top of page

Anthropos’un* yıkımı


Ahmet Ergenç küratörlüğünde hazırlanan ve 24 Şubat'a dek Mixer'de devam etmekte olan Hayvanların Tarafı, 20 sanatçının insandan ve uygarlıktan uzaklaşıp hayvan ve tabiata dair ihtimallere odaklandığı işlerini kapsıyor. Bakışımızı yabana ve doğaya yöneltmeyi öneren Hayvanların Tarafı'nı İlker Cihan Biner değerlendirdi

Yusuf Sevinçli, Post 011, 2012, Pigment baskı, 50 x 75 cm

0.

Herhangi bir tasarım oluşurken ya da çizgiler çizilirken, sözcükler kullanılırken, yüzeyler bölümlenirken aynı zamanda ortak mekânın taslağı da çiziktirilir. Kelimelerin ya da çeşitli düzenlemelerin yan yana gelmesi, sanat formlarını tanımlamış olmakla kalmayıp görülebilirin, düşünülebilirin kimi konfigürasyonlarının da duyulur dünyada tanımlanmasını sağlar. Maddesel diyebileceğimiz bu düzenlemeler bilim, sanat, politika gibi keskin kategorileri kat edip sınırları bulanıklaştırır. Anlatısal eklemlenme ile estetik, teknik, mantık aynı çizgiye yerleştirilerek aralarında akışkanlıklar sağlanır.

Mixer'deki Hayvanların Tarafı sergisi işte böyle bir bakıştan alıyor gücünü. İnsandan öte hayvanın yaşamsal biçimlerine gözünü dikiyor ve ‘anthropos’ diyebileceğimiz insan merkezci anlayışlar ağına müdahaleyi amaçlıyor.

Küratörlüğünü Ahmet Ergenç'in yaptığı sergi birbirinden farklı hayvan dünyalarına dokunmaya çalışırken hümanizmin alttan alta çalıştırdığı ötekileştirici formları ters-yüz ediyor. Sergiyi bir ‘mikro-kozmos’ olarak doğa-kültür sürekliliğini vurgulayan ve insan mefhumunu yerinden eden mekân olarak görebiliriz. Bu alanda oluşan kimi çalışmalar başka dünyanın ihtimalini düşünüp insan-merkezci aklı yerle bir ederken kimisi de tahakkümün izlerini görünür kılıyor. Lakin sergide oluşan iki farklı anlayış zıtlık ya da gerilim olarak değil, tersine birbirinin tamamlayıcısı biçiminde duran çalışmalar. Tam da bu anlayışın mekânı küçük bir dünya haline getirdiğini söyleyebiliriz.

1.

Ahmet Ergenç serginin kataloğuna yazdığı Hayvanların tarafı ya da bakışın politikası adlı etkileyici metninde insan-hayvan ayrımı üzerine yazan filozofları işaret edip John Berger'ın yazmış olduğu Hayvanlara niçin bakarız? adlı metne de değiniyor. Ergenç 18. yüzyılla başlayıp 19. yüzyılda derinleşen insanın mutlak üstünlüğünün yaratmış olduğu katliamların altını çiziyor. Kuşkusuz çağlar boyu insanların hayvanlarla kurduğu ilişki tahakküm düzeyinde vuku bulmuştur. Hayvanlar insanların mutlak ötekisidir ve birlikte yaşam halleri tehlikelere yol açar. Borges bir söyleşisinde hayvanlarla temaslarımıza dair şöyle bir ayrıma gider: ‘Beraber televizyon izlediklerimiz, yediklerimiz ve korktuklarımız.’

Hayvan-insan ilişkisine dair dikkat çeken bu tespiti biraz daha derinleştirmek gerekirse; ödipal sahiplenme (televizyon seyrettiğimiz, sahip olduğumuz evlatlarımız), araçsallık gerektiren bağ (tüketilmek zorunda olanlar) ve fantazmik temas kurduklarımız (korkulan, eğlencelik ya da egzotik nesneler) olarak hayvanları belirli parametrelere mahkûm ederiz.

Sergide İhsan Oturmak'ın Koloni, Çınar Eslek'in Na-mevcudiyet, İlhan Sayın'ın Karga, Eda Gecikmez'in Bir kuş için etüt, Fulya Çetin'in İsimsiz (geyik portresi) adlı çalışmaları insan-merkezci aklın hayvanlarla kurduğu bağın piyasa ekonomisine, iş gücüne ve bedensel sömürüye dayandığını işaret ediyor. Koloni bir tür ‘zoo-proleterya’ olarak hayvanları kapatma şiddetine maruz bırakan mantığı analiz ederken, Bir kuş için etüt ya da Na-mevcudiyet gibi eserler bedensel sömürü ve militer şiddete değiniyor. Yani bu eserler yukarıda analiz edildiği üzere hayvanlarla kurulan ilişkide ‘araçsallık gerektiren bağ’ üzerinden biçimleniyor. Derrida insan türünün hayvanlar üzerindeki bu gücüne ‘etçil-fallus merkezci mantık’ olarak atıfta bulunurken insanın hayvanlara dair ontolojik üstünlük iddiasını epistemolojik ve maddi şiddet olarak görür. Filozofun eleştirileri Batı aklının başkalarına verdiği çoklu hasarın politik eleştirisidir. Deniz Pashan'ın Mandingo Christian Rain eserini de araçsal bağ olarak değerlendirebiliriz. Zira hayvan üzerinden eğlence bedensel sömürü olarak tahakküm araçlarını devreye sokar.

