top of page

Ağustos böceği ve estetik ikame


Küratörlüğünü Mahmut Wenda Koyuncu ve Firdevs Kayhan'ın yaptığı Ağustos Böceğini Savunmak Gerekir sergisi, La Fountain'in hikâyesini ters çevirirken ağustos böceğinin temsil ettiği neşeli aylaklığı daha yakından görmemize fırsat tanıdı. 15 Ekim'de sona eren sergiyi İlker Cihan Biner değerlendirdi.

Hülya Emir & Esra Emir, Ağustos Böceğini Savunmak Gerek, Mimari konstrüksiyon

0. Yaşadığımız çağda yerlerin, kimliklerin, sözün, görünürün dağılımı sabit bir biçimde belirlenmiştir. Duyusal deneyimin "normal" koordinatları varlığı çevrelerken onu homojen bir hale getirir. Sıradan olanı askıya alan her çığlık, gürültü ya da eylem sıradanın şiddeti ile karşılaşır. Böylelikle zamandan ve mekândan dışlanan beden siyasal olarak kabul edilmez ve çıplaklaştırılır.

La Fontaine'in Ağustos Böceği ile Karınca öyküsünde bu durumlara paralel bir dışlama pratiği ile karşılaşırız. İki hayvanı birbiriyle çatıştıran yazar, birini diğerine göre üstün kılar ve ötekini işe yaramaz olarak görür. Hatta "işleyen demir ışıldar" atasözü öyküdeki ağustos böceği ile karınca arasında oluşturulan zıtlıktan ortaya çıkmış olduğuna dair söylentiler bile vardır. Kuşkusuz La Fontaine bu hikâyeyi yazarken insanı düşünmüş ve sonuçta insan-merkezci bir anlatı ortaya çıkmıştır. Çalışmak, üretmek mutlaka belirli idea uğruna olmadır ve karınca sorumluluklarını yerine getiren bir hayvanken ağustos böceği tembel, sorumsuz, iş görmez bir varlık olarak kabul edilmiştir.

Öykü kapitalizmin doğuşunun yani çalışmanın, emeğin ve sonuçta kapitalist birer özne olmanın hızlandığı dönemlerde yazılmıştır. Günümüzde hala güncelliğini koruyan bu hikâye okullarda ödev olarak verilir. Oysa ağustos böceği doğanın tadını çıkartan, hareketli bir hayvandır. Onu ister kendi eylemleriyle kavrayalım istersek de metafor olarak alalım sonuçta doğayla ilişki kuran bir varlık neden tembel olarak kodlanıp dışlanır?

Ağustos Böceğini Savunmak Gerek

1. Küratörlüğünü Mahmut Wenda Koyuncu ve Firdevs Kayhan'ın yaptığı Ağustos Böceğini Savunmak Gerekir sergisi La Fountain'in hikâyesini ters çevirirken ağustos böceğinin temsil ettiği neşeli aylaklığı daha yakından görmemize fırsat tanıyor. Yalnız ilk başta doğrudan bir savunma stratejisi yerine uygarlığın mevcut durumunu anlamaya yönelik eserlerle karşılaşıyoruz. Çalışmaların analizine geçmeden önce günceli kavramakta fayda var. Başlarken bedeni çıplaklaştırma operasyonundan bahsetmiştim. Neo-liberalizm insan üzerinde yabancılaştırıcı ve metalaştırıcı bir güce sahiptir. Teknolojik müdahale ve manipülasyon öyle bir seviyededir ki, özne kontrolsüz verimlilik adına kendini yadsır. Bu şiddetli müdahalecilik bedenle kaynaşır. Para, iktidar/hırs, kalkınmacılık öznenin inşasını üstlenen montaj unsurlardır. Teknolojik ilerlemenin ürettiği hasar bugün onarılamaz bir haldeyken çevre ve doğal felaketlerin ardı arkası kesilmemektedir. Yaşam ve ölüm arasındaki sınır tamamen ortadan kalkmış vaziyettedir.

Sergideki Hülya Emir ve Esra Emir'in tasarladıkları sergiyle aynı adı taşıyan Ağustos Böceğini Savunmak Gerekir yerleştirmesi neo-liberalizmin yarattığı bu yıkıntı üzerinde yükseliyor. Mekân için tasarlanan dev ve dolambaçlı masa sistem misali her yere yayılıyor. Sanatçılar sunulamaz olanın varlığına tanıklık ederken enstalasyona dair başka bir ayrıntı göze çarpıyor. Tasarlanan dolambaçlı masa yemek masası biçiminde ortaya çıkarken üzerinin çatal ve kaşıklarla saplanmış olduğunu görüyoruz.

