanda içerisindeki videolarla sanatçının yaşadığı alanı tanımlıyor. İç mekâna yerleştirilen videolarda doğa yürüyüşlerinde kaydedilmiş kayıtlar yer alıyor. Mekânı giriş kapısı aksında kesen bu renkli evin sol tarafında Hakan Gürsoytrak’ın siyah-beyaz resmiyle oluşturduğu tezatlık göze çarpıyor. Hakan Gürsoytrak, sergi metninde yer aldığı biçimiyle, bir yanda kamusal alanda insanın çevresindeki eşyalar ve mekânla olan ilişkisini belirtirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin yarım kalan modernizasyon sürecini hicvederek karşımızda. Nihayetinde Gürsoytrak’ın bu tip çalışmalarının aynı zamanda yakın dönem Türkiye tarihinin eşsiz belgeleri olma niteliğini haiz olması büyük bir kazanım. Bundan dolayı ressamın işlerine bakarken dönemin ekonomik, politik ve kültürel ortamını göz önüne alarak hareket etmek gerekli. Nitekim, bu büyük boyutlu çalışmada toplumcu gerçekçi üslubun tüm etkileri gözlemlenebilir; temel tema, 1950 sonrasında artan oranda yaşanan İstanbul’a göç olgusudur ve bu olgu, şehrin tüm yapısını değiştiren sonuçlara sahiptir. Gürsoytrak’ın tüm politik baskılara karşı çıktığı ve kendine ve topluma dair sorumlu bir duyguyla kendi çizgisi içerisinde konuyu ele alarak, yansıttığı görülür – Yani, siyasal bir yönelimi görmek olanaksızdır. İstanbul burada bir sembol olarak, Türkiye yakın dönem tarihinin okunmasına olanak sağlar. Politikacılar, akşamcılarla iç içe girer, sınıfsal tabakalar ve farklı kültürel kodlar adeta bir kolaj gibi yan yanadır. Perspektif çizgisel olmaktan ziyade, sanki erken dönem drone çekimlerinin bir arada montajlanması gibi dağılmaktadır. Bu Hakan Gürsoytrak’ın çalışmasında farklı zamanlar arasında gidip, gelinebilmesini sağlamaktadır. İzleyici sanki İstanbul’un üzerine düşer ve böylece bambaşka bir İstanbul Manzarası’nda kaybolunur

Ahmet Elhan, Doğanın Doğası, Pigmen Mürekkep Baskı, Evin Sanat'ın izniyle

Evin Sanat’ın giriş katının sağ arka kısmındaki alanda, sergi bağlamı ve biçim-içerik uyumunda birbirleriyle iletişimleri güçlü olan iki sanatçı yer alıyor. Ahmet Elhan ve Işık Güner. Ahmet Elhan bitmek tükenmek bilmeyen üretme arzusuyla yine izleyicisini şaşırtmaya devam ediyor. Tam bir serisine alışırken, bambaşka bir diğeriyle karşımıza çıkan Elhan, bu kez Doğanın Doğası isimli siyah-beyaz tıp ressamlığı üretimleriyle renkli çiçeklerin bir araya geldiği bir sunumu gerçekleştiriyor. Tıp ressamlığı tanımını kullandım, dünya üzerinde oldukça nadir uzmanlık alanlarından birisi. Bunun yanında diğer bir spesifik alan da bitki ressamlığı. Bu açıdan ülkemizdeki uzmanlardan birisi olarak Işık Güner, uluslararası alanda oldukça tanınan bir isim. Resimlenen bitki türlerinin realist bir biçimde üretilmesi, sanattan çok teknik resme yakın duruyor. Ama bu aynı zamanda önemli bir belgeleme üslubudur. Çin Orkideleri serisi, yok olma tehlikesi altındaki türün çizimlerini içerirken, bizlere –Elhan’la birlikte– önemli bir tehlikeyi sezdiriyor.

Işık Güner, Çin Orkideleri, Evin Sanat'ın izniyle

Serginin alt katındaki görece minimal sergi tasarımı, üst katta birden değişiyor. Nasip İyem’in 1980’li yıllara tarihlenen heykellerinden yapılan düzenlemeyle Ekin Saçlıoğlu’nun çok-parçalı Hepimizin Zamanı isimli yerleştirmesi mekânın üst kata çıkıldığında solda kalan kısmında bakışımlı olarak yer alıyor. Heykeller ve Saçlıoğlu’nun çalışmalarının çok-parçalılığı ilk etapta bakışı oldukça zorluyor. Odaklanıldığında ise İyem’in doğurgan/okuyan kadın ve bereket/toprak konuları etrafında öbeklenen heykellerinin Anadolu arkeolojinin figürinlerine göz kırpan formda olduğu söylenebilir. Tema ise, idealize edilmiş bir biçimde matriarkal dönemlerin figürlerine referans veren kadın kimliğidir. Bu konu, Saçlıoğlu’nun yerleştirmesinde bizzat sanatçının aile öyküsü üzerinden görülmektedir. Kızlarının, kendisinin, annesi ve anneannesinin üretimlerini bir araya getirerek, dört kuşağı bir araya getirmektedir. Ailenin tarihi üzerinden okunabilen formlar, Bitimsiz! bir süreç içinde olunduğunun ipuçlarını barındırıyor.