2.

Hayvanlar uzun bir zaman boyunca insanlığın lehine ahlaki çerçeve oluşturulmak üzere kullanılırken bilişsel fabllarla metaforik olarak yüceltilerek toplumsal normların referansı haline gelir. Hilekâr tilki, mütevazı kuzu, asil kartal gibi benzetmeler insan-hayvan ilişkisinin fantazmik boyutunu dışa vurur. Didem Erbaş'ın Kendini öldürmek isteyen domuz ile acı çeken maymun eseri bahsettiğimiz bilişsel fabl modelini tersine çevirerek insanlar karşısında metaforik alışkanlıklara bürünmüş hayvanların intihar hakkını ve dolayısıyla belirli bir yaşama sahip oldukları fikrini biçimlendiriyor. Ece Eldek'in enstalasyonunda ise rota değişiyor ve çalışmada Kuyruğun suçu ne? sorusuyla karşılaşıyoruz. Sözcükler gözün belki göreceği bir şeyi ya da asla göremeyeceklerini betimler. Fikirler sözcüklerle aydınlatılır veya karartılır. Eserde ‘kuyruk’ kelimesi hayvandaki fark olduğu için bizlere insan-hayvan etkileşimine dair tartışma sahası yaratıyor. Huri Kiriş'in İsimsiz eseri de kurbağa ile iki insan bedenini karşı karşıya getiriyor. Vahşi doğada panik halindeki insan ve onların karşısında dinginliğini koruyan kurbağa görüntüsü anthropos’un bir türlü doğaya hakim olamayacağının kanıtı gibi. Çalışmadaki manzara ütopya gibi dursa da insanın tabiat karşısındaki iştahının boş olduğunu betimleyebiliyor.

Huri Kiriş, İsimsiz, 2017, Tuval üzerine yağlı boya, 50 x 70 cm

3.

Zoe her ne kadar dışlanmayı, çıplaklaştırılmayı ifade eden bir kavram olsa da olumlayıcı siyaset açısından çeşitli ihtimallere kapı açabilir. Mefhumu üretken kuvvetler haline getirirsek insan-hayvan sürekliliğine dair yeni etkileşimler geliştirebiliriz. Aradaki bağı tahakküm doğuracak terimler yerine evreni genişleten ve kedileri, köpekleri ve diğer hayvanları da kapsayacak şekilde yeniden düşünmek gerekiyor. Doğa-kültür bileşenleri olarak insan-hayvan etkileşimine dair yeni imgelere, görülere ihtiyacımız var.

Hayvanların Tarafı sergisindeki kimi eserler bahsettiğimiz kavramsal altyapıya uygun olarak doğada alanlar açma konusunda bir hayli derin yerlere işaret ediyor. Sadık Arı'nın İsimsiz çalışması insan ve hayvan arası tarafsız bir bölgeyi resmediyor. Bulanık manzarada oluşturulacak imgeler insan-hayvan etkileşimine dair yeni mekânlar açma konusunda belirli potansiyellere sahip. Gümüş Özdeş'in Yapabiliriz videosunda da Sadık Arı'nın çalışmasına paralel olarak alanlar açma mevzusu var.

Ata Kam'ın çalışmasında ise yengeçlerin nefes alışverişi yer alırken Ekin Saçlıoğlu'nun eserinde bitki-hayvan arası veya türler arası yolculuğa çıkabiliyoruz. Yusuf Sevinçli'nin fotoğraf çalışmasında da hayvan maskeli çocukları görüyoruz. Eser, bu iki varlığın (çocuk-hayvan) enerjilerinin paralelliğini vurgulayıp doğayla kurdukları ilişkinin saf hallerinin altını çiziyor.

4.

Hayvanların Tarafı bizzat ortak dünyanın bir çehresini oluşturuyor. Eserlerin işlevleri politik ve estetik açıdan zaman, mekân mefhumlarını yeniden düzenleyerek hiyerarşisiz hayvan-insan etkileşimine dair yeni yaşam formlarına kapı açmaya uğraşıyor. Başlangıç fragmanında sanatın rejimlerinin hayatın düzenlemeleriyle bağdaştırılması gerektiğinden bahsetmiştik. Hayvanların Tarafı’nda ise yaşam kuvvetleri içeren potansiyeller kıpırdamakta. O halde sözümüzü Spinoza'nın bir ifadesiyle bitirelim: “Bir bedenin neler yapabileceğini bilemeyiz!”

*Antik Yunan filozofu Protagoras’ın “Anthropos metron panton” (İnsan her şeyin ölçüsüdür) cümlesi hümanizmin kavramsal altyapısına zemin hazırlar. Böyle bir bağlamda ‘anthropos’, ‘kamil insan’ anlamındadır. Spiritüel ve göksel bir prototip içerir.

bottom of page