500K, sanatçıların kişisel tarihlerinde, sanat pratiklerini şekillendirirlerken öne çıktığını, diğerlerinden bir yerde ayrıştığını düşündükleri bir yapıtı kendi kelimeleriyle ifade ettikleri; kendi serüvenleriyle yapıtlarının kesiştiği bir seri olabilmeyi umut ediyor. Nazlı Yayla’nın sanatçılarla yaptığı görüşmelerden derlediği 500 kelimeden oluşan ve her ayın ilk Çarşamba günü unlimitedrag.com üzerinde mekân bulan metinler aracılığıyla geleceğe dönük bir arşiv oluşturmayı hedefliyor. Bu ayın sanatçısı Merve Ünsal
Dosya: Nazlı Yayla
Merve Ünsal, 17 Ekim 2015 (Selamet), 2015, Sanatçı kitabı
*Bu kitap, BookLab (Okay Karadayılar & Frederic Lezmi) işbirliğinde üretilmiştir
Selamet, birkaç kez gösterilmiş olmasına rağmen henüz noktası koyul(a)mamış bir iş. Fotoğraf ve arşive dair daha çok görme ve bilme beklentisine karşın Merve Ünsal, Selamet’le bir hikâye anlatımının çıkmasını reddediyor. İşi kapalı tutmakta inat ediyor ve olan ama olmayan bir gazetenin kendisinden ziyade arşivini hayal ediyor. Ünsal’ın ayakkabısındaki bir çakıl taşı olarak tanımladığı Selamet’i anlattığı binlerce sözcük arasından 500 kelimeyi seçerken işin yapısına ve beklediklerine karşı hissettiğim sorumluluk beni de etkisi altına aldı. İşin istediğinden fazlasını görünür kılmak ile yeterince aktaramamak arasındaki gerginlikle bir araya getirilen bu 500 kelime, bir başkasının selametinin ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimizi hatırlatarak, doğasının müsaade ettiği ölçüde Selamet’i anlatıyor.
“2015’te haberlerde duyduğum ‘Davanın selameti için…’ diye başlayan üstü kapalı bir cümleden yola çıkarak selamet kelimesini düşünmeye başladım. ‘Selamet’in TDK’daki sözcük anlamına baktığımda Nazım Hikmet’in ‘Sizinle bu mesele etrafında karşılaşmamayı sizin selametiniz namına temenni ederim’ cümlesi örnek cümle olarak kullanılıyordu. Fakat cümle de öyle bir cümle ki ‘selamet’ kelimesi yerine herhangi bir başka kelimeyi koyabilirsin, kendisi bir şey anlatmıyor. Bir gazete olsa, ismi ‘Selamet’ olsa, künyesi de bu hiçbir şey söylemeyen cümle olsa… Hiçbir şey söylemeyen bir gazetenin nasıl bir arşivi olabileceğini düşünmeye başladım. 2015’te Star Gazetesi’nde Selamet Gazetesi’nin arşivinin bulunduğunu duyurdum. Kamusal alanda arşivin bulunduğuna dair bir ilan var fakat hangi gazete, hangi arşiv, kim buldu, hiçbir şey söylemiyor. Gazeteye benzemeyen bir arşiv nasıl olur, gazete fotoğrafları bağlamlarından tamamıyla koparıldığında ne olur. Selamet Gazetesi’nin arşivi ne olabilir? Gazete gibi yaptım, olmadı. Sadece fotoğrafların olduğu, Cengiz Çekil’in yazısızları gibi denedim, olmadı. 1910’lardaki Selamet Gazetesi mi, 6 ay önce çıkmış gazete mi, 60’lardaki mi yoksa benim şu andaki gazetem mi bilinmesin, zamansız bir gazete olsun istedim. Bir olayın olmadığı, bütün fotoğraflarda bir şeylerin olduğu ama benim dışımda kimseye bir şey ifade etmeyen, kötü fotoğraflardan oluşan, karman çorman, estetik bir çizgisi olmayan, güzelliği veya çirkinliği olmayan bir arşiv.
Kendi söylediğimiz şeyleri farkında olmadan söylüyor olmanın fotoğraftaki versiyonu nedir? ‘Ben senin iyiliğin için bunu istiyorum’ dediğimde ben ne bilirim senin iyiliğini, ama derim bir noktada kendimi bilmeyerek eminim. O kendini ve haddini bilmezliğin sanatçı versiyonu nedir, galiba onu anlamaya çalışıyorum. Sanatçı olarak kendini bilmezliğini görünür kılabilir misin ve bilinmeyenle çalıştığını nasıl kendini fetişize etmeden ifşa edebilirsin. Selamet’in kendi içinde işin görünür olmasını engelleyen bir bilinmezlik ve ucu açıklık var. Bu bilinmezlik ise benim de işe dürüst davranıp işin istediğini yapıyormuşum gibi hissederken işi anlatabilir olmamı engelliyor.
Ve bu iş bana hâlâ musallat oluyor, sanki her zaman geri getirmem gereken bir arşivmiş gibi. Oyuncu bir tarafı vardı ve ben o oyuncu tarafının oyununu oynayamadığım için pişmanlık duyuyorum. İşlere karşı pişmanlık duymak gibi bir huyum var. Hakkını arayamamışım, yeterince anlatamamış, aktaramamışım gibi. Bir taraftan da işin kendisini daha çok anlatmamam gerektiğini hissediyorum. Belki de o iş hiç bitmeyecek ve bunu sana zikretmem gerekiyordu. Belki bu işin birkaç versiyonu oldu, bir daha hiç olmayacak. Ya da her sergide var olacak. En azından şu anda bu iş kendi kendime oyun oynamama izin verdiğim ilk iş, rahatladığım bir iş. Normalde çok kurallarla üretiyordum ve son 3-4 senedir bunu kırmaya çalışıyordum. Kendi kişisel kırılmalarımdan dolayı kırıldı da. Ama Selamet benden evvel kırıldı, benden evvel oyun oynamaya başladı. Farkettim ki o kadar kurallar koyarak kendimi kısıtlamama gerek yok. Sanatın da esenlikle, iyileştirmek ve iyileşmekle ilgili bir yanı var ya, o iş ben farkına varmadan benden önce beni iyileştirmeye başladı.”
Comments