Ahmet Ergenç sergiye dair yazdığı poetik yazıda bu durumu şöyle açıklıyor: "Masa çok açık biçimde ‘uygarlık’ (ve hoşnutsuzlukları) demektir. Bunuel’in burjuvazi’nin gizli çekiciliği’nde bütün burjuvaları bir masa etrafında toplayıp gülünçleştirmesi rastlantı değildi. Bu masanın bence iyi bir kavramsal hamlesi daha var: Çatal ve kaşıklar doğrudan masa üzerine saplanmış. Yani ima şu: Aslında masadaki ‘yemekler’den çok, masanın kendisini yiyoruz. masanın kendisi (araç) yemek yemeyi (amaç) ikincil konuma atan bir varlık. Mcluhan’ının başka bir bağlamda sarf ettiği mottoyu hatırlamamak elde değil: araç mesajdır."

Eserin duyulur yapısındaki nüans böylelikle bize bir özgürleşme vaadinden çok belirli bir sınırı gösteriyor. O hudut ise metanın yaşamdaki egemenliği ya da Ergenç'in işaret ettiği gibi aracın üzerimizde bıraktığı acz ve tedirginlikten ibarettir. Abdo'nun eserlerine baktığımızda ise doğa alanlarının kapitalist mekânlara dönüşme süreçleriyle karşılaşıyoruz. Resimlerde inşaat alanları, kamyonlar, trafolar vb. gibi neo-liberal yıkımın kaotik manzaralarını görüyoruz. Karıncanın temsil ettiği yayılmacı politika tarih boyunca felakete yol açmıştır ama sonuçta bu çalışmalar günceli anlamak ve ağustos böceğinin doğayla ahenkli ilişkisini kavrayabilmek açısından bizlere kaçış imkanı sunabiliyor. Bu görünen felaket tablosunda kim yaşamak ister ki?

Ağustos Böceğini Savunmak Gerek

2. Ağustos böcekleri toprak altındayken kanatsızdırlar. Kanatlanma işlemleri çok ani şekilde olur ve binlerce ağustos böceği bir anda yeryüzüne çıkar. Ardından doğada toplanır, koro halinde tiz seslerle öterler. Ağustos böceklerinin bu yaşamsal enerjileri kozmostan ileri gelir. Deleuze bundan "kozmik makine" diye bahsederken kozmik kükreyişi işaret eder ve kaos terimini de bu enerjiye atıfla kullanır. Kaos kaotik anlamına gelmediği gibi sanal kuvvetlerin sonsuzca genişlemesini içerir. "Kaozmos" sonsuz enerji kaynağını ifade eden "kaos" ile "kozmos"un yoğunlaşmasıdır.

Mahmut Celayir sergide bütün formlardan kaçarak toprağı, taşı ve primitif öğeleri aktarırken bizleri yaşamsal enerji olarak görebileceğimiz "kaozmos"a yaklaştırıyor. Neo-liberal kafeslerin dışında oluşmuş resimler yerleşikliğin halen yayılamadığı uzamlara odaklanıyor. eserlerdeki doğa manzaralarının dinginlik içeren dokusu kozmosun yansıması olarak duruyor.

Merve Şendil ise bakır borulardan ve gramofon başlıklardan meydana getirdiği "isimsiz" yerleştirmesinde doğadaki sesleri aktarıyor. kozmosun karmaşıklığını yansıtan bu enstalasyon heterojen unsurlar barındırıyor. Mesela kaydedilen sesler arasında rüzgarın uğultusunu ve dalgalar hemen fark ediliyor. Her ne kadar yapay olsalar da duyulur olanın izinde bir etki yaratabiliyorlar. Belki de bu bağlamda yerleştirmeye "etkileşim aygıtı" dahi diyebiliriz.

Bu fragmandaki eserler ilk bölümde analiz ettiğim diğer eserlere nazaran daha nefes aldıran çalışmalar olma özelliği taşıyor.

3. Siyasal yaratıcılığın söndüğü şu çağda, sanatçıların politik mekanlar yaratma uğruna doğanın yıkımına yönelik eleştirileri yeni ikameler oluşturabilecek mi? Kuşkusuz bugünün en önemli meselelerinden biri budur. O halde diyelim ki; ağustos böceğini savunmak için hala zamanımız var.

bottom of page