Ekin Saçlıoğlu, Hepimizin Zamanı, Yerleştirme Görüntüsü, Evin Sanat'ın izniyle

Ergin Çavuşoğlu’nun Gök Kubbenin Katmanları serisinden resimleri, gerçeküstücü bir yönelimle bir araya getirilmiş figürleri içeren kompozisyonlardan oluşuyor. UV baskı ve boyanın bir araya gelişi, sanat tarihine dair birçok göndermeyi içeriyor. Sanatçının Konstantin Bojanov ile birlikte ürettiği Interstellar çalışması ise, üst kat mekânının sağında yer alıyor. Duchamp’ın geç dönem düzenlemelerine referans veren düzenleme, mavi ışığın nesneler ve bakan izleyiciye yansımasıyla rahatlatıcı – ve bir o kadar düşündürücü – bir dinginlikle sunulmuş. Son olarak Tuğçe Ulugül Tuna’nın Dekompoze başlıklı performansı, galerinin alt katından başlayarak, giriş katı ve üst katı geçtikten sonra, teras katında biten merdivenlerde gerçekleştiriliyor. Bu formun çıkış noktasını ise, 12 dakikalık videoya eşlik eder bir biçimde, son yıllarda bedenin toprak altında çürüme nedeninin 12 yıla kadar uzaması oluşturuyor. Tuna’nın performansını her bir temsilinde gerçekleştiren performansçılar ise Ekin Ançel, Ufuk Fakıoğlu, Ekin Önce, Hilal Sibel Pekel, Tuğçe Ulugün Tuna ve Diren Ezgi Yıldızkan.

Ergin Çavuşoğlu, Konstantin Bojanov, Interstellar, Evin Sanat'ın izniyle

Bitimsiz ve bir zamanlar bizlere yeten sulara ve topraklara ne oldu? Bunu kaba ve küçük bir ekoloji davası olarak göremeyiz ve kanımca, öncelikle izlememiz gereken metodoloji, doğada her bir olgunun diğerini etkilediği ve hiçbir edimin ayrı ayrı gerçekleşmediğidir. Engels’in tespitini anımsayalım: Yunanistan’da ağaçları kesen ve hayvanları otlatmaya getiren insanlar aptal değildi, kestikleri ağaçlarla gemiler yapan ya da araziyi düzleştirmek isteyenler vardı. Fakat kısa vadeli karar yine insana zarar getirmişti, kısa vadeli ve rasyonel görünen kararlar, insanlığa uzun vadede yıkımlar getirmiştir. Konuyu antropoloji üzerinden okumanın yararı buradadır.

İnsan ve doğa arasında bir çatışma yoktur ve liberaller ve politikacıların en temel tarihsel bağıntıları görememe nedenleri de budur. İnsan doğayla özel bir üretim tarzıyla etkileşim kurmuştur ve kurmaktadır. Avşar’ın videosu, Gürsoytrak’ın resmi ve Elhan’ın fotoğraflarının gösterdiği budur. İnsanlık doğayı dönüştürmüştür ve doğaya zarar vermektedir, kabul, ama aynı zamanda tam tersi de gerçekleşmektedir. İnsanın doğasının değişmekte olduğunu da Saçlıoğlu, İyem, Çavuşoğlu-Bojanov, Tuna ve Çavuşoğlu’nun işlerinde görebiliriz. Işık Güner ise net bir biçimde kayıplarımızı bize tevazuyla anımsatmaktadır. Peki çözüm nerededir? Şirketlerin insanlığın maliyetlerini ödeyeceğini sanmıyoruz sanırım. İnsan yaşamının ömrü, kendi ürettiği çöplerle karışmış bir biçimde sonuna doğru yaklaşıyorsa eğer, önünde çözmesi gereken en temel sorun budur. Böylece, 16. İstanbul Bienali’ne karşı metin yazan ve insanları mücadeleye davet eden aktivist grupları eleştirmeden önce, ne dediklerine bakılmasının önemi de burada yatıyor.

[1] Bu vesileyle Evin İyem’i bir kez daha anmak istiyorum. Galerinin kurucusu ve sanat dünyasının öncü isimlerindendi. Bu rolün, Osman Nuri İyem tarafından sürdürüleceğine inancım sonsuzdur.

bottom of page